Sabahın erken saatlerinde uyandım.
Röpteşambırımı üzerime geçirip, balkona çıktım.
Taze sıkılmış portakal suyumu yudumlarken bir fabrikada işçi olarak çalışan fakir bir tanıdığım aradı.
Hoş beşten sonra da konuya girdi.
“Abi benim bi kız arkadaşım var. O da bizim fabrikaya yakın bir yerde çalışıyor. Evlenmeye karar verdim, o da istiyor. Evlilik teklifi yapacağım ama nasıl yapayım, ne diyeyim bilemedim. Sen böyle işleri bilirsin, ne söyleyeyim de ‘evet’ desin” diye sordu.
Bütün fakirleri kendisine arkadaş olarak seçen, fakirler sayesinde zengin bir aristokrat olmanın ayrıcalıklarının farkında biri olarak hemen akıl verdim.
“Hayırlı olsun. Evlenin tabi. Bence önünde diz çöküp, ‘Maaşlarımızı birleştirirsek daha güçlü oluruz’ dersen kesinlikle ‘hayır’ diyemez” dedim.
Çok mutlu oldu ve hemen, “Evet abi haklısın kesinlikle ekonomi bilgimi ön plana çıkartıp onu etkilemeliyim” diye yorumladı söylediklerimi.
*
Bu ekonomi bilgisiyle ömür boyu fakir kalacağını söylemedim tabi ki.
Portakal suyumu yudumlamaya devam ederken müzisyen bir arkadaşım aradı.
Yasakların kısmen kalktığını, mekanların açıldığını, belli bir saate kadar program yapacaklarını söyleyerek davet etti.
Fırsat bulursam geleceğimi söyledim ve sohbet devam etti.
“Abi iki yıl oldu pandemi nedeniyle işsiz kaldık. Bir tek Aydın Büyükşehir Belediyesi destek oldu bize. Anlamadığım şey her yer açıkken, restoranlar ve eğlence yerlerine neden saat sınırı koyuluyor? Biz müzisyenler insan değil miyiz? Neden müzikten bu kadar korkuyorlar? Bu virüs sadece restoranlarda mı, eğlence yerlerinde mi bulaşıyor? Virüs gece 12’den sonra mı müzikle yayılıyor? Abi sen gazetecisin bizim sesimizi duyurur musun? Ama benim ismim geçmesin” dedi.
“Duyurmam” dedim.
Arkadaş şaşkınlıktan konuşamazken devam ettim.
“Sen ismini vermeyip başkaları senin hakkını savunsun istiyorsun. Senin hakkını savunsam ve aristokrat yaşantım zarar görse, kafanı kuma gömer sen beni savunmazsın. Kendi hakkını savunmayanın başkasının hakkını savunamayacağına eminim. Kusura bakma” dedim ve kapattım telefonu.
*
Canım sıkıldı haliyle.
Sosyal medyada gezinmeye başladım.
Bi baktım Aydın’ı çok seven, bir dönemin de en hızlı FETÖseverlerinden olan Özışık kardeşlerden biri KHK ile görevden alınan binlerce kişiyi göreve geri döndürmeyle övündüğü için gündem olmuş.
Gezinirken bir diğer Özışık kardeşin Aydın ile ilgili bir videosuna rastladım.
İzledim haliyle. Bir de baktım ki benim de adımın geçtiği bir videoymuş.
Adamın anlattıklarındaki tek doğru cümlesi var “ Aydın Büyükşehir Gazeteciler Cemiyet Başkanı ismi Cem Ulucan. Tanımam bilmem, o da beni tanımaz bilmez”
O kadar şey anlatıyor söylediği tek doğru cümle bu “Tanımam bilmem”
*
Sosyal medyada gezinirken gazeteci Can Ataklı’nın da gündem olduğunu gördüm.
Baktım neymiş diye.
Can Ataklı, televizyon programında bir konudan bahsederken arada 'Selamün Aleyküm' şeklinde selam vermenin yanlış olduğunu söylemiş.
Türkçe konuşmaya dikkat çekmek istemiş aslında ama bu ülkede çok tehlikeli bir konuya değindiği için de linç edilmiş haliyle.
Anlattığı asıl konu unutulmuş, herkes nasıl selamlaşmak gerektiğini konuşmaya başlamış.
