Toprak, yaşamın devinimini sağlayan en önemli ekosistemdir. Toprak ekosistemi, bitkiler için su ve besin maddesi sağlarken, kirleticileri temizleyerek ve uzaklaştırarak su kaynaklarını da korur. Toprak, canlılar için yaşam alanı, insan ihtiyaçları için gereken hammaddelerin kaynağı, sel ve baskın riskini azaltan bir unsur, kültürel ve tarihi varlığımızın devamı için de vazgeçilmezdir.
Kayaçların kopup bir avuç toprağa dönüşmesi yıllar süren meşakkatli bir süreçtir. O nedenle topraklar çok kıymetlidir. Oysa her geçen gün erozyon nedeniyle fiziksel olarak toprak kaybederken; kullanılan kimyasal girdiler nedeniyle de topraktaki biyolojik canlılığı kaybediyoruz. Toprak canlıdır ve yaşamın devamı için topraktaki canlılığa ihtiyacımız vardır. Toprak ancak sağlıklı ve üretken ise sürdürülebilirdir.
Uzun süredir yanlış tarım yöntemleri ile zarar verdiğimiz toprakları, gelecek nesilleri de beslenebilmesi için sadece fiziksel olarak korumak yeterli yeterli değildir. İçindeki canlılığı da koruyarak toprağımızı iyileştirmemiz gerekiyor.
Sağlıklı toprak, birbirleriyle karmaşık bir beslenme ağı dahilinde ilişkide olan organizmalarla dolu, canlı bir ekosistemdir. Sağlıklı toprak, sağlıklı mahsül verir. Bu ise canlıların sağlıklı yaşayabilmesi için olmazsa olmaz bir durumdur.
Ekonomisi önemli ölçüde tarımsal üretime dayalı olan ülkemizde toprak, yaşamın önemli öğesi olmanın yanında, belirleyici bir üretim bileşenidir. Tarımsal üretimin binlerce asırdır merkezi olan Anadolu toprakları, yanlış arazi kullanımı, aşırı otlatma, tarla olarak kullanılmak üzere arazi açma gibi insan yönetimine bağlı sebeplerle yoğun erozyona uğrayarak bugün sağlığını kaybetmiştir.
Türkiye Doğal Hayatı Koruma Vakfı 2021 yılında “Türkiye Tarım Topraklarının Dünü, Bugünü ve Geleceği” adlı bir rapor yayınladı. Türkiye’nin yüz ölçümünün yüzde 36’lık kısmını oluşturan ekilebilir arazilerin yaklaşık yüzde 20’de sulu tarım, yüzde 80’de kuru tarım yapılmaktadır.
Türkiye su fakiri ülke olduğu için sahip olduğumuz kullanılabilir yeraltı ve yerüstü su potansiyelinin yüzde 80’e yakını tarımsal sulama için kullanılmaktadır. Ülke topraklarının bu durumu, susuz tarıma eğilimi artırmış ve tahıl üretiminin tarımdaki payının yüksek olmasına yol açmıştır.
İyi nitelikteki bir toprağın asgari yüzde 5 oranında organik madde içermesi gerekir. Oysaki ülkemiz topraklarının yüzde 98’i organik madde bakımından fakirdir. Topraklarımızın sınırları içinde bulunan ormanlar, meralar ve tarım arazileri yıllarca yoğun kullanım neticesinde sürekli tahrip edilmiştir. Ülkemizde görülen arazi tahribatları ve çölleşmenin büyük bölümü, beşeri faaliyetler sonucu ortaya çıkmaktadır. Yaygın olarak uygulanan tarım yöntemleri toprağın kalitesini azaltmış; fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliğini yitirmesine, verimliliğinin düşmesine neden olmuştur. Çölleşme Hassasiyet Haritası’na göre Türkiye’nin yüzde 23’ü yüksek çölleşme hassasiyetine sahipken yüzde 51’i ise orta düzeyde çölleşme hassasiyetine sahiptir. Bunun anlamı Türkiye topraklarının yüzde 75’i çölleşme süreci içindedir.
