Cömertlik; Yüce Allah’ın en kapsamlı ve en büyük sıfatıdır. İnanan inanmayan ayırımsız her canlıya rızkını veren anlamındaki rahman sıfatının bir tecellisidir. Buna iyiliği sonsuz anlamında ‘kerem sahibi’ denmektedir. İnsanların cömertliği ise Ulu Allah’ın bu eşsiz sıfatının bizlere bir vergisidir. Cimrilik ise cömertliğin tam zıddıdır. Yaratanın bize verdiği bunca nimetlerin emanetçisi olduğumuzu unutup, onu insanlardan esirgeyip, Allah’ın kullarını mahrum etmektir ki, büyük günahtır.
Eşref-i mahlûkat olarak yaratılan insanın aklıyla ve kalbiyle doğruyu bulması ve ona yönelmesi için Allah, kâinattaki her şeyi zıddı ile birlikte var etmiştir. Gündüzün kıymeti gece; aydınlığın kıymeti karanlık ile anlaşılır. Güzelliğin kıymetini bilmek için çirkinliği tanımak; iyilik ve doğruluğun insanı ne derece yücelttiğini görmek için de kötülüğün yıkıcılığını sonuçları ile birlikte düşünmek gerekir.
Sahip olduklarını çevresi ile paylaşabilme; yerine, zamanına, zeminine ve gereğine göre başkalarına karşılık beklemeksizin verebilme erdemi olarak bilinen cömertliğin insana neler kazandırdığını anlayabilmek için de onun zıddı olan cimriliği bilmek, tanımak; cimriliğin insanı nerelere, nasıl sürükleyebileceğini iyi tespit etmek şarttır, elzemdir.
Peki, nedir cimrilik? Tarihin her döneminde, her millette, her toplumda dudaklarda alaycı bir tebessüm bırakarak kendisinden söz ettiren bu davranış biçimini tam olarak anlayabilmek için onu huy edinen cimriyi tanımak gerekir.
Cimri; sözlüklerdeki anlamı ile elindeki parayı harcamaya kıyamayan; pinti, eli sıkı, nekes, tamahkâr, var yemez kişi için kullanılan bir sıfattır. Malı, mülkü, serveti, parası ile dünyalık tutmaya gayret eden böylesi kişiler yaşadıkları sürece ne kendilerine ne de çevrelerine faydalı olamazlar. Malı, parası ne kadar çok olursa olsun böyle bir hastalığa dûçâr olan insanlar hep fakir yaşar ve çoğunlukla da garip ölürler.
İnsanoğlundaki ihlâs noksanlığının ve îman zayıflığının bir tezâhürü olan bu hastalığın bulaşıcı olmayışı en büyük kazançtır. Cimri, ne kadar varlık sahibi olursa olsun fakirdir. Para biriktirmeyi, mal-mülk edinmeyi hayatının en büyük gayesi olarak gören, kendi malını, parasını yemekten ve yedirmekten çekinen bu yapıdaki kişiler; yaşarken de öldükten sonra hayırla yâd edilmezler.
Mal, mülk sahibi olmak, onu güzel ve faydalı amaçlar doğrultusunda kullanmak; şüphesiz ki bir güzelliktir. Peygamberimiz bir hadislerinde; “Mal, sâlih kimse için ne güzeldir.” buyurmuşlardır. Ancak bu güzelliğin; tamaha, hırsa ve mal sevgisine, para iptilâsına dönüşmesi insanın felâketine davetiye çıkarır.
Zengin olmak, varlıklı olmak, varlığını hayra yönlendirmek, insanoğlunun gayesi olmalıdır. Zenginlik ve varlık sahibi olmak başka; malı ve parayı sevmek, ona muhabbet duymak ve onu bu amaçla biriktirmek, yığmak başkadır. Cimrilik bir bakıma paraya ve mala tapınmadır. Malı ve parayı; «sırf daha fazlası, daha fazlası niye olmasın?» diye biriktirmenin sınırı yoktur. Bir hadîs-i şeriflerinde Peygamberimiz’in; “İnsanoğlunun iki vadi dolusu altını olsa, üçüncüsünü isterdi. Onun gözünü ancak bir avuç toprak doyurur.” hadîsi; para ve mal biriktirme hırsının sınır tanımadığının en güzel ifadesidir.
İslâm dîni mal edinmeyi, varlıklı olmayı övmüş ancak mal ve para hırs ve sevgisinin insanı körleştireceğini hiçbir yoruma meydan vermeyecek bir biçimde ifade etmiş ve yermiştir. Peygamberimiz Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in; “Mal ve makam sevgisinin, mü’minin dînine vereceği zarar; iki aç kurdun, koyun sürüsüne vereceği zarardan daha fazladır.”
“Sakın tamahkâr olmayın! Tamah, fakirliğin ta kendisidir.”
“Mal ve mevki sevgisi, suyun sebzeyi yeşertmesi gibi kalpte nifakı yeşertir.” sözleri mal ve para hırsının insanın sadece kendisine değil çevresine de ne derece zarar vereceğini işaret etmektedir.
Mal ve paranın insanı yönetmesine müsaade etmek, kişinin kalbine ve rûhuna verebileceği en büyük ezâdır. Cimri; “Kazandım.” dediği sürece kayıptadır. Cömert ise verdiği sürece kazanacağı sevapla birlikte daha fazlasına nâil olur. Cimri, rızkı için endişelenirken; cömert, her canlının rızkının Allah tarafından verileceğinin şuuru ve huzuru içerisindedir. İslâm dîni, cimrilik kadar insanın sahip olduğu nimetleri gereksiz ve aşırı bir biçimde tüketmesi olan israfı da hoş karşılamamaktadır. Allah, Kur’ân’ı Kerim’de İsrâ Sûresi 29. âyet-i kerîmesi’nde;
“Elini boynuna asma, onu büsbütün de açıp saçma. Sonra kınanmış, pişman bir hâlde oturup kalırsın.” buyurmuştur. Burada «elini boynuna asma» cimriliği, «açıp saçmak tabiri» ise israfı işaret etmektedir. Yine başka bir âyette yüce Allah; “Yiyiniz içiniz fakat israf etmeyiniz; çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (el-A‘râf, 31) buyurarak israfın ve gereksiz harcamaların İslâm inancı ile ters düştüğünü ve haram olduğunu ifade etmiştir. Elbette israfı dar kalıplar içerisinde ele almak da yanlıştır. Allâh’ın her türlü ihsan ile donattığı insan için sağlık ve zaman nimetlerini de hesaba katmak ve bunların israfını önlemenin birinci öncelik olduğu gerçeği gözden uzak tutulmamalıdır. Gereksiz kesilen bir ağacın, musluktan ihtiyacın ötesinde akıtılan suyun, boşa tüketilen enerjinin de israf olduğu bilinmelidir.
İslâm, insana mutluluğun altın anahtarını vermekte; güzellikte, iyilikte, doğrulukta yarışmayı; cimrilik, israf gibi konularda da çok dikkatli davranmayı emretmektedir.
Peygamberimiz; “Ey âdemoğlu, sen ihtiyaçtan fazlasını infak edip dağıtırsan senin için bu hayırlıdır. Eğer biriktirir elinde tutarsan senin için bu zararlıdır. Geçinecek kadarını biriktirmenden dolayı kınanmazsın. Sen harcamaya önce geçimini üzerine aldığın kimselerden başla, veren el alan elden daima üstündür.” (Müslim, Zekât, 32) buyurmaktadır.
Allah bizleri; israf ve cimrilikten şiddetle kaçınan, cömertlikte ve iyilikte yarışan kullarından eylesin…