Biz, LGBT zihniyetinin Müslüman Türk aile yapısını yok etmeye yönelik proje olduğunu ifade ettikçe -geçtik batıcı kafaları-, sözüm ona kendini mütedeyyin kabul edenlerin dahi hararetle İstanbul Sözleşmesi’ni savunmaları endişe vericidir. Bu kesim, kimlerle hareket ettiğini bilmemektedir. “Bilmemek” kelimesini özenle seçtik. Yoksa inancımıza ihanet demektir. Bakınız, aile müessesesini yok sayan; “Türkleri parçalamak istiyorsanız; aile yapısını bozun ve parçalayın yeter” diyen Yahudi-Hristiyan Haçlı Zihniyeti, nasıl da ülkemizde bir takım yazar geçinenlerce hararetle savunuluyor. Hatta görevli gibi hareket ediyorlar. Bu da LGBT arka planının afişe edilmesi açısından dikkat çekicidir. İşte, buna bir misal: "Geçmişin hatalarını genetik bir günah gibi siz de anneleriniz gibi boynunuzda taşımayın. Sokaklar, size “Hayır” deme hakkı tanımayan ve sizi çocuk doğurmakla, namuslu olmakla, başını yerden kaldırmamakla, tane tane pilav yapmakla, her yeri “bal dök, yala” kılmakla, başınıza gelecek her şeye ama her şeye katlanmakla cezalandıran o kadim ahlaktan daha kötü değildir. Ahlak, asıl siz dilediğiniz gibi yaşamadığınız sürece çökmekte." https://www.yeniakit.com.tr/haber/cumhuriyet-yazari-mine-sogut-genc-kizlara-fahiselik-cagrisi-yapti-1517815.html 10.03.2021/13.28 Çok şükür ki aile yapımız, sayın Cumhurbaşkanımız tarafından en kuvvetli şekilde müdafaa edilmekte ve bu tür kişilik sıkıntısı olanlara gerekli cevap en yüksek perdeden verilmektedir: “Kız çocuklarını bir an önce baba evlerini, ailelerini terk etmeye çağıranlar olduğunu biliyoruz. Sokaklara dökülün diyorlar, bu ne anlayıştır. Böyle ahlaksızlık olur mu? Bu bir ruh hastalığının işaretidir. Türkiye kadına şiddet sorununu çözer, ülkemiz için asıl tehdit bu hastalıklı zihniyettir." https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/erdogan-yazarimiz-mine-sogutun-sozlerini-hedef-aldi-1819072-10.03.2021:13.30 Şimdi gelelim bu işin mazisine... Ekilen fitne fesat-tohumunun tarihine yani… Esas itibariyle LGBT ‘nin alt yapısı, yıllar önce ülkemizde meşhurlar vasıtasıyla oluşturulmaya başlanmıştır. Öyle bir hazırlanma ki, masum Türk halkı bu zokayı yıllarca yuttu. Hep “Olsun, onların sanatı önemli. Giyimi, kuşamı bizi ilgilendirmez. Biz sadece sanatını esas alırız” dediler. Ama kazın ayağı hiç de öyle değil. Bu hususta linçe maruz bırakılan yerli ve milli sanatçı Özdemir Erdoğan, zikrettiğimiz meseleyi görmeyen gözlere o dünyadan birisi olarak (sanatçı cihetiyle) faş etti: “Ben ne düşündüysem onu söyledim. Ülkemizde kültür adına söz söyleyen, yazan çizen, satılmamış, namuslu ve cesur eleştirmen kalmadığından, bu görev birkaç sanatçı arkadaşımla bize düştü... Gıyabımızda yalan yanlış haberler yapılıyor, korkakça arkamızdan konuşuyorlar... Bu bir itibar suikastıdır. Zeki Müren'i dinleyip dinlememek insanların kültürel eğitimleriyle ilgili bir tercih meselesidir, zevk meselesidir. Buna diyecek bir şeyim yok. Benim itiraz ettiğim nokta başka. Niyazi Sayın’ın Zeki Müren için söylediği “Müzik ortamımıza atılan atom bombasından farksızdır” sözleri çok önemlidir. Zeki Müren’in kadın çağrışımlı tarzının halktan ve yönetimden hiçbir tepki almadı. Televizyonun en çok izlenme saatlerinde, halkımız, çocuklarıyla birlikte ailece bu gösteriyi izledi. Çeşitli sahnelerdeki klasik müziğimizin kalitesini