Ülkemizde dünya ortalamasının yaklaşık 2 katı oranında görülen erozyon, toprak kayıplarının en önemli etmenidir. Yüz ölçümünün neredeyse yarısı yüzde 40’dan fazla eğime sahip olan ülkemizde; orman, mera ve tarım alanlarında ciddi bir erozyon sorunu yaşanmaktadır. Su ve rüzgar yoluyla oluşan toprak erozyonunun yol açtığı kayıplar sonucu Türkiye topraklarının üçte ikisi 50 santimetreden sığ hale gelmiştir. Bu durum ise tarımsal verimin azalmasına, erozyonun daha da şiddetli yaşanmasına sebep olmaktadır. Türkiye’de işlenen tarım arazilerinin yüzde 60’ı, mera arazilerinin ise yüzde 64’ü erozyona maruz kalmaktadır. Tarım topraklarımızı tehdit eden bir diğer önemli sorun da tuzluluktur. Türkiye’de sulu tarım alanlarının yüzde 20’si hatalı ve fazla sulamadan ötürü aşırı tuzlanmıştır. Türkiye’de tuzlanmanın etki ettiği en büyük alan, topraklarının önemli bir bölümü tuzlu taban suyu etkisi altında oluşan ve ülkemizin tahıl ambarı olan Büyük Konya Havzası’ndadır. Türkiye’de tarım toprakları erozyon, tuzlanma ve çölleşme tehlikesi ile karşı karşıyadır ancak bu sorunların yanı sıra bahsedilen unsurlarla tetiklenen ve tabloyu daha olumsuz kılan çeşitli faktörler de mevcuttur. Artan tarımsal girdi fiyatları yanı sıra iklim değişikliği kaynaklı olumsuz iklim koşulları da tarımsal üretimin barındırdığı belirsizlikleri ve riskleri artırmakta ve ülkemiz tarım topraklarını kaybetmektedir.
İşte tüm bu nedenlere bağlı olarak 2000-2019 yılları arasında Türkiye tarım alanları yüzde 8 azalmıştır. Bu tablo bize giderek artan nüfusun karşısında, kişileri besleyecek tarım alanlarının giderek küçüldüğünü göstermektedir.
Doğaya bağlı sürdürülen bir faaliyet olan tarım, iklim değişikliğinden en fazla etkilenen sektörlerden biridir. Ancak tarım, iklim değişikliğinden etkilendiği kadar iklim değişikliğine de sebep olmaktadır. Toprak işleme sonucu; toprak organik maddesinin yitirilmesi, makine kullanımı, gübreleme ve ilaçlama faaliyetleri karbon emisyonuna katkıda bulunur. İklim değişikliğinin tarıma etkisinin başında sıcaklığın yükselmesi, yağışların azalması ve bunlara bağlı olarak su kaynaklarında azalma, kuraklık ve aşırı hava olaylarında artış sayılabilir. 2019-2020 yılları döneminde Türkiye’de yağış miktarı uzun yıllara ait ortalamanın yüzde 19 altında gerçekleşmiştir. Türkiye’de yıllık ortalama sıcaklıklar, 1971’den günümüze dek artma eğilimi göstermektedir.
Yapılan analiz çalışmalarınına göre sıcak ortalamasının 1oC artması ile tarım alanlarında yüzde 3-9 arasında azaltma olmaktadır. Kuraklık kadar mevcut su kaynaklarının hatalı kullanımı da tarımı tehdit eden unsurlar arasındadır. Ülke çapında yaygın olarak uygulanan yüzeysel sulama yöntemleri, yoğun işgücü gerektirmesinin yanı sıra tarlalarda taban suyunun yükselmesine neden olmakta, tuzluluk ve alkalilik sorunlarına yol açmaktadır. Türkiye’de sulanan arazilerin yaklaşık yüzde 31’ine yaşanan tuzluluk ve alkalilik sorunu ise bu topraklardaki biyolojik çeşitliliği tehdit etmektedir.
Tarımsal faaliyetler hem toprak kirliliğinden doğrudan etkilenmekte hem de
kirliliğe sebep olmaktadır. Sanayileşmenin yoğun olduğu ya da termik santrallerin, jeotermal santrallerin bulunduğu bölgelerde, sanayi ve santral atıkları ile emisyonlar yüzünden tarım alanları kirlenmektedir. Bilinçşizce gübre, pestisit, hormon gibi kirleticilerin kullanılması; toprakları zehirlemekte, sulama ve içme sularını kirletmektedir. Meteoroloji Genel Müdürlüğüne göre 2016-2040 yılları döneminde Türkiye’de 0,5°C-1,5°C arasında ısınma olacak. Ege ve Akdeniz Bölgelerinde ise 1,5°C’nin üzerinde bir artış olacak. Özellikle kış mevsiminde, ülkenin büyük bir kısmında yağışlarda azalma beklenmektedir.
