Ormanların kralı aslan, bir gün yakaladığı avı Kurt’un önüne bırakarak en adil bir şekilde hayvan ailesinin üyelerine paylaştırmasını ister. Kurt, bütün hayvanlara eşit dağıtım yaptıktan sonra tekmil verir. Bu dağıtım Aslan’ı sinirlendirir. Bu öfkeyle Kurt’u bir pençede yere serer. Etrafa göz atarak, daha adil bir dağıtım yapacak olup olmadığını sorar. Tilki, hemen görevi kabul eder. Aslan’ın hoşuna gidecek bir paylaştırma yapar. En lezzetli parçaları Aslan’a verir. Ondan artanlarını kendisine ve geri kalan kemik vesaireleri de diğer hayvanların nafakası olarak takdim eder. Dağıtım tekmilini Aslan’a bildirdikten sonra Aslan: -Sen bu kadar güzel adaleti kimden öğrendin?, der… Tilki: -Şurada yatan Kurt’tan, diye cevap verir *** İdareye talip olanlar, kendilerinin kuru… Halkının sulu …. Kendilerinin yamalı… Milletin yeni… Kendileri çorba… İdare edilenlerin etli… Kısaca, diğerkâmlıktan öte, “isar” telakkisi hakikate dönüşürse, o zaman “sosyal adaletten” bahsedebiliriz… Böylesi adalet; âdildir. *** Ama, benim adamım… Benim akrabam… Benim dayım… Benim grubum… Benim eşrafım… Benim hem şehrim… Benim yandaşım… Benim… benim… benim… Yani, ene… ene… ene… Hep bana… hep bana düşüncesi “güç adaletidir”… Bu, güçlünün adaletidir… Bu, dalkavukluğun adaletidir… Bu, liyakatsizliğin adaletidir… Bu, ihtirasın adaletidir… Bu, emaneti ehline veril(e)meyişin adaletidir… Bu, enaniyettir… Sonu, hüsrandır…