Dünya Bankası 2004 yılında yenilenebilir enerji kullanımını desteklemek için Türkiye’ye 320 milyon$ değerinde hibe verdi. Böylece Dünya Bankası Türkiye’de jeotermal kaynaklara bağlı enerji üretiminin mali alt yapısını oluşturdu. Bilahare 2007 yılında TBMM’de 5686 sayılı Jeotermal Kaynaklar ve Doğal Mineralli Sular Kanunu kabul edildi. Ve 2009 yılında Türkiye, Uluslararası Yenilenebilir Enerji Kurumu’nun üyesi oldu. Günümüze kadar devam edegelen bu ilişki sürecinde, Uluslararası Finans Kurumları yenilenebilir enerji projelerine birçok finansman desteği sağlamıştır. Peki Uluslararası Finans Kurumları Türkiye’ye verdikleri mali desteği yenilenebilir enerji kaynaklarını ve Türkiye’yi çok sevdikleri için mi verdi, vermeye devam ediyor?
Türkiye’nin tahmin edilen jeotermal enerji potansiyeli 60.000 MW’dir. Jeotermal potansiyele sahip alanların yüzde 79’u Batı Anadolu’da yer almakta. Türkiye geneli ve dünyada jeotermal kaynakların yüzde 94’ü ısınma, termal turizm ve mineral elde edilmesi için uygunken, yüzde 6’sı elektrik enerjisi üretimi için uygundur. Aydın’da ise bunun tam tersi durum söz konusu. Aydın’daki jeotermal kaynakların yüzde 96’ı enerji üretiminde, yüzde 6’ı diğer alanlarda kullanılmaktadır. Türkiye’de şimdiye kadar 1000’in üzerinde jeotermal üretim ve re-enjeksiyon kuyusu açılmış ve bu kuyuların yaklaşık yüzde 80’i Batı Anadolu’da yer almaktadır. Türkiye’de uluslararası destekli özel sektörün jeotermal kaynaklardan enerji üretimine dahil edilmesi ile sektör belirgin bir büyüme kaydetmiştir. Bugün Türkiye’de jeotermal enerji kurulu güç kapasitesi 1514,7 MWe olan 50’den fazla Jeotermal Enerji Santrali (JES) bulunmaktadır. Denizli’de 7 adet JES işletilmekte, kurulmak üzere üretim lisansı verilen 4 adet JES bulunmaktadır. Aydın’da 29 adet JES işletilmekte, kurulmasına üretim lisansı verilen 8 adet JES vardır. Manisa’da 10 adet JES işletilmekte, ÇED kararı alınmış 23 JES vardır.
Türkiye’nin 2030 yılı için belirlenen jeotermal kaynaklardan enerji üretim hedefi 4.000 MWe’ dir. Bunun anlamı belirlenen hedef gerçekleşirse Aydın, Denizli ve Manisa’da mevcut JES sayısı en azından 2 kat daha fazla artacak. Diğer anlamı ise 2030 yılında Türkiye ve dolayısı ile Büyük Menderes-Gediz Havzaları dünyada jeotermal kaynaklara bağlı elektrik üretiminde 1’ci sıraya yükselecek, Büyük Menderes ve Gediz Havzaları enerji üretim üsleri haline gelecekler. İşte Dünya Bankası ve Uluslararası Finans Kurumlarının Türkiye’deki jeotermal kaynaklara çok yakın ilgi ve sevgi duyması, finans sağlamasının tek sebebi bu aslında.
Bugün Büyük Menderes ve Gediz Havzalarında vahşi kapitalizmin vahşi jeotermal işletmecilik örnekleri uygulanmakta, her iki havzada had safhada su-hava-toprak-tarımsal ürün kirliliği yaşanmakta, canlı yaşamı tehlikeye girmektedir. Tüm bunların sebebi ise Türkiye’deki JES uygulamalarının plansız, programsız, denetimsiz, yasalara aykırı kurulması, çoklu özel sektör eli ile faaliyet göstermesidir. Türkiye’de JES’lere bağlı ekolojik tahribatın dünya ortalamasından daha fazla olmasının diğer sebebi, Türkiye’de kurulan JES’lerin eski teknoloji ile kurulmalarıdır. Nitekim JES’lerle ilgili kapasite faktörü dikkate alındığında Türkiye’de yüzde 49 olan kapasite faktörünün, İtalya ve İzlanda’da yüzde 75, Fransa ve Portekiz’de ise yüzde 69 olduğu görülmektedir. Bu verilere göre, Türkiye’deki JES’ler düşük kapasite ile çalışmakta, bunun sonucunda da daha fazla ekolojik tahribata sebep olmaktadır.
