2015’te imzalanan Paris İklim Anlaşması gereği ülkelerin kendilerinin belirledikleri ulusal katkı beyanlarına göre hazırladıkları eylem planlarının 2020’de başlaması gerekiyordu. Eylem planlarının başlaması bir yana Covid-19 salgınıyla birlikte Glasgow’daki 26. Taraflar Konferansı COP26’nın ertelenmesinin ardından tüm bu taahhütlerin, güncellemelerinin derli toplu bir değerlendirmesi bile yapılmadı. BM’lerin Ekim ayının son haftasında yaptığı açıklama durumun vahametini çok net bir şekilde ortaya koydu aslında. BM yaptığı açıklamada “Sera gazı emisyonlarını azaltmaya yönelik mevcut taahhütlerin, gezegeni bu yüzyılda 2,7 C sıcaklık artışı yoluna soktu” diye söyledi. Genç kuşağın enerjisiyle 2019 yılında yükselişe geçen küresel iklim hareketi; emperyalizm, sömürgecilik, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, ırkçılık gibi konularda ilkesel yaklaşımları olan ve taktik/stratejilerini bu ilkeler çerçevesinde daha enternasyonal düzlemde kuran bir hatta girdi. Bu kümelenme tüm kıtalardan üye örgütlerin katılımıyla, kendini iptal edilen zirveye atıfla Glasgow Anlaşması adını verdikleri bir çerçeve metin etrafında örgütledi. Örgütler bu anlaşmayla kurumsal müzakerelere dayanan eylem ve söylem tarzından vazgeçtiklerini ve yollarına doğrudan eylemlerle devam edeceklerini açıkladılar. Burada örgütlerden kastedilen, kâr amacı gütmeyen nitelikteki yerel, bölgesel, ulusal veya uluslararası hem resmi hem de fiili toplumsal hareketler, kolektifler, taban grupları, dernekler, topluluklar ve sivil toplum kuruluşları gibi farklı grup türleridir ve bunlara siyasi partiler ve dini kurumlar dahil değildir.
Anlaşmanın amacı örgütler tarafından şöyle ifade edilmiştir: “Glasgow Anlaşmasının amacı, hükümetlerden ve uluslararası kurumlardan inisiyatifi geri almak ve iklim adaleti hareketi için alternatif bir eylem ve işbirliği aracı oluşturmaktır. Şimdiye kadar iklim adaleti hareketi, hükümetlere iklim konusunda harekete geçmeleri için baskı yapmaya ya da 1997 Kyoto Protokolü ve 2015 Paris Anlaşması gibi BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi çerçevesinde daha güçlü uluslararası anlaşmalar yapılması için zorlamaya oldukça fazla odaklandı. Bu arada emisyonlar ise artmaya devam etti. Glasgow Anlaşması, sivil toplumun kendi eylem planını önermesini, artık hükümetlerin ve uluslararası kurumların bunu yapmasını beklememeyi önermektedir”.
GLASGOW ANLAŞMASI;
Hükümetler, uluslararası kuruluşlar ve tüm ekonomik sistemin iklim krizini ele almada kullandığı kurumsal çerçeve, 2100 yılına kadar küresel ısınmayı 1,5 veya 2 °C’nin altında tutmada başarısız oluyor. Bu çerçevenin ortaya konulmasından bu yana gelişmiş ülkeler ve fosil yakıt endüstrisi gibi kirletici sektörler bu kurumsal çerçevenin tekrar eden başarısızlığını el altından yönettiler. Bunun yerine, sonuç alıcı adımlar ertelenirken ve sera gazı salımlarının artışının sürmesine izin verilirken sanki bir iklim eylemi yürütülüyormuş yanılsaması yaratıldı. Bu aktörlerin on yıllar süren müdahalesinin sonucunda zayıf taahhütlerin dahi gereğinin yapılması sürekli olarak reddedildi ve böylece