Enerjiye ihtiyacımız var gerekçesi ile Türkiye’de dağlara, ovalara, sulak alanlara ve su kaynakları üzerine termik santraller, jeotermal santraller (JES), rüzgar enerji santralleri (RES), güneş enerji santralleri (GES), hidroelektrik santraller (HES), biyokütle santralleri, nükleer santraller kurulmaktadır. Peki ekosistemi dışlayarak, yasalara aykırı kurulan, kontrolsüz ve denetimsiz çalışan bu kadar fazla enerji santraline Türkiye’nin gerçekten ihtiyacı var mı? TMMOB 2020 yılında yayınladığı rapor ile tüm bu sorulara cevap vermiştir.
Günümüzde Türkiye’de enerji arzının yüzde 83,43’ü fosil yakıtlardan (yüzde 29,03 kömür; yüzde 28,70 petrol; yüzde 25,70 doğal gaz), yüzde 16,57’ü yenilenebilir kaynaklardan (yüzde 6,7 JES; yüzde 5,3 HES; biyokütle yüzde 2,2; RES yüzde 1,3; GES yüzde 1,1) karşılanmaktadır.
Türkiye’de son 20 yılda, birincil enerji talebi yüzde 87.3, enerji girdileri ithalatı yüzde 101.9 oranında artarken, yerli enerji arzı yüzde 83.7 oranında artmıştır. Yerli arz artışın yüzde 48.3’ü hidrolik, yüzde 25.4’ü jeotermal, yüzde 9’u linyit enerji üretim artışından gelmektedir.
2020 yılında Türkiye’nin enerji ithalat faturası 30 milyar dolar düzeyinde gerçekleşmiştir. Ülkemizin enerji maddeleri ithalatında yüzde 35,6 payla birinci sırada yer alan Rusya Federasyonu toplam enerji arzının yüzde 25,6’sını sağlamaktadır.
Türkiye’de birincil enerjinin kullanım alanları; yüzde 24,1 sanayi, yüzde 19,3 ulaştırma, yüzde 16,2 konut, yüzde 8,7 ticaret ve hizmet, yüzde 3,3’ü tarım ve hayvancılık, yüzde 4,9 enerji dışı, yüzde 23,4 çevrim ve enerji alanlarıdır.
Türkiye’de abartılı talep tahminleri ve plansız bir şekilde yapılan yatırımlarla, ihtiyacın çok üzerinde kurulu güç ve üretim kapasitesi tesis edilmiştir.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına göre 2020 yılı içinde Türkiye’nin en yüksek saatlik elektrik üretimi 49.556 MW puant değere karşılık gelmektedir. 2020 Ekim sonu itibarıyla Türkiye kurulu gücü ise 93.919 MW’dır. Bunun anlamı Türkiye’nin kullanmadığı 44.363 MW ani yedek gücü mevcuttur.
Türkiye’de mevcut kurulu güce ek olarak, fiziki yatırım aşamasında olanlar ve yatırım öncesi süreçte olan projeler de eklendiğinde önümüzdeki yıllarda 120.000 MW’ı aşan kapasitede kurulu gücü olacak.
Kapasite artışına sebep olacak santrallerde işlenecek kaynakların yüzde 33,82’i ithal doğal gaz ve kömürden, yüzde 20,53’ü nükleer santral (Akkuyu NGS) için uranyum ithalinden temin edilecek. Bu durum, mevcut dışa bağımlılık oranını azaltmayacağı gibi yapılacak ithal kaynaklı santralların çoğu baz santrallar olacağından dışa bağımlılığı artıracaktır.
Yapılmakta olan Akkuyu Nükleer Güç Santralı (NGS) ile ÇED uygun raporu verilen Sinop Nükleer Güç Santrallerinin (toplam 9.240 MW) sahipleri yabancı ülke şirketleri olacak ve ABD Doları karşılığı elektrik alım garantisi verilecek. Bu fiyat ise piyasa ortalamasının ve Avrupa toptan elektrik fiyatlarının 2,5 katından fazladır.