Büyük Menderes ve Gediz Havzalarında JES uygulamaları sonucu her iki havza halk için yaşanmaz hale gelmiş, bunun sonucunda çevre dernekleri açılmış, STK’lar organize olmuş, neredeyse her köyde JES’lere karşı direniş çadırları kurulmuştur. Türkiye’deki JES’lere ekonomik yatırım yapan yada ortağı olan Dünya Bankası ve Uluslararası Finans Kuruluşları, yatırımlarının geleceği tehlikeye girince, gerekli tedbirleri almak amaçlı ilgili taraflar ile 2020 yılında ortak rapor hazırladılar. Avrupa Birliği, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının ortak hazırladığı “Türkiye’de Jeotermal Kaynakların Kümülatif Etki Değerlendirmesi Projesi” adlı rapora göre ilgili tarafların amacı; Türkiye’de yenilenebilir enerjinin payını arttırmak, jeotermal kaynak kullanımının ileriye yönelik geliştirilebilmesine olanak sağlayacak gerekli önlemleri tanımlamak ve projelerin olumlu ve olumsuz çevresel & sosyal etkilerini değerlendirmek, mevcut yasal çerçevenin geliştirilmesine yönelik öneriler geliştirilmek. Proje alanı olarak, Türkiye’de jeotermal aktivitelerin en yaygın ve yöre halkının çevresel konularda en hassas olduğu Aydın, Denizli ve Manisa bölgeleri seçilmiştir. Bölgedeki jeotermal kaynaklara ilişkin belediye, STK, meslek odaları, araştırma enstitüleri vb. kurum temsilcileri ve yerel halkın dile getirdiği ana sorunlar şunlardır;
HAVA KİRLİLİĞİ; JES faaliyetleri sonucu atmosfere yoğuşmayan gazlar ve buhar emisyonları salınmaktadır. Hidrojen Sülfür’ün düşük konsantrasyonları ortamda çürük yumurta kokusuna neden olmaktadır. Yerleşim yerleri, dinlenme alanları, tarımsal alanlar vb. hava emisyonlarından etkilenmektedir. Hava kalitesi ve bölgesel iklim değişikliklerine bağlı olarak, halk sağlığı ve iş sağlığı & güvenliği problemleri ortaya çıkabilmektedir. Hava emisyon limitleri, ulusal mevzuatlara ve Uluslararası Finans Kurumlarının gerekliliklerine göre uyarlı değil.
TOPRAK KİRLİLİĞİ; JES faaliyetleri sonucunda çeşitli kimyasalları içeren sondaj akışkanları ve çamurları kuyu duvarlarındaki çatlaklardan kontrolsüz şekilde sızmaktadır. Sızıntı toprak kalitesini olumsuz şekilde etkileyebilmektedir.
YERALTI SU KİRLİLİĞİ; Sondaj akışkanı ve çamurunun alıcı ortama kontrolsüz şekilde deşarj edilmesi sonucu yeraltı su kaynakları olumsuz etkilenmektedir. Yeraltı suları kullanma ve/veya sulama amaçlı faydalanıldığından toprak ve tarım faaliyetleri de olumsuz yönde etkilenebilmektedir. JES atık suların içeriğindeki Bor su kaynaklarında kirliliğe yol açabilmektedir. Bu su sulama amaçlı kullanıldığında tarımsal alanlarda yetiştirilen ürün kalitesini olumsuz yönde etkileyebilmektedir.
YÜZEYSEL SU KİRLİLİĞİ; JES faaliyetleri sonucu akışkanların yüzeysel sulara doğrudan deşarj edilmeleri sebebiyle yüzeysel su kalitesi olumsuz yönde etkilenmektedir. Yüzeysel su kalitesi sucul canlı türlerini, tarımsal faaliyetleri, toprak kalitesini, yeraltı suyunu ve insan sağlığını etkilemektedir. Termal turizm tesislerinin faaliyetleri sonucu kirlenmiş/kullanılmış sularının kontrolsüz şekilde alıcı ortama deşarj edilmeleri de yüzeysel su kalitesini etkilemektedir.
ÇÖKÜNTÜ; Hem JES sondaj faaliyetleri, hemde JES’lerin işletme aşamalarında çekilen akışkanın re-enjeksiyon kuyularına verilmemesi sonucu oluşmakta.
DEPREMSELLİK; JES sondaj faaliyetleri esnasında jeotermal akışkanın çekilmesi ve JES’ lerin işletme aşamalarında kullanılan akışkanın re-enjeksiyonu sonucu depremsellik üzerinde bir etki oluşabilir.
