Çok kıymetli Aydın Ses okurları, değerli takipçilerim merhabalar, Bugün sizlerle Türkiye’nin bitkisel doğal zenginliklerinden, adî (yaygın) porsuk (Avrupa porsuğu) türümüzü konuşalım istedim. İnşallah ilginizi çeker. İnşallah yazdım, Çünkü; Rabbimiz, “Allah'ın dilemesine bağlamadıkça (inşallah demedikçe) hiçbir şey için ‘Bunu yarın yapacağım.’ deme. Bunu unuttuğun takdirde Allah'ı an ve: ‘Umarım Rabbim beni, doğruya bundan daha yakın olan bir yola iletir’ de.” (Kehf, 18/23-24.) buyuruyor. Peygamberimiz efendimizin (as) “İki günü aynı olan ziyan etti. İki günü eşit olan aldanmış; bugünü dününden kötü olan ise lanetlenmiştir (Beyheki) [1 ]” hadis-i şeriflerini ise duymayanımız yoktur. İnşallah iki günü eşit olanlardan olmayalım. Öğrenmeye ve bildiklerimizi paylaşmaya devam; inşallah. Çok güzel, güzel olduğu kadar da elzem bir sözdür “inşallah” demek. Hafızam beni yanıltmıyorsa 1998 yılıydı. Isparta‘da SDÜ Orman Fakültesinde göreve başlayalı daha iki yıl olmamıştı. Orman Mühendisliği Anabilim Dalında yüksek lisans öğretimine başlamıştık. Trabzon KTÜ Orman Fakültesinden öğrencimiz, hemşerimiz Teoman bey Sandıklı’dan derslere katılıyordu. Derslerimizden birinde, “Hocam Sultandağı’nda porsuk var dediler. Olabilir mi?” diye bir soru yöneltince inanamadım. Fakat doğada olmaz olmazdı. Kendisine “Dal, kozalak örneği getirebilir misin?” dedim. Bir sonraki derse elinde mukavva bir kutu vardı. İbreli bir dal getirmişti. Hayretle tespit ettik ki, bu bir porsuk (Taxus baccata ) dalıydı. Neden hayret ettik? Porsuk nemli bölgelerin, Türkiye’de Karadeniz bölgemizin ağacıydı. Yarı-kurak Afyon Sultandağı’na nasıl gelmişti? İlk fırsatta asistan arkadaşlarla beraber Afyon’a gittik. Orman yolu bitinceye kadar Teoman beyin arazi aracıyla gittikten sonra herhalde iki saate yakın, keçi yolu patikalarda yürüdük ve sonunda iki porsuk bireyine ulaştık. Her iki birey hakim bakısı kuzey olan yamacın sırta yakın kısmında, yani bulunduğumuz Bölge itibariyle, diğer bakılarla kıyasladığında daha nemli bir ortamda yaşamaya devam ediyordu. “Hocam biz porsuğu hayvan bilirdik. İnanın adını da ilk defa duyduk. Neden porsuk ağacı?” diyenleriniz mutlaka var. Evet neden porsuk ağacı? Porsuk ağacını tanıtmama gerek yok. Merak eden “Google” amcaya soruversin lütfen. Ben farklı bir olgudan bahsetmek istiyorum. Paylaştığı yetişme ortamındaki diğer orman ağacı türlerine kıyasla yapacak odun değeri yeni yeni anlaşılmaya başlanan, dışındaki kırmızı arillus nedeniyle meyveleri zehirli bilinen, çok yavaş büyümesi nedeniyle ormancılıkta ayak bağı gibi değerlendirilip, gençleştirme yapılacak birçok yerde sökülüp yok edilen talihsiz türlerdendir Avrupa porsuk ağacı (Taxusu baccata) ile Pasifik porsuk ağacı (Taxus brevifolia). Yapraklarını yiyen hayvanlarının zehirlenmesi hatta ölmesi de bu türlerin genç-yaşlı gözetmeden tahribini hızlandırmış ve aslında doğal olarak yayıldığı alanlarda tek tük kalmıştır. Yine hoş bir anımı hatırladım. Yazmadan geçemeyeceğim. Merhum hocam Prof. Dr. Gökhan ELİÇİN 1982 yılında Orman Botaniği II derslerimizden birinde porsukları işlerken anlatmıştı. Hikâye şöyle: Hocamız bölge şefi olarak Orta Karadeniz bölgemizde bir ilçede göreve başlıyor. Ormanını tanıma çalışmalarından birinde, yol üzerinde hayatta kalmaya çalışan bir porsuk ağacı görüyor. Mahiyetindekilere bu ağaçtan başka var mı diye soruyor. Olmadığını öğreniyor. Hatta yapraklarını yiyen hayvanlarının zehirlendiği, bu sebeple halkın kestiği kendisine anlatılıyor. Hocamız bu garibi kesilmekten kurtarmanın çaresini düşünmeye başlıyor ve aklına çok hoş bir fikir geliyor. Ağacın dibinde şühedadan birinin gömülü olduğu, şehidin rüyasında kendisine göründüğü ve mezarının yapılmasını istediği masalını uyduruyor. Hemen ağacın, yoldan da rahatça görülen tarafına, kurallarına uygun, yani