İklim değişikliği, karşılaştırılabilir bir zaman diliminde gözlenen doğal iklim değişikliğine ek olarak, doğrudan ya da dolaylı olarak küresel atmosferin bileşimini bozan insan etkinlikleri sonucunda iklimde oluşan bir değişikliktir.
İklim değişikliği günümüzde, en büyük çevresel, sosyal ve ekonomik tehditlerden birisi olup, etkileri şimdiden gözlenmekte ve gelecekte daha da belirgin hale geleceği kestirilmektedir.
İklim değişikliğinin sonucu ortaya çıkan küresel ısınmanın en önemli nedeni sera gazları emisyonlarıdır. Fosil ve biyokütle yakıtlarının kullanılması, insan kaynaklı sera gazı salınımların en büyük kaynağını oluşturmaktadır. Sera gazlarının en önemlisi atmosferde uzun bir yaşam süresi olan karbondioksittir (CO2).
Enerji sektörü dünyada sera etkisi yaratan çevre sorunlarının yüzde 52’sinden sorumlu iken, Türkiye’de yüzde 77’den sorumludur. Bu sonuç Türkiye’nin ihtiyacı olmamasına rağmen gelişmiş ülkeler tarafından enerji üssü yada çöplüğü haline getirildiğinin en önemli bulgusudur.
İklim değişikliğine bağlı olarak yeryüzü ve su kütlelerinin ortalama sıcaklığı, 1861’den beri artmaktadır. Türkiye, küresel ısınmanın potansiyel etkileri açısından dünyada risk grubu ülkeler arasındadır. İklim değişikliğine bağlı olarak Türkiye’de gözlenen değişikliklerin en göze çarpan özelliği, yaz sıcaklıklarındaki artışlardır. Yaz sıcaklıkları, çoğunlukla, Türkiye’nin Batı ve Güney-Batı bölgelerinde artış göstermektedir. Bunun yanısıra, son 50 yıl içinde kış mevsiminde Türkiye’nin Batı illerine düşen yağış miktarı, önemli ölçüde azalmıştır.
Küresel ısınma sonucu, özellikle su kaynaklarında azalma, orman yangınları ve kuraklık ile bunlara bağlı ekolojik bozulmalar olacaktır. Akarsu havzalarındaki yıllık akımlarda meydana gelecek azalma sonucunda kentlerde su sıkıntıları başlayacak; tarımsal ve kentsel su gereksinimi artacaktır. İklim değişikliği nedeniyle su kaynaklarındaki azalma, tarımsal üretim üzerinde olumsuz etki yapacaktır. Kurak ve yarı kurak alanların genişlemesine ek olarak, yıllık ortalama sıcaklığın artması, çölleşmeyi, tuzlanmayı ve erozyonu arttıracaktır. Mevsimlik kar ve kar örtüsünün kapladığı alan azalacak, karla örtülü dönem kısalacaktır. Kar erimesinden kaynaklanan akış zamanı ve hacmindeki değişiklik, su kaynakları, tarım, ulaştırma ve enerji sektörlerini olumsuz etkileyecektir. Bunlara ek olarak küresel ısınma, buzulların erimesi, deniz düzeyinin yükselmesi, iklim kuşaklarının kayması gibi değişikliklere de neden olacaktır.
Türkiye’de küresel ısınmanın nehir akımlarını azaltacağı; bunun bir sonucu olarak akışa göre su çekim oranının artacağı; havzalardaki su istemlerindeki artışın su kıtlığı yaratacağı; 2030 yılında İç ve Batı bölgelerinde yüzde 40'ı aşan oranda, Güneydoğu ve Doğu bölgelerinde ise yüzde 20-40 dolaylarında su stresi yaşanacağı öngörülmektedir.
Dokuz Eylül Üniversitesi tarafından yapılan çalışmada, Büyük Menderes ve Gediz havzalarında iklim değişikliğinin, havzalarda daha şimdiden görülen su kıtlığı ve suya hasret kalma sorunlarını, kapsam ve boyut açısından, önemli ölçüde arttıracağı gösterilmiştir (Harmancıoğlu ve ark. 2007).
Nitekim 2021 yılının Haziran ayını yaşadığımız bu günlerde Büyük Menderes Nehri’nin su akışı daha önce hiç olmadığı kadar azaldı, nehir neredeyse kurudu. Nehir yatağında akan ise sadece arıtılmamış endüstriyel ve kentsel atıksular kaldı.
