"Ağlayan gözlerinden ben mi damlıyorum,
Süzülüp akan yoksa ben miyim?
Belki çok sonbaharlı bir özlem bu
Yaprağın kaderi düşmekmiş. Gözbebeklerinden martılar uçuyor,
İçinde beyaz bir hüzün uluyor.
Vazgeçmek elimde değil gerisi boş.
Yaprağın kaderi düşmekmiş Bir damla gözyaşın karışsa sularımı beyaz eder.
Her zaman böyle bitimsiz ol,
Kimi zamanda öyle hüzünlü
Hoşçakal diyor gözler ahh
Yaprağım düştün mü. Görkemli bir geceye katılmış
Tek parça mor kadife bir elbisenin
İçindeki kadın gibi... YAŞAR GÜNAÇGÜN " Esintili bir eylül akşamından merhaba!
Yıllardır sesine ve müziğine hayran olduğum bir YAŞAR şarkısının güftesiyle başlıyorum satırlarıma.
Keşke demekten nefret eden biri olarak o kadar çok keşkelerimiz oldu ki bu lanet olası virüs yüzünden. Nice hayaller ertelendi nice ümitler....
Hayatımızın tam orta yerinden bal gibi karpuza batırılan kurban bıçağı misali mahvetti bizi.
Yaz aylarında tam bizi terk edecek bu illet derken sonbaharın göz kırpmasıyla yeniden arttı vakalar.
Bir de okulların açılmasıyla doğacak sonuçları hep birlikte göreceğiz.
Okulların açık olması bir eğitimci olarak benim en büyük temennim ANCAK,
Gerekli şartlar oluşturuldu mu sizce?
Daha dün Gaziantep'te bir ortaokulda 32 ila 38 kişilik sınıflarda ders yapıldığını öğrendim hatta derslerin saat 07:00 den önce başladığını da, üstelik bırakın her katta en az bir temizlik görevlisi olmasını, okulda bile temizlik görevlisinin olmadığını da...
Üç ay gibi uzun bir sürede biz neler yaptık arkadaş?
Bu şartları keşke geçen süre içinde düzeltseydik de daha huzurlu olsaydık.
Şartlar bu ve bunun gibiyken nasıl KEŞKE demeyelim, nasıl nefret edebilelim KEŞKE demekten?
Onların okulları hiç kapanmadı dediğimiz ülkelerdeki yaşam bizim yaşamımızdan çok farklı.
Bizim toplumumuzu başka Avrupa ülkeleriyle kıyaslamamak gerek.
Avrupalı, işe gider gelir. Çocukları okula gider kimseye temas etmeden eve gelir.
Fazla tokalaşmaz, hiç sarılmaz.
Merhaba der işyerine veya sınıfına girer hoşçakal der çıkar.
Bizde öyle mi ya, Oyunlarımız bile dokunmak üzerine "elim sende" veya "körebe" gibi.
Birdir bir ve uzun eşek cabası.
Bizim çocuklarımızı teneffüslerde kontrol altında tutabilmek o kadar zor ki, nöbetçi öğretmen arkadaşlarımıza çok iş düşüyor.
Aslında ders sayılarının 30 dakikada kalması ve teneffüs süresinin kısa olması bu kontrolü daha da kontrol edilebilirliği sağlıyordu ancak şimdi özellikle tam gün eğitim veren okullarda ders saati, uzun teneffüsler ve öğle yemeği saati her şeyin normale döndüğünü gösteriyor.
Bizler sağlıkçı değiliz sadece fikirlerimizi söyleriz.
Bu işin uzmanlarına kulak verip bu süreci daha az hasarla atlamak hepimizin ortak dileği.
Değerli büyüğüm, dostum Eğitim Uzmanı Sayın Cihat ŞENER'in hemen hemen her gün çeşitli TV kanallarında söylediği her bir kelama katılıyorum.
Çocuklar bizim her şeyimiz, başlangıçta onların derslerden çok birbirleriyle iletişim kurmaya, tanışmaya, kendilerini ifade etmeye ihtiyaçları var.
Yeni yen derslerle onlara klasik bilgi yüklemekten çok, fırsatlar vererek kendilerini ifade etme yetileri kazanmalarını sağlamalıyız.
Ayrıca, tarih ve yaşam eğitimleri bu süreci atlattıktan sonra verilebilir diye düşünüyorum.
Sonbaharda sadece kaderi düşmek olan yapraklar düşsün ve bu bize hüznü değil umudu müjdelesin ve artık bu illet bitsin.
Bahar gelince o yapraklar zaten yeniden yeşerecektir.
Sağlıcakla.....