iklim değişikliğiyle ilgili temel kurumsal düzenlemeler olan Kyoto Protokolü ve Paris Anlaşması, küresel sera gazı salımlarında iklim değişikliğinin en kötü etkilerini durdurmak için gerekli olan azalmayı sağlamamış oldu. Bir prosedür olmaktan öteye gitmeyen Paris Anlaşması da belirlemiş olduğu iklim değişikliğinin en kötü sonuçlarını önleme hedefine ulaşamayacak. Dünyada yüzlerce hükümet, belediye ve kuruluş iklim acil durumu ilan etti. Dünyanın dört bir yanında sokaklardaki kitlesel protestolarda, 2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarının en az yüzde 50 azaltılması gerekliliği üzerinde oluşan bilimsel konsensüs ile birlikte, aynı zaman dilimi içinde iklim adaleti için sonuç alıcı eylemlere geçilmesi çağrılarında bulunuldu. Bu hedeflerin herhangi bir aşamasına ulaşmak için hiçbir yeni fosil yakıt projesi ve altyapısı geliştirilmemelidir. Güçlü bir iklim adaleti hareketinin, bu köklü çelişkileri ele almak ve küresel anlatıyı kurumsal yetersizlikten kalıcı değişim getirecek toplumsal güce kanalize etmek için yeni ve güçlendirilmiş araçlara ihtiyacı var. Bu nedenle, imzası bulunan örgütler ve toplumsal hareketler şunları kabul eder;
A)Gerekli azaltımların ve iklim eyleminin politik çerçevesi, iklim adaletinin politik çerçevesidir; Bu çerçeve iktidarın, bilginin ve refahın yeniden dağıtılmasını savunan toplumsal ve politik bir talep olarak tanımlanmaktadır. İklim adaleti, doğal limitler ve kaynakların adil dağılımı çerçevesinde, geleneksel ve batılılaşmış bilgi sistemleri arasında gerçek bir bağlantı kurulmasını savunan yeni bir refah anlayışı önerir. İnsanlığın ve dünyanın, öncelikle de iklim krizini durdurmak için, ihtiyaçlarını ele alan kamusal ve katılımcı bir bilim çağrısı yapar. Bu anlamda:
• Tüm türlerin birbirine bağımlı olduğunu kabul eder. Sera gazlarının ve bağlantılı kirletici maddelerin üretilmesini ortadan kaldırmak amacıyla azaltım yapma ihtiyacını teyit eder;
• iklim adaleti yaşamı merkeze koyar. Bakım ekonomisini, toplumsal cinsiyet kimlikleri ne olursa olsun, hem evlerde hem de toplumsal yaşamda, bakım ve geçindirme faaliyetleri için kişilerin ortak sorumluluğu olarak kabul eder ve günlük hayata entegre eder.
• iklim adaleti ırksal adalettir. Yüzyıllardır süren sistemik ırkçılığı, sömürgeciliği ve emperyalizmi çözmek üzere toplumdaki yapısal değişiklikleri destekler.
• Gerçek ihtiyaçlara dayanan demokratik bir planlamayı savunarak ve baskı, dayatma ve el koymanın yerine, iş birliği, dayanışma ve karşılıklı yardımlaşmayı koyarak çevreyi ekonominin kuralları altında değil, tam tersi, ekonomiyi çevrenin kuralları altında olduğu şekilde kavrar;
• Ortadan kaldırılması, yeniden yapılandırılması ya da daraltılması gereken sektörlerde hâlihazırda çalışmakta olan işçiler için, bu işçilere başka bir ekonomi ve toplum koşullarında destek sağlayarak, enerji egemenliği ve enerji yeterliliğini önceleyerek gerçekleşecek adil bir geçişi savunur.
• Yerli toplulukların bilgi birikimlerini yeniden kazanmak, yaşam döngüleri ve ekosistemler üzerinde yararlı etkileri olan pratik insan faaliyetini teşvik etmek gerekir.