çok aşağılara çeken taklitlerine ne demeli? Şimdi bazıları 'Benim çocuğuma bir şey olmadı' diyor ama en sıradan bir psikolog bile çocukların herhangi bir tanımlamaya sığdıramadıkları bu obje karşısında etkilenebileceklerini kabul eder. İşte benim de itirazım bu noktada başlıyor, eğer kötü örnek olmadıysa, her toplumsal harekette, alakalı alakasız çok renkli bayraklarıyla boy gösteren LGBT'ler nereden çıktı, bunu görmek lazım. Zeki Müren vasıtasıyla milletin sosyal ve askeri karakterini yumuşatmak istedi emperyalistler. Bunu da Müren üzerinden yapmaya çalıştılar. Aslında Müren de bu noktada kullanılmıştır. FETÖ tuzağından önce kültür değerlerimiz kullanılarak yapılan en sinsi sabotajdır. O Sanat Güneşi'ydi, geri kalanlar uydu olmayı kabullendi. Her şey Bülent Ersoy'un yerine gelmesiyle değişti. Müren, 1956'da İstanbul, Taksim'deki Maksim Gazinosu'nda çalışmaya başladı. Patronu gazinocular kralı Fahrettin Aslan'dı. Devlet ile medya ile ilişkilerini çok akıllıca yöneten, çok güçlü bir kişiydi. Zeki Müren'in şöhreti büyüdükçe doğal olarak ücreti ve istekleri de arttı. Güçlü patronlar tek kişiye mahkum olmaktan hoşlanmazlar, alternatif arıyordu ama kimse Zeki Müren'in yerini dolduramıyordu. Bu durum 1970'lerin başına kadar sürdü. Arslan, Bülent Ersoy'u buldu. Sonra da Zeki Müren'in sahne kostümlerini Kazancı Yokuşu'na attı. Müren bu süreçten sonra da teselliyi alkolde aramayı seçti. Güzel sesine, kendine kıymıştır. Zaten nahif ve hassas bünyesi vardı Müren'in. Bundan dolayı da bu travmayı kaldıramadı. Sağlık sorunları üste çıkmış. Sonra zaten inzivaya çekildi. Siz bakmayın Bülent Ersoy'un duygusal takıldığına. Zeki Müren'in güneşini söndüren, paşalığını bitiren odur. Elini öpmüş, sonra da tahtına oturmuştur. Eleştirime karşı çıkanları üç grupta toplayabiliriz. İlk grup, konuyu anlamayanlar, tamamen duygusal, 'Tabuma dokunanı yakarım yıkarım' diyen fanatikler... İkinci grup, anlayıp anlamamazlıktan gelenler, yani mankurtlaşmış Amerikan hayranları ve o kültürün hizmetkarları... Üçüncü grup ise, siyasal muhalif fanatikler. Bu fanatikliği sanata indirgeyen yobazlardır” ifadelerini kullandı. Erdoğan ayrıca “sıradan bir müzisyen olarak kalmayı, ömrüm boyu yıldızlığa tercih ettim. Radyasyonları temizlemeye devam edeceğim. Türkiye ütopyalar ülkesi olmayacaktır” https://www.aydinlik.com.tr/haber/zeki-muren-emperyalizmin-kulturel-saldirisinda-kullanildi-236452 Erişim Tarihi: 09.03.2021.9.47 Sayın Özdemir Erdoğan’ın söylediklerine müdahil olmadan aynen naklettik. *** Ey Türk Milleti… Âgâh olunuz… Nereye götürülmek istediğinizin şuuruna varınız. Yahudi-Hıristiyan Vahşi Kapitalist Zihniyet… Kadın hakları üzerinden… LGBT’yi meşru gösteren bir ortamı tesis etmek istemektedir. Bu cinsel yönelime, maalesef –kendince- Müslüman kimlikli şahısları da yanlarına almayı başardılar. Bundan ötürü gözlerini aç ve kendine gel. Öyle büyük bir oyun oynanıyor ki bunu hissettirmeden şuur altına şırınga ediyorlar. Sapkınlığı meşru göstererek aileyi yerle yeksan etmek istiyorlar. Buna ancak senin ferasetin mani olabilir. Aksi bir durumda yarın çok geç olacaktır. (Tabi hâlâ parklar gökkuşağı renginde olur ve buna “aman sende” diye yaklaşılırsa o vakit “her renk LGBT rengi değildir” mantığı hükümferma olur. Bu takdirde mücadelemizin ne kadar çetin olacağı aşikârdır.) Vesselam.