İslâmî kaynaklarda, insanların gereğini yerine getirmekle yükümlü oldukları haklar “Allah’ın hakları” (hukūkullah) ve “kulların hakları” (hukūk-ı ibâd) şeklinde başlıca iki kısma ayrılmış, bazı kaynaklarda bunlara bir de hem Allah hakkı hem kul hakkı sayılan haklar eklenmiştir. Hukūkullaha riayet “Allah’ın emrine saygı” (et-ta‘zîm li-emrillâh), hukūk-ı ibâda riayet ise “Allah’ın yarattıklarına şefkat” (eş-şefekatü alâ halkıllâh) deyimleriyle ifade edilir. Allah’ın emrine saygı, O’nun varlığına ve birliğine iman edip hükümlerine uygun şekilde yaşamakla gerçekleşir. Kul hakları ise genellikle insanların canları, bedenleri, ırz ve namusları, mânevî şahsiyetleri, makam ve mevkileri, dinî inanç ve yaşayışları gibi konulardaki kişilik haklarıyla mallarına ve aile fertlerine ilişkin haklarından oluşmakta ve bunlara yönelik olarak yapılan kötülükler, verilen zararlar kul haklarına tecavüz sayılmakta, bu tecavüz de “mazlime” ve bunun çoğulu olan “mezâlim” kelimeleriyle ifade edilmektedir.
Hz. Peygamber (s.a.s.), üzerinde kul hakkı bulunan kişilerin, hak sahibi olan mazlumlardan helallik almalarını öğütlemiştir. Bunun yapılmaması durumunda hesap gününde haksızlık yapan kişinin salih amellerinin, haksızlığı ölçüsünde alınarak hak sahibine verileceğini, eğer verilecek salih amel bulunamazsa o zaman da mazlumun günahlarının zâlime yükleneceğini belirtir (Buhârî, Mezâlim, 10). Yine Peygamberimiz (s.a.s.), imkânı olduğu halde zamanı gelmiş bir borcu ödemeyenlerin kul hakkını ihlal ettiğini şöyle ifade eder: “Ödeme gücü olan zengin kişinin, ödemeyi ertelemesi zulümdür.” (Buhârî, Havâle, 1)
Görüldüğü üzere kul hakkı, kişinin Cennet ya da Cehennem’e gidişinde önemli ölçüde belirleyici bir rol oynamaktadır. Allah’ın huzuruna kul hakkı ile çıkmanın, çok ağır bir vebâli vardır. Çünkü böyle bir günahın Allah tarafından bağışlanması, hak sahibinin affetmesi şartına bağlanmıştır. Hak sahibi, hakkını almadıkça veya bu hakkından vazgeçmedikçe, Allah kul hakkı yiyenin bu günahını affetmemektedir. Çünkü ilâhî adalet, bunu gerektirir. Veda hutbesinde Resûlullah (s.a.s.), “Ey insanlar, sizin canlarınız, mallarınız, ırz ve namuslarınız, Rabbinize kavuşuncaya kadar birbirinize haramdır (dokunulmazdır).” (Buhârî, Hacc, 132) buyurmuştur.
Buna göre, gasp, hırsızlık veya izinsiz alma gibi yollarla elde edilen haram para veya mal, sahipleri biliniyor ise kendilerine yahut mirasçılarına, bilinmiyor ise fakirlere veya hayır kurumlarına onların namına sadaka olarak verilmelidir. Ayrıca, yapılan bu kusurlardan dolayı da Allah’tan af ve mağfiret dilenmelidir. Mal ya da darp gibi şeylerle ilgili olmayan gıybet, bühtan gibi hak ihlallerinde en doğrusu, hak sahibine durumu anlatıp helalleşmek olmakla beraber, her zaman bu şartı yerine getirmek mümkün olmadığından ya da insanlar bundan çekindiklerinden, kendi adına tövbe edip, hak sahibi namına da istiğfar etmek, dua etmek ya da hayır hasenat yaparak sevabını ona bağışlamak, bu tür hak ihlallerine keffaret olur (İbn Teymiyye, el-Fetâva’l-Kübrâ, I, 113).
İslam’ın kul hakkına verdiği önemi belgeleyen, R.SAV.in ömrünün son anlarında meydana gelen yüzlerce sahabinin gözü önünde cereyan eden ibretli ve hikmetli bir olayı sizlerin yüksek anlayışına sunacağım…
R.SAV.in amcasının oğlu İbni Abbas RA hazretleri bildiriyor: R.SAV.in ömrünün son günlerinde hastalığı sırasında R.SAV. Bilali Habeşi RA hazretlerini çağırdı. Bütün sahabilerin mescidi nebeviyyede toplanmalarını emir buyurdu. Yüzlerce sahabi mescitte toplandılar. R.SAV. hasta Hz. Ali ve fazlı RA.nın omuzlarına kollarını koyduğu halde mescide getirdiler. R.SAV. iki rekat namaz kıldılar. R.SAV. hutbede Allah’a hamdü senadan sonra ashaba şöyle hitab etti:
Ey muhacir ve ensar, bugün sizleri burada önemli bir açıklama için topladım. Sahabiler, dikkatle R.SAV.i diniyorlardı. Devamla: Bugün benim dünyada son, ahirette ilk günümdür. Kainatın yüce yaratıcısı Hz. Allah cc. Hazretleri, beni dünya ve ahiret arasında tercihimde serbest bıraktı. Ben ahireti tercih ettim. Çünkü dünya fani, ahiret bakidir. Ben dünyamı ahiret için kullandım. Ben size nasihatci ve davetciyim. Bu bana yüce Allah tarafından verilmiş kutsal bir emirdir.
