Ankara Altındağ Mahallesi’nde yaşanan kışkırtma/provokasyon çok tehlikeli sonuçlar doğuracak cinsten. Sosyal medya ve bir takım politikacıların da buna zemin hazırlaması ayrıca üzerinde düşünülmesi gereken çok hassas bir husus. Bizler yüzümüzü asli medeniyetimize dönersek; çözümün orada olduğunu göreceğiz. Ne demek istiyoruz? Mekke Ruhunu Esas Alan Medeniyet Tasavvuru’nu esas alalım diyoruz. Yani… Bir arada yaşama kültürünü hayata geçirelim. Nedir bir arada yaşama kültürü? Bir arada yaşama kültürünün esas temeli, kindarlığı öteleyen bir medeniyet tasavvuru, âdil olmayı ve liyâkâtı merkez alırsa; o takdirde birlik ve beraberliğin mayası atılmış olunur. Bu temeli, İslâm Medeniyeti’nin kardeşliği ve bir arada yaşamanın şartlarını bize gösteren, müsamaha hudutları çerçevesinde affedicilik geleneğinde nasıl tesis edildiğinde aramak gerekir. Bir: Uhud Savaşı’nda Hz. Hamza (ra)‘ı, Cübeyr b.Mut’im’in kölesi Vahşi b.Harb (Köksal, 2005: 4/157), hunharca şehid ediyor. İki: Hz. Hamza (ra), Uhud Harbi’nde şehid olunca karnı yarılıp ciğeri çıkarılıyor, burnu ve kulakları kesiliyor (Köksal, 2005: 4/196). Vahşi b.Harb tarafından şehid edilen Hz. Hamza (ra)‘nın karnı yarılarak dışarı çıkarılan ciğeri, Ebü Süfya‘nın zevcesi Hind binti Utbe tarafından dişleriyle koparıldığı ve çiğneyip yutmaya çalıştıysa da yutamıyor ve ağzından dışarı atıyor (Köksal, 2005:4/187). Peygamber Efendimiz (sav), Hz. Hamza (ra)’ın nâşını bu hâliye görüp karşısında durunca: “Hiçbir zaman, bir daha seninki gibi bir musibete uğranmayacaktır. Hiçbir yerde, şu durduğum yer kadar beni kızdırıcı olmamıştır. Andolsun ki, Allah Kureyşlilere karşı beni muzaffer kılacak olursa, ben de onlardan otuz ölüye böyle yapacağım” (Köksal, 2005: 4/196). Ve Mekke Ruhu, neşvünemâ buluyor: Üç: İlâhî vaad gerçekleşti ve Mekke fethedildi. İslâm ordusu haşmetiyle Mekke şehrine girdi. Peygameber Efendimiz (sav), amcası Hz. Abbas (ra)’ı Mekke Müşrikleri’ne elçi olarak gönderdi ve ona şöyle dedi: “ Kim Allah’tan başka ilah olmadığına ve O’nun Bir olup eşi, ortağı olmadığına, Muhammed’in (sav) de O’nun kulu ve resûlü olduğuna şehadet ederse, kendisine eman verilmiştir.Kim silahını elinden bırakıp Kâbe’n in yanında oturursa, ona da eman verilmiştir.Kim kapısını üzerine kapayıp evinde oturursa, ona da eman verilmiştir.” (Köksal,2005: 6/388)“Kim Ebu Süfyan’ın evine girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir.Kim Hakîm b. Hizam’ın evine girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir.Kim kapısını üzerine kapatır ve elinden silahını bırakırsa, ona eman verilmiştir” (Köksal, 2005: 6/385). Dört: Peygamber Efendimiz (sav)’in Mekke’nin fethi sonrası irad buyurduğu Birinci Hutbesi’nde Mekkelilere hitaben: “Benim halimle sizin haliniz, Yusuf (as)’ın kardeşlerine dediği gibi olacaktır.Yusuf (as)’ın kardeşlerine dediği gibi, ben de:‘Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yoktur! Allah sizi yargılasın! O, Esirgeyicilerin En Esirgeyicisidir!’(Yusuf:92) diyorum. Gidiniz! Sizler, azad ve serbestsiniz” buyurmuştur. (Köksal, 2005: 6/426-427). Beş: Ebu Süfya’nın karısı Hind binti Utbe’nin beyatına karşılık ona “Hoş geldin” (Köksal, 2005: 6/442) buyuruyor ve Hind’in ikram ettiği oğlak kebabını kabul ediyor (Köksal, 2005: 6/444). Altı: Ebu Cehil’in oğlu İkrime’nin Müslüman olurken ki hitabı: “Yâ Rasulullah, Sana karşı yaptığım bütün düşmanlıklar, müşrikliğin yayılması ve üstün gelmesi arzusuyla sana karşı attığım bütün adımlar, sana karşı geldiğim bütün yerler, senin yüzüne karşı veya arkandan sarfettiğim bütün sözler için bana Allah’tan mağfiret dilemeni istiyorum” dedi (Köksal, 2005: 6/456). Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav): “Ey Allahım, Onun bana karşı yaptığı bütün düşmanlıklardan, Senin yolundan çevirmek maksadıyla gittiği, içinde erişeceği yere kadar adım attığı ve bununla da Senin nurunu söndürmeyi arzuladığı her yerdeki tutum ve davranışlarından doğan günahlarını bağışla. Onu aleyhimde, yüzüme karşı veya arkamdan işlediği bütün kötülükleri de bağışla” buyurarak dua etti (Köksal, 2005: 6/456). Yedi: Mekke’nin fethi esnasında müslümanlara karşı düşmanlıklarıyla tanınan on kadar kişiyle birlikte Hz. Hamza (ra)‘ı şehid eden Cübeyr b.Mut’im’in kölesi Vahşi b.Harb (Köksal, 2005: 4/157), umumi affın dışında bırakılmıştı. Bu sebeplerden dolayı Vahşî b. Harb, Mekke’nin fethinden sonra Tâif’e kaçtı. Bu arada kendisine Hz. Muhammed’in (sav) İslâm’a girenleri affettiği bildirilince Medine’ye gitmeye karar verdi. Bunun üzerine Medine’ye giden Vahşî, Mescid-i Nebevî’de Resûl-i Ekrem (sav)’in huzurunda müslüman oldu. Vahşî, Resûlullah’ın huzuruna çıktığında veya onun kendisine haber gönderip İslâm’a girmesini istediğinde Vahşî günahkâr olduğunu söyleyerek tereddütlerini ifade edince Resûl-i Ekrem (sav), “Kim tövbe edip iyi davranışlarda bulunursa şüphesiz o kişi tövbesi kabul edilmiş olarak Allah’a döner” âyetini okumuştur (el-Furkān 25/71). Bunun üzerine Vahşî, “Ey Allah’ın Resulü! Ben neredeyse küfre denk bir günah işledim. Allah bunu da hasenata çevirir mi?” diye sormuş, Resûlullah da, “Allah kendisine ortak koşulması dışında bütün günahları dilediği kimse için bağışlar” âyetiyle (en-Nisâ 4/116) cevap vermiştir. Bununla da tatmin olmayan Vahşî, “Burada Allah’ın dilediğini affedeceği bildiriliyor, beni bağışlamayı diler mi dilemez mi bilmiyorum” deyince, Hz. Peygamber, “Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin, çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O çok bağışlayan, çok esirgeyendir” âyetini okuyarak (ez-Zümer 39/53) Vahşî’nin bütün endişelerini gidermiş, bunun ardından Vahşî İslâm’a girmiştir. Bu sırada Vahşî’den amcasını nasıl şehid ettiğini anlatmasını isteyen Resûlullah(sav), onu dinlerken büyük bir teessüre kapıldı. Bununla birlikte Resûl-i Ekrem Efendimiz (sav), Vahşî’yi cezalandırmadı. Sadece amcasının katledilişini hatırlamak istemediğinden gözüne görünmemesini istedi (Küçükaşcı, 2012: 450-451). Veda Hutbesi, bir arada nasıl yaşanılacağını esas alır Veda Hutbesi, başlıbaşına bir mutabakat sözleşmesidir. Bir arada yaşamayı, birlik ve beraberliğin yol haritasını bize göstermiştir. İstikameti kaybettiğimizde, gideceğimiz ciheti şaşırdığımızda nasıl davranacağımızı, nereye müracaat edeceğimizi emretmiştir. Veda Hutbesi’nin, birliktelik irfanına, asgari müştereklerde buluşmamıza amir ifadeleri şöyledir : “ Ashabım! Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız. O’da sizin yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız!...Ne zulmediniz, ne zulme uğrayınız...Dikkat ediniz, cahiliyeden kalma bütün adetler kaldırılmıştır. Ayağımın altındadır. Cahiliye devrinde güdülen kan davaları tamamen kaldırılmıştır. Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız birdir. Hepiniz Adem’in çocuklarısınız. Adem ise topraktandır. Arabın arab olmayana, arab olmayanın da arab üzerine üstünlüğünün olmadığı gibi kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Ey müminler! "Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler Allah’ın kitabı Kur an-ı Kerim ve Peygamberinin sünnetidir. Müminler! "Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz. Müslüman müslümanın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir Müslüman kardeşinin kanıda, malı da helal olmaz. Fakat malını gönül hoşluğu ile vermişse o başkadır. ” Hülasa… Bu tür tehlikeli kışkırtmalar kimsenin işine yaramaz. Sadece kargaşa çağına hizmet edecektir. Unutulmamalıdır ki sosyal ya da siyasal meselelerin çözümü hiçbir zaman kargaşa/kaosun içinden çıkmadı… Çıkmayacaktır da. Birlikte ortak bir gelecek vandallıkla inşa edilemez. Biz Selçuklu’nun… Osmanlı’nın ahfadıyız. Farklılıklarla, farklı kültürlerle, inançlarla yaşayamayan bir millet değiliz. Aksine sulh ve selâmet düzeni içinde, adalet ve hakkaniyet ilkeleri çerçevesinde nasıl yaşanabileceğini bütün dünyaya gösterebilmiş tek medeniyetin çocuklarıyız. Vesselam. Kaynakça KÖKSAL, M.Asım (2005): İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık, Gerçek Hayat Dergisi Kültür Yayınları, İstanbul. KÜÇÜKAŞCI, Mustafa Sabri (2012), “Ebû Desme (Ebû Harb) Vahşî b. Harb el-Habeşî” maddesi, Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi, cilt: 42, sayfa: 450-451, İstanbul.