Bir girdaptır yerlilik değerlerini müdafaa edenlerin halleri. Asıl kıymetleri muhafazanın, güçlünün elinden, dilinden, kaleminden, sesinden, müziğinden, edebiyatından, tarihinden, sanatından, estetiğinden, mimarisinden; velhasıl yüzünü döndüğü batıdan el almakla mümkün olduğunu düşünmektedirler. Düşünmekle kalmazlar; bunu fikrî ve fiili olarak isbat-ı vücut etmeyi ihmal etmezler. Düşünce kalıplarını hâkim uygarlıktan teksir ettiği için yerliliğini bu ithal fikriyatla yaşamaya ve yaşatmaya kalkarlar. Böylesi kesimlerin/ferdlerin sağı-solu, islamcısı-muhafazakârı olmaması da nasıl bir fikri dönüşümün mahsulünün ortada kol gezdiğini -kederli- bir vaziyette görmekteyiz. Her zaman, bir yere ait olanların ‘bizdensin’ muamelesiyle karşılanmasına mukabil, tahakküm edenin farklı/ karşı cepheden, fikirden, cenahtan, uygarlıktan (medeniyetten değil); yani boy ölçmeye mecalimizin, takatımızın yetmediklerine ezilmişlik hissiyatıyla, “hidayete” ermişlere kazanılmış zafer edasıyla yaklaşılmıştır. Bu, maalesef acziyetimizin bir eseridir. Bizden olmayan kudret sahiplerinin, hâkim zihniyetin “hidayet” bulması için yapmadığımız şaklabanlığın -haydi biraz daha hafifletelim- geri kalmışlığımızı açığa vurmamız; üçüncü dünya ülkelerinin mensupları gibi hareket etmemiz; varlığımızdan haberdar olmadığımızı göstermektedir. Kıymet ölçülerimizden tamamen uzaklaştığımızı, bize ait olanlardan utandığımızın bir işaretidir. Ülkemizde o kadar kıymetli âlimlerimiz, mütefekkirlerimiz, münevverlerimiz varken; yine tarihimizin tozlu raflarında müfessirinden kelamcısına, edebiyatçısından şairine, müthiş mimarından hendese bilginine “bilge ve hikmet” sahibi değerlerimiz mevcutken; bunları yok sayarak yeni türemiş ucube bir devletçik gibi batıdan “hidayet “ bulmuşlara sarılmamız; güçlüden gelen iyidir anlayışının bizdeki tezahürü çok acıdır. Tabi ki batıdan gelen/hidayet bulan bizim için muhteremdir. Takdire şayandır. Başımızın tacıdır. Bu ayrı bir bahistir. Şöyle bir sual soralım: Bir caminin kapısından ibadetini yapmanın huzuruyla çıkıp gitmek üzere iken karşınıza çıkan mavi gözlü, sarışın, uzun sakallı Müslüman olmuş bir batılıya muhabbetle selam verip hoş geldiniz dediğinizde kendinizde hangi hissiyat tezahür etmektedir? Nasıl bir ruh haliyle Batı’dan ihtida etmiş bir kişiye bakıyorsunuz? Acaba aynı mukabeleyi ve muhabbeti bir Afganlı, Hintli, Pakistanlı, Türkistanlı; hatta zenci bir Müslüman’a gösterir miydiniz? Bu şekilde bir hal meydana geldiğinde cemiyetimizin herhangi bir mensubunun sarışın, mavi gözlü, sakallı Müslüman’a daha farklı yaklaşacağını tahmin etmek zor değil. Bizden uygar! birinin müslüman olması; inancımızı tasdiklemesinden ötürü kıymet arz etmektedir. Modern bir batılı müslüman oldu ya; haklılığımız perçinlendi ya; artık biz hakiki bir müslümanız! Halbuki İslam, aynı İslam. Din, aynı Din. Kitap ve Sünnet aynı… Farklı olan ne? Biz müslümanların ram olmaklığından başka değişen bir şey yok. Sadece müslümanlar metbu iken tabi konumuna düşmüş. Hâkim iken mahkûm olmuşuz. Bunun neticesinde de yâd ellerden medet ummaktayız. Binaenaleyh, kendi haklılığımızı Aydınlanma Felsefesi’nin imbiğinden geçmiş batılı değerlerde arıyoruz. Tabiatıyla fen ve teknoloji sahasında rüştünü ispatlamış batılı ilim erbabının yazdıkları, ezilmişlik, geri kalmışlık saikiyle hareket edenlerin gözünde başucu mesabesinde yerini alması kaçınılmaz oluyor. Yerliliklerinden taviz vermeyen bir kısım “Müslüman Aydınların” bizlere, dinimizi öğretirken yegâne kaynak olarak gösterdikleri ‘üstün güç batılıların’ eserleri sayesinde tarihimizdeki-hususiyle Osmanlı-Türk tarihindeki- kıymetlerimiz tarihin tozlu raflarına kaldırılmasına yardımcı olmuşlardır. Böylesi “Müslüman Aydınlar”ın oryantalist bakış açısıyla bizi, bize; onların penceresinden baktırarak nasıl büyük bir hataya düştüklerinin ya farkında değiller, ya da bunu bilerek yapıyorlar. İkincisi tehlikelidir. Özellikle ikinci kısım “Müslüman Aydınlar”ın İslâm’ın şerefli erliğini yapmış Müslüman-Türklerin İslam ve diğer medeniyetlere hediyesi ve hizmeti olan değerli kaynaklarına sırt çevirmişlerdir. Burası çok gariptir. Şarkiyatçı fikrin “ilmilik” süsüyle bu şekilde neşvünema bulması kaçınılmaz olarak bazı şüpheleri de beraberinde getirmektedir. Birtakım “Müslüman Aydınların” ve ”müslüman kardeşlerin” evrenselliği müdafaa uğruna yerliliği(sahih değerleri, daha açık bir ifadeyle, Ehl-i Sünnet akidesini)bertaraf edici hal ve hareketlerinin mevcudiyeti tehlikeli gidişatı hızlandırmaktadır. Zikredilen eşhasın(kişilerin)/ kolektif hareket edenlerin bilerek veya bilmeden yaptıkları, müstemlekeciliğin ileri karakolu vazifesi ifa eden oryantalizmin gönüllü misyonerliklerinden başka bir şey değildir. Velev ki bunların iddiaları aksi bile olsa… Kişinin lafına bakılmaz; yaptığı iş aynasıdır. Bir de bunlar hâkim gücü arkasına almışlar. Astıkları ve kestikleri de işin cabası… Tarih bunları yazarken mutlaka değerlendirecektir. Hayırla yâd edilmeyecekleri muhakkak… Hamiş:Bütün okuyucularımın mübarek Kurban Bayramını tebrik ediyorum.