• Küresel Güney’e ödenmesi gereken tarihsel ve ekolojik bir borç olduğunu ve söz konusu borçların kökenlerinin durdurulması gerektiğini ortaya koyarak sömürgecilik, küreselleşme ve sömürüden en ön saflarda etkilenen topluluklar ve halkların zararlarının tazmin edilmesi gerektiğini savunur;
• Dünyanın en yoksul toplulukları evlerini ve geçim kaynaklarını kaybediyor, topraklarına ve kültürlerine verilen zararı yaşıyor ve acil mali kaynak ihtiyacı içindeler. Kayıp ve hasardan sorumlu şirket ve hükümetleri teşhir etmek ve en çok etkilenen insanların ve yerlerin sesini yükseltmek için küresel dayanışma ve baskıya ihtiyaç var;
• Göçmenlerin tam korumasını, hareket özgürlüğünü, medeni, siyasi ve ekonomik haklarını savunur;
• Üçüncü ülkelere karşı herhangi bir ucuzlatma olmaksızın, halkların kendi tarım ve gıda politikalarını tanımlama hakkı olarak gıda egemenliğini savunur;
• Kapitalizmi yaşam sistemlerinin ilkeleriyle bağdaşmaz bir sistem olarak kavrayarak, güncel olarak sermaye egemenliğinde yansıyan üstel ve sınırsız ekonomik büyümeye karşı çıkar;
• Yeşil kapitalizmi ve onun çevre ve toplum üzerindeki tüm etkilerini göz ardı ederek önerdiği çözümleri yanı sıra ekstraktivizmi reddeder.
B)Sera gazı emisyonlarını kolektif olarak azaltma ve fosil yakıtları yeraltında tutma ihtiyacını kendi ellerine almayı kabul eder;
C)Envanter oluşturulması; Ulusal ve uluslararası alanda paylaşılmak üzere her bölgedeki sera gazı salımlarından sorumlu ana sektörler, altyapılar ve gelecek projelerin bir envanteri oluşturulacak;
D)Envantere dayalı bir bölgesel iklim gündeminin oluşturulması; İklim gündemi, ilgili alandaki en büyük sera gazı emisyon kaynaklarının envanterinin içeriğini oluşturduğu, sahada çalışan topluluklar, hareketler ve örgütler tarafından tasarlanan bir eylem planıdır. Bizi, net bir iklim adaleti çerçevesi içinde 2100 yılına kadar küresel ısınmanın 1,5 ºC’nin altında kalacağı yola sokmayı hedefler;
E)Bahsedilen kurumsal çerçevedekilerle politik ve ekonomik işbirliğinden kaçınma ve şiddetsiz müdahale, özellikle de sivil itaatsizlik eylemleri Glasgow Anlaşması’nı gerçekleştirmede kullanılacak temel araçlardır.
F)Karşılıklı destek ve koordinasyon; İklim gündeminin nasıl eyleme geçirileceği üzerine yerel ve ulusal taktik ve stratejileri tanımlar, Glasgow Anlaşması’nın diğer örgütlerine destek çağrısı yapar, her örgüt birbirini destekler ve işbirliği yapar.
Küresel İklim değişikliğinden Türkiye’de en fazla etkilenecek bölgelerin başında Ege Bölgesi gelmektedir. Son 45 yılda Büyük Menderes Havzasında ortalama sıcaklık 1 derece artmış, gelecek 50 yıl içinde de 2.8 dereceye varan sıcaklık artışı öngörülmektedir. Adnan Menderes Üniversitesi tarafından yapılan çalışmalarda Büyük Menderes Havzasında en fazla sera gazı ve sıcaklık artışları Yatağan, Denizli, Aydın ve Sultanhisar’da meydana gelmiştir. Bu bölgelerde sera gazı ve sıcaklık artışlarının sebebi termik ve jeotermal santraller(JES)’dir. Aydın’daki JES’ler termik santrallerden 2 kat, dünyadaki JES’lerden 12 kat daha fazla CO2 salınımı yapmaktadır. Dünyada metre kare toprak yüzölçümü başına en fazla JES’in faaliyette olduğu Aydın İli tecrübeleri, JES’lerin adının önüne temiz-çevre dostu-sürdürülebilir ve yenilenebilir enerji kaynakları koymakla, JES’lerin yenilenebilir-temiz-çevre dostu ve sürdürülebilir olamayacağını göstermiştir. Bu isimleri halka dayatanlar Aydın’da JES’lerin finansal destekçisi ve ortaklığını yapan kapitalist küresel banka ve şirketleri ile, bunların Aydın’daki yerel işbirlikçileridir. Aydın’da yaşamı, ekolojiyi, tarımı, ekonomiyi sürdürülemez hale getiren bu oyunu bozacak tek güç Aydın halkının ortak iradesi, dayanışması ve süreçteki inisiyatifi yetkililerden kendi eline almasından başkası değildir. İşte bu kutsal yolda Glasgow Anlaşmasının savunduğu değerler Aydın halkına yol gösterici olacaktır.