Dik duruş: hak ve hakikati hiçbir beklenti olmadan, maddi menfaat gözetmeden, idare edene en güçlü döneminde ifade etmektir. Entelektüel bir insiyakla, milli bir gaye için liyakat ve adaleti müdafaa etmektir. Yani testi kırılmadan evvel haykırmaktır hakikati; dik duruş; ama diklenmemektir aynı zamanda. Mütefekkir, fikrini serde derken, sonu ne olacak diyerek geri durmadan söyleyebiliyorsa orada liyakat ve adalet tesisinde gerçeklik var demektir. Tarihçi Yılmaz Öztuna, bir hadiseyi nakleder. Tarihi olay şudur: Türkler, Mohaç muharebesini yapmadan evvel, Mohaç sahrası önünde durdular, önce ne yapacaklarını düşündüler. Serhad akıncı beylerinin fikirlerini anlamak istediler. Çünkü, düşman memleketi hakkında en çok şey bilen onlardı. Ordunun başkumandanı Kanuni Sultan Süleyman’dı. Sadrıâzamı İbrahim Paşa da orduda idi. İbrahim Paşa, serhad beylerinden Hüsrev Bey çağırdı.”Padişah size danışmak istiyor” dedi. Hüsrev Bey şu cevabı verdi: “Biz, serhadde danışacağımız zaman, serhadin görmüş geçirmiş ihtiyarlarına danışırız. Ferman olunursa vurup söyleşelim ve size cevap verelim.” Bunun üzerine Sultan Süleyman, “Kimlere danışacaksanız, o adamları buraya getirin” dedi. Hüsrev Bey, durduğu tepe üzerinden, aşağıdaki bir adama seslendi: “Tiz var; Koca Alay Beyi, Kara Osman, Mehmet Subaş, Adil Toyca, Balaban Çeribaşı gelsünler. Padişahımız danışmak istiyor.” Emri alan adam yerinden fırladı. Aradan çok geçmedi; bir de baktılar, karşılarına bir adam çıkageldi. Bu, Âdil Toyca idi. Yaşlı, iri bir adam. Tolgası başında, kepeneği atının terekesinde. Sakalı yok, fakat pala bıyıkları tolgasını dışına fırlamış, Sanki, düşman bağrına saplanacak birer ok. Hüsrev Bey ona, “Gel Âdil Toyca” dedi. Padişahımız danışmak, yapılacak işi görüşmek istiyor.” Âdil Toyca, derhal şu cevabı verdi.: “Artık bu yerde müşavere olur mu? Düşmanla dövüşmekten başka şey olur mu? Beni Koca Alay Beyi gönderdi. Düşman alayları görünmüş, çarhamız (öncüler) elleşmeye başlamış. Gelin, sancağımızın dibinde bulunun. Alayları ağırlıklarından ayın görün” Sonra atını tepti, alayına doğru doludizgin savuşup gitti. İşte o zamanın akıncı beyleri padişaha karşı bile böyle davranırlardı. Düşmanı ezmekten, Türklüğü yüceltmekten başka bir şey düşünmezlerdi. İşleri güçleri, canlarını feda ederek memleketlerinin yüzünü ak etmek, düşmanlarını daima aciz görmek ve aciz hale getirmekti. Serhadlerde, Türk toprağının en fedakâr, en bahadır koruyucuları bunlardı. Orduya zaferi bunlar hazırlarlardı. En çetin kalelerin alınmasını bunlar kolaylaştırırlardı. Düşmanı mahvetmek için onun kolunu ve kanadını ilk evvel onlar kırarlardı. (Kaynak: Ahmet Refik, Türk Akıncıları, Muallim Ahmet Halit Kütüphanesi, İstanbul,1933). Bir devrin “Altın Çağ” diye nitelenmesi “Allah” için ikazda gizlidir. Allah için dik duruş… Allah için adaleti tesis…