Efeler kenti Aydınlılar ve Aydın’ı seven güzel insanlar merhaba.,
Ne dersiniz? Farklı bir şey yapalım mı? Haydi birkaç yazım, KUŞDİLİ hakkında olsun. Ben ilk şahit olduğumda hayretler içinde kaldım. Siz de yazılarımı okuyunca çok merak edeceksiniz ve inanamayacaksınız.
Akademisyenliğe adımımı, 16 Ocak 1986 tarihinde, Karadeniz Teknik Üniversitesi Orman Fakültesinde attım. Fakat, aklımda hep Aydın’a dönmek vardı. Öyle ki, askerlik görevim için 1995 yılı Ağustos ayında Trabzon’dan ayrılırken, içimden, “Bundan sonra gelişim, ancak ziyaret için olur.” demiştim.
Askerlik dönüşü 02 Aralık 1996’da Süleyman Demirel Üniversitesi Orman Fakültesinde göreve başladım. Isparta’da kaldığımız 17 yıl boyunca, ailece bu şehirden ayrılmayı hiç düşünmedik.
Fakat “Kader, insanın sadece hesap ettikleriyle değil, edemedikleriyle de yaşarken yüzleşmesiymiş.”
Şartlar bizi 2013 Temmuz’unda İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Orman Fakültesine yolladı. İzmir’de, hem de çok sevdiğim Karşıyaka’da bir ev satın alıp, İzmirli günlerimize başladık.
Hep İzmir’de yaşayacağız derken, büyük oğlum Rize Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesinde uzmanlık sınavını kazandı. Ortanca oğlum zaten annesinin memleketi, doğduğu yer Trabzon’da iş kurmuştu. Küçük oğlum ise İstanbul’da üniversite öğrencisiydi. Sonuç: sevdiğimiz İzmir’de, sevdiklerimizden ayrı kalmıştık.
Yaklaşık 3 yıl böyle geçti. Baktım olmuyor; aile meclisini topladım, emekliye ayrılıp Trabzon’a geri dönme ve Trabzon’da yaşama kararı alındı. 2016 Eylül’ünde emekliye ayrıldığımda, biri tekrar işe başlayacağımı, hem de Giresun Üniversitesi’nde ve de Turizm Fakültesinde dese,
“Kısmet. Fakat hiç düşünmedik. O kadar ki, yaklaşık 10 yıl Trabzon – Nazilli arasında gidip geldik. Bir kere olsun, Giresun’da durup, Giresun nasıl bir yer deyip, şehrin içine girip, şöyle bir gezelim diye aklımızdan geçmedi.” derdim.
Hayret, dört yıldır Giresun’dayım, Giresun Üniversitesi Turizm Fakültesi öğretim üyesiyim ve çok şükür 34 yıllık meslek hayatımda en huzurlu günlerimi geçiriyorum.
2017 yılının sıcak ve nemli bir Ağustos günü, bir anda kendimi, Kuşköy’de, Kuşdili Festivalinde buldum. 1986 Haziran’ından beri aşina olduğum, yöre insanının ve konuklarının hep birlikte kemençe eşliğinde horon teperek eğlenmeleri benim için sıradandı. Fakat az sonra ıslık sesleri kemençe sesini bastırdı.
Çoluk-çocuk, büyük-küçük, yaşlı-genç, kadın-erkek ayrımı olmadan herkes ıslıkla konuşuyordu. İnsanlar öz kültürleri ıslıkla konuşmaya o kadar kendilerini kaptırmışlardı ki, bu ortamı size anlatmam inanın mümkün değil; mutlaka Kuşdili Festivalini yaşamak zorundasınız.
O gün, UNESCO başvurusu için çekimler de yapılıyordu. Bana uzatılan mikrofona şunu söylediğimi anımsıyorum: “Giresun Üniversitesi olarak biz bu resmi çekenlerden değil, resimdekilerden olmak istiyoruz.”
Evet hazırlamış olduğumuz, Google Kitaplar serisinde yayınlanan ve halen Google Play e-kitapları arasında satılmakta olan, derleme “Türkçe Islık Dili (Kuşdili)” kitabımız, bu sözümüzün ilk ürünüdür. Çalışmalarımız, kısmetse bu yıl içinde başlatmayı düşündüğümüz “Türkçe Islık Dili” kurslarımızla devam edecek.
Bu vesileyle, güçlü destekleriyle her zaman yanımızda olan Sayın Rektörümüz Prof. Dr. Yılmaz CAN hocama teşekkürlerimi arz ediyorum. Giresun’u tanımamın, Giresunlularla kaynaşmamın ve herhalde en önemlisi beni 2017 yılında düzenlenen Kuşdili Festivalinde görevlendirerek 2500 yıllık bu eşsiz kültürel mirasımızla tanışmamın, dolayısıyla bu naçizane kitabımın mimarı, Giresun Üniversiteli olmama vesile olan önceki dönem Rektörüm, Kıymetli Hocam Sayın Prof. Dr. Cevdet COŞKUN hocama ise gönülden sevgilerimi gönderiyorum.
Sözü fazla uzatmayacağım. Kuşdili, sıradan bir miras değil. Kısmet olur, düşündüklerimizi gerçekleştirebilirsek, ben inandım ve bugüne kadar kime anlattıysam, fikrime katıldıklarını, pes etmeden düşündüklerimi mutlaka hayata geçirmemi benden istediler.
Kendilerine, Islık dilinin olası işlevlerine ilişkin şunları söyledim: Islık çalmak sıradan bir yetenek olabilir. Fakat ıslığı iletişimde hem de çok farklı alanlarda ve zamanlarda kullanmayı düşünmek, sıradan görülmemeli.
Hamam tasının, suyun üstünde yüzdüğünü görmeyen var mı? Yok. Fakat Arşimet’ten başka , tas suya temas ettiğinde görünür hale gelen suyun kaldırma gücünü o güne kadar gören var mı? Yok. İkisinin cevabı da yok. Amma Arşimet öyle bir buluş yaptı ki, suyla kaplı alanlar da insanoğlunun hakimiyetine geçti.
Bugün “mavi vatan” diyebiliyorsak, bunu Arşimet’in çok sıradan bir olayda görebildiği ayrıntıya borçluyuz. İlim tahsil eden alimlere boşuna “düşünür” dememişler.
Düşünürlerimize hak ettikleri desteği onlara, talep ettirmeden verelim. Yardım edelim demiyorum, çünkü bu, alimlere ancak acı verir. Ve unutmayalım ki, büyük devletler, alimlerin idarecilere gittiği değil, idarecilerin alimlere gittiği dönemlerde var olabilmiştir.
Kısmetse, yazmaya devam edeceğim.
Kalın sağlıcakla.
Kalbi selamlarımla…