İhtiyaç sahiplerini arayıp bulmak ne kadar doğru ise, yardımı göstere göstere yapmak da bir o kadar yanlıştır.
Evet ecdadımız ne kadar güzel söylemiş .
“Bir elin verdiğini diğer el fark etmemeli.”
Anadolu’daki üniversitelerimizden birinde, öğretim üyesi bir arkadaşımın sürdürdüğü ilginç sadaka dağıtma yöntemini duyunca, sevgim daha da arttı.
Evet neydi bu ilginç sadaka verme yöntemi?
Arkadaşım çalışma odasını kapısını sabahleyin açar, gün boyu açık kalır ve sadece akşam mesai çıkışı kilitlermiş.
Çalışma masasının çekmecelerini ise hiç kilitlemezmiş.
Ve üst çekmecenin, açılınca hemen fark edilen bir yerinde bir kutu varmış; içinde de bozukluklardan toplam bin lira.
Paraya sıkışanlar, arkadaşım odasında yokken gelir ihtiyacı kadarını alıp gidermiş.
O her sabah ve akşam kutuyu kontrol eder, eksilmişse bin lirayı tamamlarmış.
İhtiyaç sahipleri, misal maaş alınca parayı tekrar kutuya koyarmış. Ancak ne kadar koyduğunu ya da aldığını bir Allah, bir de kendisi bilirmiş.
Hiç yorum yapmayacağım.
Bu hikâyeyi duyunca aklıma bir zamanlar mahalle aralarındaki kuytu köşelere dikilmiş sadaka taşları ve üzerine koyulan sarı liralar geldi. Misafir odalarında Kur’an-ı Kerimin hemen yanına bırakılan harçlıkların bırakılış gayesi de aynıydı. Adını hatırlayamadığım bir dergide okuduğum, İtalya’daki fırınlarda çok sık görülen “askıda ekmek” uygulaması da böyle değil mi?
Ne kadar güzel bir sözdür:
“İnsan olmak için dindar veya zengin olmak şart değildir.”
Bu söz beni, bu defa 15 yıl öncesine götürdü.
Komünist bir arkadaşım vardı. Öyle böyle değil. Yaşadığı ilçede seçim sandığından TKP’ne tek oy çıkardı. Ve biz bilirdik ki, bu oy onundur.
Onu da çok severdim ve bazen takılırdım: “Sen Allah’ın varlığına inanmıyorsun ve ben buna çok üzülüyorum. Hiç olmazsa Cuma namazlarına gel!” derdim.
Bir defasında, kayınpederine damadın dinsiz diyerek kızdırmasınlar diye ara sıra Cuma namazına, bazen de bayram namazlarına gittiğini ağzından kaçırıverdi.
O’nun herkese iyilik yapmaya çalıştığının en yakın şahitlerindenim.
Nerde o güzel insanlar diye hayıflanırken, “Üzülme Musa! Evet artık Peygamber gelmeyecek. Fakat onun izinden gidenler de her daim dünyada var olacak” sözü acılarımı birazcık da olsa hafifletti.
Evet sevgili dostlar!
Uzun bir aradan sonra Giresun’da kaleme aldığım bu makalemi, “Allah’ı üzmemek için kullarını üzmekten uzak durmaya çalışan güler yüzlü insanlara ithaf ediyorum ve Rabbimizden sayılarını artırmasını niyaz ediyorum.
Kendi isteğimle kısmetse üç, nasipse daha uzun yıllar Iğdır Üniversitesi Turizm Fakültesinde görevli olacağım inşallah.
İnşallah bundan sonraki yazılarıma, güzel ülkemizde güneşin ilk doğduğu ve battığı ilimiz Iğdır’dan devam edeceğim ve sizlerle sık sık Iğdır sohbetleri yapacağız
Sevgiyle, sağlıcakla kalın…