Ataklı’nın kendince haklı yönleri olabilir ancak ülkenin bin tane sorunu var. Siz bu sorunların önüne geçecek başka bir tartışmanın fitilini yakıyorsunuz.
*
Bir tarafta yukarıdaki tanıdıkları sayesinde kamuya müdahale eden ve aracılık faaliyeti yapan gazeteciler, diğer tarafta söylediklerinin yüzde doksanı yalan olan sözde gazeteciler, öte tarafta komisyoncu, çantacı tavşan gazeteciler, bir diğer yanda hala şekilcilik üzerinden algı yapan gazeteciler.
Kendimize çeki düzen vermemiz gereken çok şey var anlayacağınız.
*
Kurt postunda nice çakal görmüş biri olarak söylüyorum.
Takke, tesbih, sakal ile nasıl Müslüman olunmuyorsa, kravat takarak da dinsiz olunmuyor.
Takılmayın böyle şeylere, işin özünü kaçırmayın.
Bırakın kim neye inanırsa inansın.
Bırakın kim sabaha kadar eğlenmek istiyorsa eğlensin, kim sabaha kadar ibadet etmek istiyorsa etsin.
Bırakın insanlar isterlerse ‘Alekta movik movik’ diye selamlaşsın. DEZENFEKTAN İÇER MİSİNİZ?
Bereketli toprakların adı Aydın’ın en sevdiğim özelliklerinden birisi de hemen hemen tüm cadde ve sokaklarda görebileceğiniz turunç ağaçları.
Aydın’a ilk geldiğimde onları portakal zannedip, “Ohaa sokaklar hep portakal dolu” dediğim de doğrudur.
Hatta koparıp yemeye çalıştığımı da inkar etmemeliyim.
Eminim ki Aydın’a sonradan gelen herkes benzerini yaşamıştır.
*
Sonradan öğrendim ki burada turunç, pidenin yanındaki ekşi olarak veriliyor.
Reçeli de yapılıyor.
*
Nazilli’de de turunç ağaçları kentin her yerinde var.
Geçen hafta Nazilli’ye gittiğimde belediyeye de uğradım.
Başkan Kürşat Engin Özcan’ın danışmanı Ali Deniz Keşkür ile çay içip sohbet ederken, fotoğrafta gördüğünüz ürünü getirdi.
“Nedir bu?” dedim.
“Abi bizim Nazkoop diye bir kooperatifimiz var. Nazilli de sokaklarda yetişen ve bugüne kadar büyük çoğunluğu çöp olan turunç bitkilerini toplayıp turunç sirkesi ve turunçlu temizlik maddesi ürettik” dedi ve bir tane hediye etti.
*
Nazkoop ve turunç sirkeli dezenfektan üzerine sohbet ederken çayımız da bitti.
Tam “Tazeleyelim” diyecektim ki, “Dur abi ben sana başka bir çay ikram edeyim” dedi.
*
İki bardak çay getirdi, birinin üzerinde küp küp elma parçaları var, diğerinin rengi daha koyu ve içinde pütür pütür bişeyler var.
“Alicim bak ben arsitokrat bi adamım, bilmediğim şeyi içmem” dedim.
“Abi sen bi yudum al sonra konuşalım” dedi.
Sadece bir yudum diye başladım ama iki bardağı da bitirdim.
Biri elma çayı, diğeri nar çayı.
Öyle sallama poşet falan da değil.
Bildiğiniz organik.
Özellikle elmayı çok sevdim. Bundan sonra sabahları taze sıkılmış portakal suyu yerine doğal elma çayı içebilirim.
*
Hediye edilen turunç sirkeli dezenfektanı da alıp Aydın’a döndüm.
Funda’ya “Bak sana ne getirdim. Bi dene bakalım “ dedim.
Denedik.
Turunçlu temizlik maddesi, kireçli ve yağlı yüzeylerde etkili.
Banyo ve mutfak temizliğinde kesinlikle kullanışlı.
Temizlik maddesi olmasının yanında kuvvetli bir dezenfektan.
İçerisinde hiç bir kimyasal olmadığı için gönül rahatlığıyla içilebiliyor.
Yani banyoyu, mutfağı bununla temizliyorsunuz, ellerinizi bununla dezenfekte ediyorsunuz, sonra da içebiliyorsunuz.