Uzun yıllardır Türkiye’de kaynakların kıt olduğu ve gelecekte elektrik talebinin karşılanamayacağı savları ile devlet destekli şirketlerce yapılan santraller sonucu bugünkü kurulu güç fazlalığı ortaya çıkmış, yapılan gereksiz yatırımlar ve şirketlerin varlıklarını koruyabilmeleri için halkın vergilerinden şirketlere aktarılan enerji üretim teşvikleri türetilmiştir. İlave teşvikler ve yüksek fiyatlı alım garantileri sonucu ise Türkiye’de elektriğin ucuzlaması engellenmekte, çevre zararı riskleri artırılmaktadır.
EPDK 2019 Yılı Raporuna göre Türkiye’de üretilen elektriğin ancak yüzde 75’i faturalandırılmakta. Faturalandırılmayan yüzde 25 enerji kısmını ise kaçak kayıplar ve enerji üretim tesislerinin iç ihtiyaçları için kullandıkları elektrik oluşturmakta. Kayıp kaçaklar dağıtım şirketlerinin sorumluluğu altında olsada, bu şirketler yükümlülüklerini yerine getirmemekte, kaçak kullanılan elektriğin bedellerini abone faturalarına ekleyerek faturaları yükseltmesine sebep olmaktalar. Gelecekte elektrik sektörünün krize girmesinin, elektrik fiyatlarının artmasının ve halkın vergilerinin bir kısım kişilere peşkeş çekilmesinin önlenebilmesi için elektrik temin ve dağıtım hizmetlerinin kamu hizmeti anlayışı içerisinde planlı bir yapıya dönüştürülmesi zorunludur.
Ülkemizdeki sera gazı salımlarının yüzde 70’den fazlasına neden olan kömür kaynaklı elektrik üretim tesislerinin elektrik üretimi içindeki payının yüksek olması ilerideki yıllarda ülkemizin iklim değişikliğini önleme çabalarına büyük sekte vuracağı açıktır. Çocuklarımıza daha yaşanabilir bir dünya bırakmakla yükümlü olduğumuz unutulmadan, fosil yakıt kaynaklı elektrik üretimine bir an önce kısıtlamaların getirilmesi ve yenilenebilir kaynak kullanımının artırılması gerekmektedir. Elektrik üretiminde yenilenebilir enerji kaynaklarının etkin ve yaygın olarak kullanılmasını sağlamak amacıyla oluşturulan YEKDEM aracılığıyla, yenilenebilir enerji kaynağı kullanan santrallara 10 sene boyunca ABD doları bazında elektrik alım garantisi sağlanmıştır. Bu destekler sonucu da YEKDEM kapsamında elektrik üretimi Türkiye’de 2015-2019 döneminde yüzde 340 artmıştır. YEKDEM, elektrik üretiminde yenilenebilir enerji kaynakları payında artış sağlamış ancak diğer yanda yanlış uygulamalarla, yenilenebilir kaynağa dayalı olsa da bazı çevreye zararlı yatırımların (özellikle bazı HES ve JES’ler) önünü açmış, çok büyük enerji tesislerinin desteklenmesinin de etkisiyle elektrik fiyatlarının yükselmesine katkıda bulunmuştur. YEKDEM sisteminden ise küçük yatırımcılardan çok, büyük sermaye yararlanmaktadır.
Peki tüm bu gerçeklikler karşılığında ülke kaynaklarının yabancı enerji üretim şirketlerine akıtılarak çarçur edilmesine, halkın yüksek enerji faturaları ödemesine, ekosistemin yok edilmesine nasıl son verilebilir?
Akkuyu NGS, TANAP, Türk Akımı vb. projelerde yapıldığı gibi; bazı ticari sözleşmelerin, TBMM onayından geçirilerek uluslararası sözleşme niteliği kazandırılması ve ulusal iç hukukun denetimi dışına çıkarılması önlenmeli; bu tür mevcut sözleşmeler toplum ve ülke çıkarları doğrultusunda değiştirilmelidir.