Türkiye’de yağış miktarının azalması ve uzun süren meteorolojik kuraklığın ardından ortaya çıkan tarımsal kuraklık ise ülkenin büyük kısmında üretim miktarı üzerinde olumsuz etki yaratacaktır. 1990’lı yılların başından itibaren Türkiye’nin tarım arazileri; tarıma elverişli arazilerin tarım dışı amaçlı kullanıma açılması, kapanan küçük ölçekli işletme arazilerinin tarım dışı kalması, hatalı tarımsal faaliyetler ve arazi kullanımı kaynaklı toprak bozunumu sonucu daralmaya başlamıştır. Türkiye’de tarım arazilerinin amaç dışı kullanımının en yaygın görüldüğü alanlar sanayi, kentleşme, konut inşaatı, turizm, madencilik ve ulaştırma amaçlı kamu yatırım alanları şeklinde sıralanabilir.
Ülkemizde tarım işletmelerinin büyük çoğunluğu küçük aile işletmelerinden oluşur ve sahip oldukları araziler parçalı ve dağınık yapıdadır. Bu yapısal bozukluk ise üreticilerin ölçek ekonomisinden faydalanmasını güçleştirirken, üretim ve ulaşım maliyetlerinin yükselmesine ve verim artırıcı önlemlerin alınmasının zorlaşmasına sebep olmaktadır.
1927 yılında, ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 76’sı kırsalda yaşarken 1960’lı yıllarda başlayan göç dalgaları ile nüfus kentsel alanlarda toplanmaya başlamış, bugün kırsal nüfus yüzde 7’lere düşmüştür. Hem kırsal nüfusun azalması hem de kırsalda kalan nüfusun yaşlanması, beraberinde işgücü sıkıntısı ve yeniliklere adaptasyonda zorlukları getirmektedir.
Tarım sektöründe verimlilik, kontrol edilemeyen (toprak ana materyali, iklim gibi) ve kontrol edilebilen (gübre, zehir, sulama, makine kullanımı maliyetleri gibi) birçok farklı unsura bağlıdır. Türkiye ekonomisinin en önemli sorunlarından biri tarım sektöründeki verimsizliktir. Bunun sonucu ise tarla verimini artırmak için kullanılan yoğun kimyasal gübre, kimyasal ilaç ve hormon gibi unsurların tüketimi artmaktadır. Fakat gelinen noktada bu maddeler, üreticilerin üretim yapabilmek için sağlıklı olmasına muhtaç oldukları toprağın canlılığını neredeyse tamamen yok etme noktasına getirmiş ve toprağın ürün verme kapasitesini azaltmıştır.
Sonuç olarak bakıldığında, gezegenimizdeki canlılığın devamı için en önemli varlıklarımızdan olan topraklarımızı, yanlış uygulamalar sonucunda hem fiziksel hem de biyolojik olarak hızlı bir şekilde kaybediyoruz. O nedenle dünyadaki tüm canlıların temiz suya ve gıdaya erişebilmesi için toprağın sağlığını korumaya ve artırmaya odaklanmamız gerekir. Bu hedeflere ulaşmanın tek yolu ise toprağın içindeki canlılığı geri getirmektir. Topraktaki mikrobiyolojik canlılığı korumak ve iyileştirmek; hem toprağın karbon tutma kapasitesini geliştirerek iklim krizi ile mücadele etmemizi sağlar hem de sağlıklı bir toprak besin ağı ile tarımsal sistemlerimizin iklim değişikliğine uyum sürecinde önemli bir adım atmamıza yardımcı olur. Türkiye’deki tarım toprağının canlılığını koruyacak ve iyileştirecek uygulamaları yaygınlaştırmak için kamu, özel sektör, kamuoyu ve sivil toplum tarafından ivedilikle; Tarım topraklarının amaç dışı kullanımı engellenmeli, tarım arazilerinin tahribatına neden olan tarım uygulamaları durdurulmalı, tarım toprağını korumayı amaçlayan uygulama ve politikalar teşvik edilmeli, tahrip edilmiş tarım toprağını iyileştirecek ve toprak canlılığını artıracak yenilikçi uygulamalar yaygınlaştırılmalı.