Gün, bulanık suda balık avlamaya meraklı olanların günü. Kendinden başka hiç kimsenin bekasını düşünemeyenler için ele geçmez muhteşem bir fırsattır kaos ortamı.
Öyleleri kendi pastasındaki payı korumak adına ahlakını da vicdanını da tek bir an bile düşünmeden satabilir. Ve bunu yaparken de en çok ahlaktan yana dem vururlar. Bazen ufak bir ters köşe yapmaktan ne çıkar ki derim. Birilerini çok kızdıracak bir başlık atarım. Onları heyecanlandırıp avuşturdukları ellerinin nasıl boş kaldığını gözlerindeki ifadelerden izlerim :) bu da o yazılardan biri işte, başlayalım mı...
Şartlar olumsuzken bir köşe yazısında kimseye, doğanın güzelliğinden, hava olaylarından, aşktan, yok efendim yüzeysel bir bakış açısıyla yaklaşıp iyi insan olmanın faziletinden falan bahsedemezsiniz. Havada kalır bir o kadar da anlamsız olur. Bunu bir başkası yapsa, görmezden gelinebilir. Ama basın mensubu olan biri yapamaz. Çünkü basın demek hayatın nabzını tutmak ve o nabzı aktarmak demektir.
Bütünün bir yerinde kanayan bir yara varsa o yarayı görmezden gelmek, gerekli ilgi ve alakayı gösterememek günü geldiğinde o bütünün tamamını hasta olmasına neden olur. Sonucunda büyük bir kaybı da beraberinde getirir.
Bu yukarıda bahsettiğim durum, bırakıp ekonomiyi, sosyal hayatı; kadın erkek ilişkilerinde bile ihaneti doğuran kilit sebeplerden biridir. Bu nedenle genel zekaya uygun olmadığı düşünülen olaylara tepki göstermekten yana olmak bütünü korumaktan yana olmaktır.
Basının sorumluluğunu anlatmak adına gösterilecek en güzel örnek, Ulu Önder Atatürk'ün önderliğinde kazandığımız Kurtuluş Savaşı'dır. Eğer savaş yıllarında haberleşme ağını bu kadar iyi kullanamasaydık kazanamazdık. Ve şuan içinde yaşadığımız yalnız bize ait olan bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti olamazdı. Çoktan parçalara ayrılmıştık. Ya da esaret altında yaşamakta olan bir topluluk olurduk. Topluluk olurduk diyorum. Böyle bir yaşama biçimine sahip bir millet ortaya siyasi bir varlık koymayı zaten beceremezdi.
Sözün kısası Atatürk'ün, Edirne'den Kars'a kadar hakim olduğu telgraf ağı olmasaydı; İtilaf Devletlerinin kalleşçe oynadıkları oyunlardan, suikast girişimlerinden Atatürk haberdar olamaz. O oyunları kendi yöntemleriyle bozamazdı. En önemlisi de milletine haber ulaştıramazdı. Bence bu ülkenin o günlerde neler yaşandığı ve Atatürk'ün bu milleti nasıl yoktan var ettiğini milletçe yeniden okumamız gereken bir dönemde yaşıyoruz. İşte bu yüzden basın bir millet için hayati bir organdır diyebiliyoruz. Memleketin her köşesinde ve aile içinde konuşulan konu ekonomi...
Ama ben altının, doların kurundan bahsetmek yerine konuyu biraz daha içselleştirerek aktarmaktan yanayım. Görünen o ki gelecek günlere karşı duyulan kaygı nedeniyle çoğu kişi eşinden dostundan ne koparsam kârdır mantığıyla hareket etmekte. Ama aslında eşin eşine, dostun dostuna en çok ihtiyacı olduğu zamanlardayız. Çünkü borcu olan düşünmekten akıl sağlığını yitirmeye başlayabilir. Borcu olmayansa aldığı maaşla kirasını faturalarını ödedikten sonra elinde kalanla ay sonunu nasıl getireceğini düşünmekte. Kafalar bu derece dolayken eşin eşinin manevi desteğine, dostun dostunun manevi desteğine her zamankinden daha çok ihtiyacı var.
Robin Williams der ki; "Aç bir mide, boş bir cüzdan ve kırık bir kalp sana hayattaki en değerli dersleri öğretir."
Bu sözdeki kırık kalp kısmına dikkat edebilirsek bize şunu demek istiyor. İnsanın, hayatının içindeki ekonomik baskılar ruh halini alt üst eder. Kendini işe yaramaz değersiz bir varlıkmış gibi hissederken eşinden, dostundan, arkadaşından göreceği kötü bir davranış o kişi için bardağı taşıran son damla olabilir.
Ruhsal durumumuz bu derece karışık değilken olaylara, kişilere ve duyduğumuz sözlere karşı daha serin kanlı olabiliriz. Ancak şartlar değişmişse herkese ve her şeye karşı bakış açımız da olumsuzlaşır.
Bu durumu görmezden gelmeye kalkarsak. Her zamanki hoyratlığımızdan bir adım ileri gitmezsek mevcut durumun içinden daha zor çıkarız.
Dün sokakta selam verdiğimiz bir dostumuz hakkında, ertesi gün çok olumsuz bir haber alabiliriz. İşte o an, "Geçecek bu günler." Demediğimize pişmanlık duyabiliriz. Başta da dediğim gibi dar boğaza düşmüşken, çıkmak için çabalanırken hayatımızdaki insanlara değerlisin demenin, bu değeri en çok hissettirmemiz gereken günlerin zamanı. Böyle zamanlarda evliliklere ve eşlere her zamankinden daha fazla iş düşüyor.
Destek olun... Elinizden hiçbir şey gelmeyeceğini düşünerek. Ben kendime ancak yetiyorum bakış açısıyla, kaçar gibi uzaklaşmayın. Çünkü bu ona yaşatabileceğiniz en kötü duygu. Bazen hiçbir yapmadan yanında durmaya devam etmek bile; ona inandığımızı, onu sevdiğimizi, bizim için kıymetli olduğunu düşünmesini sağlar.
Bir daha asla toparlayamazmış gibi düşünüp kendinizden ve heveslerinizden vazgeçmeyin. Düşünün, araştırın, sonuna kadar şansınızı deneyin...
Herkes hafife alır, ancak inanmak savaşmak için en kıymetli silahtır.
Çünkü hayat yalnız çabada olana cevap verir...