İş çıkışı arkadaşımla birlikte bir giyim mağazasında alışveriş yaparken mağaza çalışanlardan biri yanıma geldi "Vaktiniz varsa kısa bir soru sorabilir miyim Mine Hanım" dedi.
Elbette dedim ve konuşmaya başladık. 32 yaşında henüz iki yıllık evli bir erkek. Eşiyle bir türlü aşamadıkları bazı sorunları olduğunu söyledi ve anlatmaya başladı. Çift Nazilli'de yaşıyor. Kadının ailesi başka bir şehirde yaşıyor. Erkeğin ailesi ise Nazilli'ye çok yakın bir mesafede oturuyor. Erkek ailesine belli bir zaman ayırması gerektiğini düşünüyor ve hafta içi bir akşam eşiyle birlikte anne ve babasının evinde akşam yemeği yemek istiyor. Kısa süre oturduktan sonra kendi evlerine geri gelmelerini teklif ediyor. Ancak her nedense hanımefendi bunu istemiyor.
Kadın erkeğin ailesini telefonla aramasını haftalık değil aylık ziyaretlerin yapılmasının yeterli bulduğunu düşünüyordu.
Ben kadın açısından başka sebeplerin olabileceğini düşünüp ailesi ve eşi arasında geçmişte ya da günümüzde tartışmalar yaşanıp yaşanmadığını sordum. 'hayır' cevabını aldım. Kadının hiçbir sebep yokken böyle davranmasını anlayamadığım için peş peşe sorduğum diğer soruların sonucunda şu noktaya vardık.
Kadına göre olması gereken normallik, birkaç ay da bir ziyaret etmek. Ya da bayramlarda görüşmenin makul bir zaman aralığı olduğu düşünmesiymiş. Bunun dışındaki görüşmeler kadına göre, kendi çekirdek ailelerini ihmal etmelerine neden olacağı için gereksizmiş. Ancak tabi ki erkeğe göre bu durum normal değildi. Ona göre makul zaman haftada bir akşamdı. Ya da en fazla iki haftada bir gitmek gerekiyordu. Ve zaten oda ailesini özlüyordu. Daha fazla uzak kalmak istemiyordu.
Bir süre sonra erkek, anne ve babasın evine yanında eşi olmadan gitmeye başlamış. Karısının gelmemesi konusunda çeşitli mazeretler anlatmış. Eşinin gelmek istemediğini kendi ailesine belli etmeden durumu idare etmeye çalışmış. Ancak bu da aralarındaki sorunu çözmeye yetmemiş. Çünkü kadın, erkek ailesinin evine, eşi yanından olmadan da gitse kavga edip küsmelerine engel olmaya yetmemiş.
Gözlerimin içine bakıp eşini de ailesini ayrı ayrı çok sevdiğini artık bu konu yüzünden çok yorulduğunu söyleyen erkeğin işi gerçekten de zor görünüyordu. Eşini sevdiğini söylüyordu ancak biliyorum ki bu şartlar altında bu sevgi kısa sürede yok olup kaybolurdu. Çünkü sevdiğimiz insanların, bizi çeşitli seçimlere mecbur bıraktığını görmek ve her iki tarafın arasında sıkışıp kalmak, çekilen eziyetin fark edilmiyor oluşu en çok sevgiye zarar verir.
Çünkü insanlar sevdiklerine; istemeden, fark etmeden ve bazende düşüncesizce davranarak üzebilirler ve sonra bunu tamir ederler. Ancak bile isteye verilen zararın tamiri uzun vadede bile mümkün olmayabilir.
Peki dedim, farz edelim ki eşinin senden istediği şeyi yaptın. Aileni sık sık telefonla aradın ama haftada bir ya da iki haftada bir ziyaretlerine gitmedin onları görmedin. Bunun sonucunda ne olacak? Diye sordum.
-Yere baktı, kısa süre düşündü;
-‘Karım onun istediği şeyi yaptığım için mutlu olacak’ dedi.
-Peki o zaman sen ne olacaksın? Sen ne hissedeceksin? diye sordum. -‘Mutsuz olacağım’ diyerek cevapladı. Mutsuz ve iki yaşlı insanı sürekli yola baktırdığım için vicdan azabı çekeceğim diyerek ekledi.
Peki, eşin mutsuz bir erkekle hayatı paylaşıp nasıl mutlu olmayı planlıyor bunu ona hiç sordun mu dedim. Sormamıştı, hatta şu ana kadar bu konu her açıldığında erkek eşine gitmezsem annem yola bakar ve çok üzülür beni merak eder. Kardeşlerim abi hiç gelip gitmiyorsunuz demeye başlarlar. Gibi Cümleler kurmuştu ve kadın da her defasında senin evlendiğini kabullenmeleri gerekiyor cevabını vermişti.
Erkek bu tartışmaların içine girdiklerinde bir kere bile kendi hislerinden bahsetmemişti ve kendisinin ne istediğini açıkça ortaya koymayı becerememişti. Kararlı bir duruş sergilemek istiyorsak eğer, başkalarının duyguları üzerinden konuşarak bunu yapamayız. Kararlı bir duruş için bizim neyi isteyip neyi istemediğimizi karşımızdaki kişiye net şekilde aktarmamız gerekir. Başkalarını aracı etmeden; komşuların, ebebynlerimizin, mahallelinin, akrabalarımızın ne düşüneceğinden yola çıkarak konuşmak bizi esaret altındaki biri gibi gösterir. Yalnızca bizim kararlarımız ve isteklerimiz karşımızdaki kişi için bağlayıcılık sağlayabilir. Kaldı ki bazı konular, tartışmaya açık konular değildir. Ne istediğimiz nettir. Ve başka bir seçenek de yoktur.
Bizim konuşmamız sonrasında artık eşine ne söylemesi gerektiğini hangi cümlelerin doğru cümleler olduğunu biliyormuş gibi görünüyordu.
Bir insanı üzerinde baskı kurarak, olayları manipüle ederek, yalan söyleyerek ya da şiddet uygulayarak istemediği şeyleri yapmaya zorlayıp sonrada bunu başarı zannediyor olabilirsiniz.
Bir düşünün bakalım, bu durum duygusal ilişkilerde, evliliklerde başarı mıdır? Yoksa korkakça bir davranış mıdır? Siz hayatına dokunmadan önce o her kimse öyle kalmaya devam etmesine yardım etmeniz gerekir. Aksi halde o artık sizin sevip hayatına dahil olduğunuz insan olmaktan uzaklaşmaya başlar. İnsanın kendinden bile uzaklaşlaşmaya başladığı bir yerde, o kişinin kalbinde SİZ diye bir şeyin var olması mümkün mü?
Bertrand Russell'in dediği gibi; "Aşk, özgür ve kendiliğinden olduğu zaman yeşerir ancak, ödev gibi düşünülmeye başladı mı, öldü gitti demektir."
Baskıyla, zorlamayla, üstünlük mücadelesiyle var olanın elinizden uçup gitmesine izin vermeyin.