TARIMA ETKİSİ; JES’lerden suyun buharlaşması atmosferdeki nem miktarını arttırıp yerel iklimi etkilemekte, neme duyarlı incir-üzüm-zeytin-kestane ve nar gibi ekonomik değeri olan bölgeye özgü tarımsal ürünleri olumsuz yönde etkilemektedir. Jeotermal akışkanın sulama kanallarına deşarjları, tarımsal faaliyetlerde kullanılan sulama suyunun kalitesini düşürerek hem toprak verimi hem de ürün kalitesini olumsuz yönde etkilemekte, yeraltı ve yüzeysel sularından elde edilen içme-kullanma sularının kalitesinin düşmesine yol açabilmektedir. Kaliteli tarım arazileri JES yatırımları için tahsis edilmekte, gelecekte tarımsal faaliyetlerin sürdürülebilirliği endişe yaratmakta, tarlaların arasına döşenen boru hatları arazilere erişimi güçleştirebilmektedir.
İKLİME ETKİSİ; JES’lerin yakınlarındaki arazilerde tarımsal ürünlerinin kalitesini etkileyebilecek derecede nem artışları olmaktadır.Havadaki yüksek nem oranı, tarım alanlarını, özellikle incir bahçelerini etkilemekte. CO2 emisyonları bölge iklimini değiştirmektedir.
GÖRSEL ETKİ; JES’ler yerleşim alanlarına yakın, doğal özellikler yok olmaktadır.
EKOLOJİYE ETKİSİ; JES faaliyetleriyle açığa çıkan hava emisyonları, bitki örtüsünün kaldırılmasıyla habitat kaybı ve oluşan çevresel gürültü, biyoçeşitlilik ve ekoloji üzerinde olumsuz etkilere neden olmaktadır. Döşenen boru hatları, işletme süreçlerinde atmosfere yayılan yoğuşmayan gazlarda flora ve fauna türlerini etkilemektedir.
SAĞLIK ETKİLERİ; JES faaliyetlerinden kaynaklı toz oluşumu, gürültü sorunu ve sıcak akışkana/yüzeylere maruziyet sağlık sorunları yaratmaktadır. Atmosfere salınan yoğuşmayan gazlar, alıcı ortama kontrolsüz deşarj edilen sondaj çamurları / akışkanları vb. su kaynaklarında, toprakta ve havada dolayısıyla bitkilerde toksik ağır metal birikimine neden olabilmekte ve bu da halk sağlığı üzerinde olumsuz etkiler doğurabilmektedir.
EKONOMİYE ETKİSİ; JES yatırımlarının yerel istihdama ve ekonomiye katkısı çoğunlukla geçici ve düşük düzeyde olmaktadır. Yatırımcılar jeotermal kaynaklardan entegre olarak faydalanmamakta. Tarımsal üretim miktarları ve kalitesinin azalmasıyla birlikte yerel çiftçilerin gelirleri düşmekte. Arazi edinim sürecinde araziler jeotermal yatırımcılar tarafından piyasa değerinin üstünde bedeller ödenerek satın alınmakta, bu da arazi fiyatlarında büyük artışa neden olmakta, piyasa fiyat dengesi bozulmakta, çiftçiler mevcut arazi sınırlarını genişletmekte zorlanmaktadırlar.
TURİZME-KÜLTÜRE ETKİSİ; JES’lere akışkan taşıyan boruları görsel kirlilik yaratmakta, JES yatırımcıları iletişime kapalı davranmakta, jeotermal akışkandan hem enerji üretimi hem de termal turizm amaçlı faydalanıldığı entegre sistemler bulunmamakta, JES’lerin kültürel miras alanlarına negatif etkisi olmakta. Bazı literatür verileri, jeotermal kaynaklı buharların arkeolojik yapılar ve korunan alanlar üzerinde olumsuz etkisinin olabileceği belirtilmiştir.
ARAZİ SORUNLARI; JES için edinilen araziler çoğunlukla nitelikli tarımsal araziler. Bazıları da yerleşim alanlarının yakınında. Arazi kaybı gelir kaybına yol açmaktadır. Çiftçiler acele kamulaştırmaya karşı gelmektedir.
Avrupa Birliği, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından ortak hazırlanan raporda Büyük Menderes ve Gediz Havzaları halkları JES’lerin sosyoekonomik yaşamlarına, sağlıklarına ve ekolojiye zarar verdiğini, tarımın sürdürülebilir niteliğini yitirdiğini, jeotermal kaynaklı elektrik üretiminin plansız-programsız-denetimsiz-yasa dışı yapıldığını, tüm bu nedenlerden dolayı JES’leri istemediklerini belirmişlerdir.