Dünyayı kana bulayan bir adam, kendi kardeşi dahil milyonlarca insanın katili. Öldüğünde gazetelerin “ÖLÜM TACİRİ ÖLDÜ” diye yazdığı ve hayatı boyunca adının yanında ölümünde yazıldığı adam Alfred Nobel. Öldüğünden beri dünyada onun adına başta “BARIŞ ÖDÜLÜ” olmak üzere bilim ve sanat dalında ödüller dağıtılıyor. İster istemez aklıma deli sorular geliyor. Son dönemde kutsallık derecesinde biat etmeye başladığımız bilim ne kadar temiz? Bilim elbette hayatımız için çok önemli bir yer tutuyor. Birçok konuda bilimin ışığında yol alıp ilerliyoruz. İnsanlığa katkısı ne tartışılır nede inkar edilir. Ama bilim tek başına bir olgu değil. İnsan temelli her konu mutlaka bir noktada kötülüğe bağlanıyor. İnsan elindeki gücü kötülüğe kullandığı zaman şeytanı kıskandıracak, dehşet verici sonuçlar ortaya çıkıyor. Savaşlara karşı nefret duyan, savaş karşıtı oluşumlar kuranlar da insan, silah üreten, savaşan, ölen, öldürenler de insan. Silah üretip satarak para kazanan, hatta çok para kazanan insanlar olduğu müddetçe savaşların biteceğine inanmak ütopya değil mi?
Peki silah sektörü dışında dünyanın en büyük sektörü ne? İlaç sektörü. Bilimin arkasına sığınmış, tüm amacını insanları iyileştirme, insanlığa faydalı olma duygusuna saklamış ilaç sektörü, sizce tüm hastalıkları yok edip, tüm insanlığı iyileştirerek kendi sektörünü yok etmek üzere mi çalışıyordur, yoksa kendine daimi müşteriler oluşturmak üzerine mi? Sizi bilmem ama ben ilaç sektöründe başı çeken bilim adamlarının insanlığı bu kadar sevdiğine inanmıyor, inanamıyorum. 50 yılda mutasyon geçirmeyen virüse aşı bulamayan bilim, bir sene geçmeden zırt pırt mutasyon geçiren virüse çare buldu da hepimizi bu aşıyı olmazsak öleceğimize inandırdı. Nasıl inandırdı? Kendi doğrularını, kendi kurallarını yakıp yıkıp hiçe sayarak. Cebindeki paranın kaynağı meçhul sözde proflar kanal kanal gezip hergün korku pompalayarak öyle bir algı oluşturdu ki, kendi verdikleri rakamlara göre ölüm ihtimali %1 bile olmayan hastalığa tüm insanları öldürecek muamelesi yaptılar ve yapmaya devam ediyorlar. İşin en acı tarafı da bilime kadar iman etmişiz ki akıl yürütmeden bu saçmalığa inanıyor, inanmayanlarıda bilim düşmanı ilan ediyoruz. Oysaki bilimin temeli sorgulamaktır. Bilim dogma kabul etmez. Bilim her gelişimde bir önceki tezi inkar eder. Bilim ispata dayalıdır, ispat edilmemiş her söylem o söylemi yapanın tezidir, ve o kişi neyimin profesörü olursa olsun, o tez ispatlamana kadar bilimsel değildir. Bugün yüzde 1 bile olmayan ölüm korkusuyla üç tane profesörün ağzına bakıp, aksine inananları bilim düşmanı ilan edenler, Galilei Galileo dünya yuvarlak dedi diye yargılayanlarla aynı kafadadır. Bilime kadar uzak, bilime kadar düşmandırlar. Tarih her zaman Galileo gibi haklı çıkanları yazar. Onu yargılayan asıl bilim düşmanı şebeleklerin asla isimleri anılmayacak, asla onların bilimi kabul görmeyecektir. Dünyanın elitleri yazımın başında dediğim gibi, bir ölüm tacirinin adına her yıl “BARIŞ ÖDÜLÜ” vererek akıttıkları masum kanın üzerini örttüklerini sanıyorlar. Doğduğunu bildiği gibi öleceğini de bilen insanoğlu, yüzde 1 bile olmayan ölüm ihtimaline esir düşerek, inandığı tüm değerlere ihanet etmektedirler. Mustafa Kemal Atatürk’ün 100 sene önce söylediği gibi, bazıları ise “Gaflet, Dalalet ve Hatta Hıyanet İçindedirler.” Bu hıyanetin içindekilerden bazılarının her yıl 10 Kasımda en ön saflarda olan kişilerden oluşması da, ölüm taciri adına barış ödülü vermekle eşdeğer bir komedidir.