Sizlere karşı sonsuz şefkatli bir kardeş, merhametli bir baba gibiyim. Ümmetim benim en kıymetli varlığımdır. Şimdi ise ben aranızdan ebediyyen ayrılıyorum. Birgün gelecek hepimiz bir arada toplanacağız. O yer mahşer günüdür. O günde insanlar arasındaki ana baba evlat kardeş akraba eş dost bütün yakınlık bağları kopacak. Hak hukuk hususunda bütün acıma duyguları ortadan kalkacak. Herkes kendi derdinin çaresini arayacak. Ana baba evladın, evlat anası babasından herkes birbirinden hakkını ister korkusu ile kaçışacak. O gün öyle bir adalet tecelli eder ki, herkes hakkıyla hakkını alır. Boynuzsuz koyun boynuzlu koçtan hakkını kesin alacaktır.
Ey ümmeti ashabım. O gün gelmeden zora dara düşmeden eğer içinizden birinize vurmuşsam, işte buradayım. Gelsin o da bana vursun. Birinizin malını almışsam gelsin alsın. Kimin canını incitmişsem gelsin hakkını alsın diyerek üç kez ashaba hitab etti. Üzerimde kimsenin hakkı kalmasın.
Bunun üzerine kalabalık cemaatin içinden bir sahabi ayağa dikildi. Bu kişi ashabın ileri gelenlerinden Ükkaşe RA hazretleri idi. Mihraba, R.SAV.in yanına geldi ve, Ya Resulallah SAV. Anam babam canım size feda olsun. Üç seferdir and içip bende hakkı olan gelsin hakkını alsın dediniz, ben de hakkımı istemeye geldim. Ama sizden davacı değilim. Allah sizi bütün günahlardan korumuştur. Ama şöyle bir olay oldu aramızda. Ey Allah’ın resulü. Sizinle beraber Hazit muharebesine katıldım. Sizinle yan yana giderken ben devemden indim, siz devenizin sırtında idiniz. Siz hayvanı hareketlendirmek için olmalı ki, kamçınızı salladınız ve benim sırtıma değdi ve sırtım acıdı. Bu bir haksa kararını siz verin ya resulallah SAV. dedi. Ağzına kadar dolu olan camide bir feryadü figan koptu. İnsaf ey Ükkaşe, Allah’ın resulü size nasıl kasten vurur, diyorlardı. R.SAV. Hz. Bilal’e, Ya Bilal, Hz. Fatıma’ya git, kamçımı al ve buraya getir, buyurdular.
Hz. Bilal kamçıyı Hz. Fatıma’dan istedi. Fatıma Bilal’e kamçıyı neden istiyorsun dedi. Resulallahın emridir. Resulallaha kısas yapılacak deyince Hz. Fatıma yere yığıldı. Meleklerin yüzüne bakmaya kıyamadıkları kainatın efendisi nasıl kamçılanır. Hz. Bilal kamçıyı getirdi ve Hz. Muhammed SAV.e verdi.
Allah’ın kutlu resulü, Ükkaşe’ye, al kamçıyı ben sana nasıl vurmuşsam sen de bana ne fazla ve ne de noksan vurma. Hakkını al, buyurdular.
Bunun üzerine kamçıyı eline alan Ükkaşe RA. Sizin kamçınızın bana değdiğinde benim sırtım çıplaktı, deyince, R.SAV. sırtındaki gömleği başına doğru sıyırdı, buyur, vur dedi. Bu arada Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin R.A.ın gözyaşları içerisinde ileriye atıldılar.
Ükkaşe’ye, bu nasıl cüret, bu nasıl iş, işte sırtımız istediğin kadar vur ama R.SAV.e bunu yapma diye ağlaştılar. R.SAV, ey benim canlarım, oturunuz yerlerinize. Unutmayınız, hiç kimse kimsenin günahını yüklenemez. Zerre kadar hayır işleyen karşılığını alır, zerre kadar şer, kötülük yapan da cezasını kendi çeker buyurdular.
Ükkaşe RA. bu sırada elindeki kamçıyı yere attı. Ve R.SAV.in sırtındaki iki küreği arasında bulunan nübüvvet mühürünü ki kudretten Lailaheillallah, Muhammedünrrasülallah yazılı idi, tağzimle eğilerek nübüvvet mührünü öptü ve canım sana feda olsun ya resullah. Benim maksadım mübarek şehadet mührünüzü görmek ve onu öpmekti. Cehenneme haram kılınan mübarek vücuduna değen bedenimi ulu Allah yakmaz diye düşündüm dedi ve R.SAV. ey ashabım, cennetlik birini öpmek isteyen Ükkaşe’ye baksın, buyurdular...
Bu olay bize R.SAV.in kul hakkına karşı nasıl hassas olduğunu, bizlerin de hiç kimsenin insanın, hayvanın, doğanın, şahsın, ailenin, kamunun ve özelin hakkından bir zerre bile olsa üzerimize geçirmememiz gerektiğini önemle belirtmiş oluyor. Kul haklarını ancak hak sahibi bağışlar ve bunun için ulu Allah “bana kul hakkı ile gelme” buyuruyor. Bizlerin mahşerde başımızı ağrıtacak en önemli günahlar kul haklarıdır.