İklim değişikliğine bağlı olarak Türkiye’de artan şekilde su kıtlığının yaşanması, su kaynaklarının varlığının ve kalitesinin, suların tarımsal sulamada kullanımının, suların tarımsal sulamaya uyumunun ve randımanlı kullanımının, suyun iletilmesi ve depolanmasının, sulama sistemlerinin önemini arttırmıştır.
Dünyada ve Türkiye’de su kaynaklarının büyük bir kısmı tarımda kullanılmaktadır. Su kaynaklarının tarımda kullanılan kısmı az gelişmiş ülkelerde yüzde 86’larda iken gelişmekte olan ülkelerde yüzde 40 civarındadır. Bu bize gelişmiş ülkelerde su kaynaklarının büyük bir kısmının endüstride kullanıldığını göstermektedir.
DSİ projeksiyonlarına göre 2030 yılında Türkiye’de su kaynaklarının yüzde 65’i tarımda, yüzde 20’si endüstride, yüzde 15’i evsel tüketimde kullanılacak.
DSİ tarafından yapılan sulama şebekelerinin yüzde 96’ı yüzey sulama yöntemlerine, yüzde 3’ü yağmurlama, yüzde 1’i damlama yöntemine göre planlanmış, inşa edilmiş ve işletilmektedir (Kanber ve ark., 2005).
Damla sulama yönteminde salma sulamaya göre yüzde 70 daha fazla toprak sulanmaktadır.
Dünya ölçeğinde iletim ve depolama kayıplarının yüzde 30 civarında olduğu kestirilmektedir. Su iletim randımanı, toprak kanallarda yüzde 70, beton kaplı kanallarda yüzde 85, kanaletlerde ise yüzde 97 kadardır. Basınçlı boru hatlarında ise yüzde 100’e ulaşır. İletim ve dağıtım sistemlerindeki açık kanalların, kayıpları en aza indirgeyen kapalı boru sistemlerine dönüştürülmesi, hem su kayıplarını en aza indirme olanağı sağlar hemde su dağıtımında otomasyonu kolaylaştırır.
Küresel ısınma ile su kaynaklarında hem miktar, hemde nitelik azalması meydana gelecektir. Bu durum sulama amacıyla kötü nitelikli suların kullanımını gündeme getirecektir. Tuzlu ve atık su kullanımının birim hacim için maliyetleri ise (2-20 $) yüksektir.
Küresel ısınma döneminde bunların yanında suların tekrar kullanımı, kısıtlı sulama, sulama programlaması, su hasadı, küçük rezervuarlar ve yer altı sularının beslenmesi uygulamalarına da önem verilmelidir.
Türkiye’de tüm bu çalışmaların başarıya ulaşması için, suyun verimli kullanımı açısından 25 havzanın ayrıntılı su kullanım kuralları oluşturulmalı, sulanan alanlarda bitki su gereksinimini azaltmak için bitki deseni değiştirilmeli, tuza ve kuraklığa dayanıklı bitki türleri geliştirilmeli, ekonomik olmayan bitkilerin su kullanımı azaltılmalı, suyun buharlaşma yoluyla kaybı azaltılmalı, su kullanıcıları eğitilmeli, su politikaları ve yasal önlemler güncellenmeli, küresel ısınmayı önlemeye yönelik iklim ve çevre dostu politikalar uygulanmalıdır.
Türkiye’de, su konusunda gerekli olan ayrıntılı yasalar hala çıkarılmamıştır. Özellikle yeraltı sularının çok dikkatli ve denetimli olarak kullanımına yönelik yasaların bir an önce çıkarılması ve uygulanması gerekmektedir. Türkiye’nin en az yağış alan bölgelerinden biri olan Konya Ovası’nın buğdaydan 6 kat fazla su isteyen şeker pancarı tarımına açılması bu açıdan önemli bir hatadır.
Küresel ısınmanın etkisiyle tarımında önemli verim kaybı yaşayacak Türkiye’nin tarım topraklarını kaybetmemesi, su kaynaklarını cömertçe kirletmemesi gerekmektedir. Bu nedenle tarım toprakları üzerinde hızlı kentleşme ve sanayileşme yaşanmasına izin verilmemeli, topraklar özenle korunmalı,
ormanların ve meraların tahrip edilmesinin önüne geçilmelidir.