başı doğuda ve yüzü kıbleye dönük olarak bir mezar yaptırıyor. Civardan toplattığı taşlarla mezarın etrafını kuru taş duvarla çevirip ilk çaputu da ağacın görünen bir dalına bağlıyor. Bir süre çalıştıktan sonra, Fakülteye asistan olunca, oradan ayrılıyor. Hocamızın yıllar sonra yolu şeflik yaptığı bu ilçeye düşüyor. İşletme şefini ziyaret ediyor. Sohbet sırasında aklına bu ağaç geliyor ve yaptıklarını anlatıyor. Şef ağacın o mezar sayesinde kutsallaştırıldığını ve bir ziyaret yerine dönüştüğünü anlatıyor. Ağacı görmeye gidiyorlar. Rahmetli hocamız ağacın her dalında çaput bağlı olduğunu, bazı insanların gelip dua ettiklerini gülümseyerek anlatmıştı. Ağaçları koruma yöntemlerinden birini ve sanıyorum en etkilisini böylece öğrenmiş olduk. Dostlar Covid-19, ölümüne sebep olduğu insan sayısına bakıldığında, 24.04.2021 Saat 12:33 itibariyle resmi rakamlarla vefat sayısı Türkiye’de 37.672, Dünya’da 3.101.080. Doğru, fakat kanser vakaları hâlâ gündemdeki yerini muhafaza etmeye devam ediyor. 1970’li yıllara gelindiğinde tıp dergilerinde Pasifik porsuk ağacının kabuğundan izole edilen Taxol ile kanser tedavisi üzerine pekçok makale yazıldığını görüyoruz. Hikâye şu: 1960’da, A.B.D.’de, bitki tarama projesine başlanıyor. İkinci yaşımı idrak ettiğim 1963’de ise, doğal tür Taxus brevifolia da drog özellikleri yönünden araştırılan türler arasına dahil ediliyor. Çalışmalar çok kapsamlı ve tam 8 yıl sonra 1971’de ilk meyvesini veriyor. Pasifik porsuğunun kabuklarından çok etkili bir antikanser bir madde izole ediliyor ve bu maddeye, bitkinin Latince isminden esinlenerek Taxol ismi veriliyor. Etken maddesine ise Paklitaksel deniyor. Tam 30 yıl sonra, 1993’de FDA onaylı Taxol® bir kemoterapi ilacı olarak eczanelerde raflardaki yerini alıyor. Ve 58 yıl sonra bugün Paklitaksel ovaryum, meme ve küçük hücreli olmayan akciğer kanserinin tedavisinde doğrudan kullanılmakta; mesane kanseri, serviks karsinomu, endometrial karsinoma, özefageal karsinoma, baş ve boyun karsinomlarının tedavisinde de denenmekte.. Fakat bir sorun var. Kanser vakası o kadar fazla ki, Pasifik porsuk ağacı kabuğu temin edelim derken, zaten azalmış olan ormanları yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalıveriyor. Yapraklarından elde edilen taxol miktarı ekonomik değil. Diğer porsuk türlerinde araştırmalara başlanıyor ve Taxus baccata yapraklarının 6-10 kat daha fazla verimli olduğu tespit ediliyor. Fakat bu çalışmalardan hiçbiri Türkiye’de yapılmamış. İlgi duyanlar, 2-5 numaralı makaleleri indirip okuyabilirler. Yerli porsuk türümüz adî porsuk için neler yapılmış öğrenmek maksadıyla, internette yaptığım sörflerde öyle bir çalışmaya rastladım ki, meslek hayatım boyunca bana “İŞTE BU!” dedirten nadir çalışmalardan biriydi. Bu bir yüksek lisans teziydi. Sayın Prof. Dr. Şule ARI’nın danışmanlığında Gülbahar Zehra KUTLUTÜRK tarafından İ.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü Moleküler Biyoloji ve Genetik Anabilim Dalında 19 Temmuz 2019 tarihinde savunulmuş ve kabul edilmişti. Konu Türkiye’de yetişen adî fındık çeşitlerinde antikanser taksol içeriklerinin tespiti idi. Hemen indirip okumaya başladım. Çalışmada Türkiye’de yetiştirilen Çakıldak, Sivri, Tombul, Palaz ve Kalınkara adî fındık çeşitleri ile Ham ve Sivri Yağlı fındık genotipleri kullanılmış; ayrıca Taxus baccata ve Taxus brevifolia türleri de karşılaştırmalara dahil edilmişti. Okudukça heyecanım arttı. Nasıl artmasın? Türkiye’de kanserin yıllık ilaç maliyeti 6,89 milyon ABD $ (58,5 milyar TL) . Tez sahibinin özgün cümleleriyle sizlerin de bilgisini sunduğum aşağıdaki açıklamalar beni çok heyecanlandırdı: « Taxus türlerinin elisitör uygulamasında önce ve sonra içerdikleri paklitaksel miktarı sırasıyla; Taxus media 2,8 ± 2,4 (mg/L); 110,3 ± 4,9 (mg/L), Taxus baccata 0,4 ± 0,0 (mg/L); 