Anlayacağınız katkısız, doğal ve ekonomik temizlik nazkoop ile gelecek.
*
Nazilli Belediyesi şimdilik bu ürünü Nazilli ekonomisine kazandırmış, Aralık ayında turunçların yetişmesiyle birlikte seri üretime geçip Türkiye ekonomisine kazandırmayı düşünüyor.
Tabi sadece turunç sirkeli temizlik ürünü değil, belediye de bana ikram ettikleri elma ve nar çayı da Nazkoop aracılığıyla Türkiye’nin her yerinde olacak.
MİNNETARLIĞINIZIN FARKINDAYIZ
Geçtiğimiz hafta Zeybek Haber Gazetesi’nin manşetinde yer alan haberi hatırlarsınız.
Bazı vatandaşların çekip yolladığı fotoğraflardı haberin konusu.
CHP’li Efeler Belediyesi’nin şirketi Efebel A.Ş.’nin hizmet verdiği ofislerde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurtarıcısı ve kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün fotoğrafının yan duvarda küçük olarak asıldığı, Efeler Belediye Başkanı Fatih Atay’ın fotoğrafının ise makam masalarının ardında büyükçe asılı olduğu açıkça görülüyordu.
*
Haberin yayınlanmasının ardından o fotoğraflar değişti.
Mustafa Kemal hak ettiği yere konuldu.
Efeler Belediyesi ve Efebel A.Ş. çalışanları da Atatürk portresi olan fotoğrafların önünde fotoğraf çektirip, sosyal medya hesaplarından “Atatürk sevgimiz tartışılmaz” yazılı görseller paylaştı.
*
Ancak sorun şu ki, biz kimsenin Atatürk sevgisini tartışmıyoruz.
O belediyede çalışan personelin Atatürk sevgisini de sorgulamıyoruz.
Mesele, yedi düvelin işgal ettiği bir ülkede milletinin gücünü arkasına alıp, onlara önderlik eden, küllerinden yeni bir ülke kuran, yaptığı reformlarla yepyeni bir gelecek bırakan Mustafa Kemal’i sevip sevmemeniz değil.
Mesele size bir vatan bırakan ve ebediyen kalbimizde yaşayacak Mustafa Kemal’in portresini bir köşeye asıp, size makam, mevki veren ve gelecek yarınlarda hatırlanmayacak bir belediye başkanına olan minnettarlığınızı milletin gözüne sokmanız.
*
Haberden sonra yapılan paylaşımlara yorum yapanlara da baktım.
Bir belediye çalışanı haberi yapan gazeteciyi suçlamış ve “Bunların Allah’ı 10, peygamberi 5 lira” diye yazmış.
Çevrenizdeki gazeteci geçinenlerin menfaatsiz kalem oynatmayacağına ne kadar da alışmışsınız ki, herkesi aynı değerlendirebiliyorsunuz.
Biz sizin de geçmişinizi biliriz.
“Yanlış” olduğu aleni bir şekilde ortada olan bu olaya, ailenizden 4-5 kişiyi belediyede işe alan, size de makam veren başkanınıza minnettarlığınız nedeniyle yanlışa “Yanlış” diyemediğinizin farkındayız.
GÜNÜN FIKRASI
Polis memuru hızlı giden bir otomobili durdurdu ve kadın sürücüye:
“Hanımefendi hız limitini aştınız” dedi.
Kadın:
“Ben öğretmenim bırakın gideyim, derse geç kalıyorum” diye kendini savundu.
Polis memuru:
“Demek öğretmensiniz. Hep bu anı bekledim” dedi.
Kadın:
“Nasıl yani? Anlamadım” diye şaşkınlıkla konuştu.
Polis memuru bir kağıt uzatarak:
“Tamam şimdi bu kağıda 1000 kere ‘Bir daha hızlı gitmeyeceğim’ yazın” dedi.
GÜNÜN TESPİTİ
“..köpeklerin en büyük korkusu, sahipleri ölürse ‘aç kalma’ korkusudur..” BEN
“..konuşmayı severim, fakat herkesle değil..” GÜNÜN SÖZÜ
“..açıklamalarla vaktini harcama.. insanlar sadece duymak istediklerini duyar..” KADINLAR ERKEKLER
“..erkekler 10 dakikada yesin diye, kadınlar 2 saat ‘sarma’ sarar..”