İslâm âlimi harsı değil de hırsı tercih ederse, bir milleti felakete sürükler. Ateş olup bir ülkenin hak ile yeksan olmasına sebep olur. Sultan Abdülaziz Han’ın hâlline fetva verenler ve şehid edilişine giden yol… Sultan İkinci Abdulhamid Han’ın hâl fetvasını veren ve Devlet-i Aliye’nin paramparça oluşuna çanak tutan bazı İslam âlimleri… Bunların uzantıları günümüzde de farklı şekillerde karşımızı çıkıyor. *** Bişr-i Hafî (rha), 13 küsur asır evvel bugünü tarif ediyor: “Âlimin söz doğru, yediğ helal ve dünya malına karşı sev isi yok ise zühdü çok olur. Ne yazık ki, bugün buüç hasletten bir tanesini bile onların birinde göremiyoruz. Bu durumlarıyla onlara nasıl gülelim ve nasıl yüz verelim. Bu vasıfları kendilerinde bulundurmayanlar, ilim sahibi olduklarını, nasıl söylerler? Onlar dünyaya sarılır, dünyayı birbirinden kıskanırlar. Dünyalık için birbirine haset ederler. Devlet adamlarının yanında birbirlerini çekiştirir ve gıybet ederler. Maksatları, ellerine geçen dünyalığı, başkalarına kaptırmamak ve fani şeyleri ellerinden kaçırmamaktır. Yazıklar olsun ey âlimler! Siz peygamberlerin varisleriydiniz, ilim alırken birçok vazifeler yüklenmiş oldunuz. Şimdi o vazifeleri yapamıyorsunuz. İlminizi şeref vesilesi yapıp onunla dünyalık kazanmaya bakıyorsunuz. Âhirette, cehenneme ilk atılan zümre olmaktan nasıl korkmuyorsunuz, anlamıyorum” (Nakl.: Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil, Türklerin İslamiyeti Kabulü: Büyük Doğuş-I- Otağ,Timaş Yay.,İstn.2017, Shf.135-136). *** Bir Allah dostu, âlimin vasıflarını tarif ediyor. Aslında İslam’ın tanımladığı bir husus… *** Biz burada müspet (pozitif) ilimle meşgul olan bilim insanını konuşmuyoruz. Ona gelmeden evvel bizim muhatabımız, ilahiyatçılardır. İslam âlimlerimiz doğru olursa onlar da isteyerek veya istemeden de olsa uymak mecburiyetindeler. *** Hakiki İslam Âlimleri “Vereset-ü’l Enbîyâ”dır… Yani nebilerin, peygamberlerin varisleridirler… Nasıl varis olunacak? O’nların yolundan bîhakkın giderek… *** Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (SAV)’in vârisi nasıl olacak? O’nun bize getirdiklerini aynen kabul ve tasdik edip, tatbikatını hakkıyla yapmak… Ve Müslümanların uygulamasına vesile olmak.. Yani mırın kırın ederek değil… Zamana ve mekâna göre… Bulunduğu mevkiinin haline göre değil… İslam’ın emrine göre hareket etmek… *** İşte makamının hakkını veren bir İslâm Âlimi: Şeyhulislâm Zenbilli Ali Efendi… *** Yavuz Sultan Selîm Han, bir seferinde, hazinedeki ihmallerinden dolayı vâkî olan hırsızlık sebebiyle yaklaşık kırk kişinin idamını emretmişti. Durumu öğrenen Şeyhulislâm Zenbilli Ali Efendi, karar icrâ edilmeden buna mânî olabilmek için alelacele ve destur bile almadan Yavuz Sultan Selîm Han’ın huzuruna vardı. Hâdisenin aslını bir de Sultan’dan dinledi. Yavuz Sultan Selîm Han: “–Efendi Hazretleri! Duyduklarınız doğrudur, ancak sizin devlet işlerine karışmaya hakkınız yoktur…” şeklinde sert bir cevap verdi. Bunun üzerine Şeyhulislâm Zenbilli Ali Efendi, aynı sertlikle şu mukâbelede bulundu: “–Sultanım! Ben size şer’î hükümleri bildirmeye geldim. Zîrâ bizim vazîfemiz sizin âhiretinizi korumaktır…” Yüce İslâm’ın kıldan ince, kılıçtan keskin ölçüsü karşısında sâkinleşen Yavuz Sultan Selîm Han: “–Umûmî ahvâlin düzelmesi için bir fırkanın öldürülmesine cevaz yok mudur?” diye sordu. Zenbilli Ali Efendi: “–Bunların öldürülmesi ile âlemin düzelmesi arasında bir alâka yoktur. Suçlarına göre cezâ gerekir…” dedi. Koca orduları dize getiren pâdişah, başını önüne eğdi ve kararını geri aldı. Bundan son derece memnûn olan Zenbilli, tam huzûrdan ayrılıyordu ki, tekrar geri döndü. Kendisine merakla bakan Yavuz’a: “–Sultanım! Birinci talebim, dînimizin hükmünü teblîğden ibâretti. İkinci bir talebim daha var ki, bu da sâdece bir ricâdır…” dedi ve ilâve etti: “–Sultanım! Bu mücrimlerin suçları kendilerine âittir. Ancak onlar, hapisteyken mâsum âilelerine kim bakacak? Dolayısıyla sizden ricam, verilecek cezâ bitene kadar bu mücrimlerin âilelerine nafaka bağlamanızdır” (Bkz. Mustafa Nûri Paşa, Netâicü’l-Vukûât, Ankara 1987, c. I-II, s. 90-91) *** Hz. Ömer (ra)’a kılıcını gösteren Eshab-ı Kiram’ın yolundan giden İslam âlimlerin mevcudiyeti bir milletin refah ve huzuruna; makam ve mevkiye -hafif tabirle- ihtimam gösterenlerin varlığı felaketine sebep olacaktır. Nitekim bunun tarihte misalleri çoktur. Ama bizim bunu anlatmaya yerimiz yoktur; vesselâm.