48,3 ± 2,5 (mg/L) ve Taxus brevifolia 0,2 ±0,0 (mg/L); 0,5 ±0,1 (mg/L) olarak tespit edilmiştir. Bu sonuçlar tez çalışmasındaki fındıkların içerdiği paklitaksel içeriği ile karşılaştırıldığı zaman Ham 14,54 ± 0,54 (mg/L) ve Palaz 11,23 ± 0,67 (mg/L) fındıklar dikkat çekmektedir. Bu fındıkların içerdiği paklitaksel miktarı Taxus türlerinin elisitör uygulamasından önceki miktarlarından fazladır. Taxol® ilacının ham maddesi olan ve dünyada yeni bir gen kaynağı bulmak için arayışların yapıldığı şu günlerde bu kadar değerli kaynağın Türkiye’de yetişen fındıklarda bulunması çok önemli bir sonuçtur. Doğadan elde edilen ham formunda bu miktarda paklitaksel içeriğine sahip fındıklara, geliştirilmiş biyoteknolojik yöntemlerin iyileştirme uygulamaları ile ilaç endüstrisinin aradığı kaynağın sunulmasını sağlayacaktır [6].» Hele hele, doğadan toplanan yabani (ham) fındıkta belirlenen, ilaç sanayii için fevkalade önemli bilgiler çok ümit verici değil mi? Corylus avellana için gen kaynakları tespit ve tecili yapılıp gerekli in-situ ve ex-situ önlemleri alınmıştır diye düşünüyorum. Ancak orman fakültelerinin de bu çalışmalara ortak olması ve orman rejiminde kalan yerlerdeki bütün C. avellana doğal yayılışlarının genetik-ıslah yönünden çalışılması kanımca büyük önem arz etmektedir. Zira özellikle Karadeniz Bölgesi’nde denizden yukarıya, zirveden aşağıya yaklaşık 600’er metrelik yükselti basamakları maalesef aşağıdan tarım ve iskân, yukarıdan yaylacılık ve otlak arazisi temini için sürekli baskı altında. Zaten zaman çoktan geçti. Var olan genetik zenginliklerimizi kendimiz yok ettik. Hiç olmazsa kalanlardan kurtarabildiklerimizi gelecek kuşaklara bırakalım. Dünya’daki bütün canlı türlerinin yarısından fazlasının Amazon ormanlarında yaşadığı tahmin ediliyor. Türkiye, bünyesindeki 167 familya, 1.320 cinsi ve 9.996 tür ile bitki türlerinin çeşitliliği bakımından dünyanın en zengin ülkelerinden biri. Ayrıca Türkiye'de 3.649 endemik bitki taksonları mevcut [7]. Ve kanaatimiz odur ki, Türkiye’nin yerli bitki ve hayvan türlerinin de en az yarısı orman rejimine bırakılmış sahalarda. Dolayısıyla, orman arazilerindeki orman örtüsü kayıpları, aslında henüz tanımlanmamış veya varlığından habersiz olduğumuz canlıların da kaybı anlamına geliyor. Evrendeki her varlık kendine özgü bir genotipe sahip. Bu temel bilgi dikkate alındığında, yaşanan gen erozyonun boyutlarını bilmek bir yana tahmin etmek dahi mümkün değil desem, makul ve mantıklı itiraz eden sizce kaç kişi çıkar? Evet son sözüm şu: Yarış veya düello yapmıyoruz. Yensek de hayatta kalsak da ne kazanmış olacağız. Hele hele kaybımızın boyutunu tahmin bile edemiyorsak! Gönül isterdi ki, bu çağrımıza Dünya kulak versin; olmadı Bölgemiz. Ama ne mümkün. Biz kendimize bakalım. Bu toprakların sahipleri olarak, bir ve beraber olmaya mahkumuz. Tarihimiz buna ders olaylarla dolu. “Türkiye hepimizin değil! Gelecek nesillerimizin de yurdu olacak.” diyorsak, lütfen tek tek bunun için çalışalım. Dedelerimiz ne güzel söylemiş: Lafla peynir gemisi yürümez… Kısmetse devam edeceğim. Selam ve saygılarımla… Önemli Not: Türkçe bitki isimleri, TDK’nın belirttiği Türkçe yazım kurallarına göre yazılmıştır. Latince isimler ise yine mümkünse metindeki gibi İtalik, değilse altı çizilerek yazılır. Bunlar kuraldır. İlkine uymak ulusal, ikinciye uymak bilimsel zorunluluktur. Riayet edilmesi beklenir…    [1] https://dinimizislam.com/detay.asp?Aid=2747 [2] http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/24/1092/13028.pdf [3] https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/424790 [4] http://dergi.fabad.org.tr/pdf/volum25/Issue2/5.pdf [5] https://www.biomedya.com/sayi/13/index.html#p=10 [6] http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/61167.pdf [7] http://www.fao.org/3/ca1517tr/CA1517TR.pdf