Politika, belirli bir sorunun çözümü için geleceğe yönelik olarak alınması gereken önlemlerin ve benimsenen ilkelerin bütünüdür. Çevre Politikası ise bir ülkenin çevre sorunlarının çözümü yönündeki ve bu alandaki, tercih ve hedeflerinin belirlenmesi olarak tanımlanmaktadır. Çevre politikası, toplumların sağlıklı bir çevrede yaşamalarının sağlanmasını ve doğal varlıkların korunmasını hedefler. Çevre politikasının belirlenmesinde ve uygulanmasında temel koşullar; çevre sorununa tanı konulması, çevre sorununun çözüm yöntemine karar verilmesi, belirlenen çözüm yöntemi ve politikaların uygulanmasının sağlanmasıdır. Yöntem açısından çevre politikaları onarımcı ve önleyici politikalardır.
Günümüzde dünyada çevre sorunlarının, insanlığın ve dünyanın kaderini etkileyecek bir aşamaya gelmesi, küreselleşme sürecinin ve kapitalist ekonomik büyümenin doğal varlıklar üzerinde yarattığı sorunlar ve yıkımlar, ekoloji ve çevre bilimini bütünleşik bir çalışmaya yöneltmiştir.
Türkiye’de çevre koruma politikalarının oluşması sürecinde, başlangıçta sorumluluk, merkezi devlet mekanizmalarında iken, son yıllarda yerel yönetimlere devredilmeye başlamıştır.
1961 Anayasası devlete, “iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı demokratik yollarla gerçekleştirmek; bu maksatla milli tasarrufu arttırmak, yatırımları toplum yararının gerektirdiği önceliklere yöneltmek ve kalkınma planları yapmak” ödevini yüklemekteyken bu hüküm, 1982 Anayasası’nda köklü değişikliklere uğradı, kalkınma planları temel politika belgesi olmaktan çıkmaya başlamıştır. Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı’nın kurulduğu 1960’lı yıllarda başlayan, “beş yıllık kalkınma planları” ulusal çevre politikalarının oluşması ve gelişmesinde ilk ve temel belgelerdir. Planların iktisadi felsefeleri ve yaklaşımları dönemsel olarak birbirinden farklı özellikler taşımaktadır. 1960 öncesi sanayi planları devletçi, 1960-1980 planları karma ekonomi, 1980-2000 planları liberal olarak nitelendirilebilir. Türkiye’de, Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı ile birlikte (1973-1977), çevre sorunlarına yönelik politika belirleme yönünde ilk adımlar atılmaya başlamıştır. Burada, ülkenin su, hava ve kıyılar gibi belli başlı sorunlarına dikkat çekilmekte ve bunların bir bütün olarak, planlama sistemi içinde incelenmesinin gereği vurgulanmaktadır. 1985-1989 dönemini kapsayan Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planında; kentleşme, sanayileşme ve tarımda modernleşmenin yarattığı çevre sorunlarının çözümünde temel ilkeler ortaya konmuştur. Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planında (1990-1994) benimsenen temel çevre politikası, insan sağlığını ve doğal dengeyi koruyarak, sürekli bir ekonomik büyüme sağlanmasıdır. Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (2000-2007) hazırlık sürecinde de Çevre Özel ihtisas Komisyonu kurulmuştur. 2007-2013 dönemini kapsayan Dokuzuncu Kalkınma Planındaki çevre politikası; “İstikrar içinde büyüyen, gelirini daha adil paylaşan, küresel ölçekte rekabet gücüne sahip, bilgi toplumuna dönüşen, AB’ye üyelik için uyum sürecini tamamlamış bir Türkiye’dir.”
Türkiye’de çevre politikalarının oluşturulması ve çözüm önerilerine yönelik en önemli çalışma ve politika belgesi Ulusal Çevre Eylem Planı (UÇEP) olmuştur.
Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı döneminde hazırlanan UÇEP Raporu, bugüne
kadar çevre alanında hazırlanmış Türkiye’deki en kapsamlı rapordur.
Ülke olarak bugün geldiğimiz nokta ve içinde bulunduğumuz ekolojik yıkım itibarı ile, çevre politikalarının etkin ve işlevsel olabilmesi için yeni bir bakış açısına ve anlayışa ihtiyaç olduğu açıktır. Bu anlamda çevre politikasının hayata geçirilmesinde temel dayanak, doğa ve insan merkezli etik bir felsefe olmalıdır.
Ülkemizde çevre-insan ilişkilerinde ve bu yöndeki yasal düzenlemelerin uygulanmasında sorunlar vardır. Bu noktada, çevre felsefesi bağlamında “çevre etiği” kavramı; doğaya saygı ve gelecek kuşaklara yönelik sorumluluk duygusunu geliştirmek için yeni bir çözüm yolu olarak öne çıkmaktadır.
Çevre alanında etik, çevreye ilişkin değerlerin ve doğadaki varlıkların tümünü anlatmak için kullanılır. Bu değerler bütününün birincil temeli doğaya saygı, ikincisi ise insan kişiliğinin ve sorumluluklarının geliştirilmesidir.
Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu çevre sorunlarının temelinde, Türkiye’de kamu yönetiminin yapısal sorunları ile birlikte, yıllardır derinleşen ve çeşitlenen çarpık sanayileşme, hızlı ve plansız kentleşme ve tüm bu süreçlerin
zaman zaman nedeni, zaman zaman da sonucu olan toplumsal, siyasal ve ekonomik sorunlardır. Bugün Türkiye’de gerek politika alanında olsun, gerekse de örgütlenme, kurumsal gelişmeler ve yasal düzenlemeler alanında olsun, bir karmaşanın varlığından söz edilebilir.
Ülkemizde, onarımcı ya da önleyici, bazı durumlarda da zorlayıcı çevre politikalarının hayata geçirilmesi gereği açıktır. Bu kapsamda siyasal iradenin rolü yanında, toplumsal ve ekonomik sorunların da belirli ölçülerde çözülmüş olması, çevre alanındaki uygulamaları daha öncelikli kılabilecektir.
Hükümetlerin uyguladığı çevre politikalarının, yurttaşların katılım ve önerileri ile şekillenmesi, sivil toplum kuruluşlarının bu süreçte üstlenebileceği önemli görevler, çevre politikalarının çok daha kapsayıcı olması sonucunu doğuracaktır. Çevre Politikaları’nı etkin kılan başlıca unsurlar; politika belgelerinin demokratik ölçülere göre katılımcı bir tarzda hazırlanması, çevrebilimsel ve teknik doğruları içermesi, kamu ve toplum yararını temel alması, insan ve doğa öncelikli bir eksene sahip olması olarak özetlenebilir.
Sonuç olarak, uygarlık ve insanlık tarihinde, yeni ve karmaşık bir dönemden geçilmektedir. Bilim ve teknolojideki gelişmelerle, iletişim ve bilgi toplumunun yarattığı küreselleşme, beraberinde doğal varlıkların tükenmesi ve yok olması tehlikesini gündeme taşımaktadır. Bu arada, “önce gelişme, sonra çevre” yaklaşımının, son yıllarda ekonomik gelişmelerin ve küreselleşmenin yaşamı tehdit ettiğinin algılanması ile birlikte, yerini gelişme ve çevre arasındaki denge düşüncesine bıraktığı görülmektedir.