Yasal düzenlemelerde “kamu yararı” kavramı öznel ve piyasa güçleri lehine istismar edilen bir kavram olmaktan çıkarılmalı, toplumun yararını gözeten nesnel ve somut olarak ölçülebilir ölçütlere dayandırılmalıdır. Sermayenin enerji yatırımları için yurttaşların oturdukları evlerden, topraklardan, çevrelerinden koparılmasına, sürgün edilmesine dayanak olan “acele kamulaştırma yasası” değiştirilmeli, uygulama sona erdirilmelidir.
Kullanılamayan bir hak, hak değildir. Toplumsal adalet için, tüm idari ve adli yargı süreçleri, halkın ve demokratik kuruluşların hatalı uygulamalara yasal itiraz hakkını sınırlayan, önleyen; “doğrudan zarar görme şartı”, “yüksek dava açma harçları ve çok yüksek bilirkişi ücretleri” gibi tüm engeller kaldırılmalı, hak arama kolay ve uygulanabilir olmalıdır.
Yenilenebilir kaynaklara verilen ancak bugün büyük şirketlere kamudan kaynak aktarımına dönüşen yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilen elektriği yüksek fiyatla alım garantisi uygulaması (YEKDEM) gözden geçirilmeli, kapsamı küçük ve desteğe ihtiyacı olan santrallarla sınırlanmalıdır.
Doğal çevreyi ve toplumsal yaşamı olumsuz etkilediği saptanan tüm santrallerin (termik, jeotermal, hidrolik, biyokütle vb. kaynaklılar dâhil) faaliyetleri durdurulmalıdır. Üretim yöntemi ne denli çevre dostu olursa olsun elektrik üretme gerekçesi, santral çevresinde yaşayan insanların istekleri dışında yaşamsal haklarının sınırlanmasını veya ortadan kaldırılmasını haklı kılamaz. “Çevreci santral yapma” iddiası da, santrallerin tüm çevresel ve toplumsal etkilerini gözardı etmenin, verimli tarımsal arazileri işgal etmenin, akarsu yataklarının güzergâhlarını değiştirmenin, suyu beton borular içerisine hapsetmenin, ağaçları kesmenin gerekçesi olamaz.
Tüm yeni tesislerin çevresel ve toplumsal etki değerlendirme çalışmalarında, yatırımın tüm etkileri bilimsel gerçeklere dayandırılmalı, kurulması öngörülen tesislerin bulunduğu yörede var olan ya da yatırım kararı alınmış diğer yatırım projelerinin etkileriyle birleşmesi sonucunda ortaya çıkacak kümülatif etki de değerlendirilmelidir. Tesislerin yapım ve işletme aşamaları, taahhüt ettikleri yükümlülükleri yerine getirilip getirilmedikleri denetlenmelidir.
Kamu yönetimi, tüm enerji yatırımlarında yaşam alanlarının olumsuz yönde etkilenmemesi için kuralları geçersiz kılacak istisnaları kurgulamakla değil, kuralları istisnasız uygulamakla, yurttaşların anayasal haklarını savunmakla yükümlü olmalıdır. Ülke doğasının tahrip edilmesine, flora ve fauna kaybına ve yerel halkla yeni bir anlaşmazlık alanının yaratılmasına yol açabilecek yanlış uygulamalar sona ermelidir.
Tüm enerji projelerinde her aşamada, toplum yararı ve çevre öncelikle göz önüne alınmalı, halkın kabulü, diyalog ve danışma önemsenmeli, verimli tarımsal arazilere enerji tesisi kurulması ve halkın geçim kaynağı olan tarım alanları ve ürünlerine zarar verilmesi mutlaka önlenmelidir.
Yöneticilerin görevi, santral yatırımcılarının çıkarlarını kollamak değil, her ne pahasına olursa olsun o bölgede yaşayan insanların, toplumun, çevrenin, doğanın ve ülkenin çıkarlarını bir bütün olarak korumak olmalıdır.
Yanlış uygulamalardan canı yanan, zarar gören, sağlıklı yaşam haklarını savunmak için mücadele eden kesimlere baskı ve şiddet uygulamaları derhal durmalı, halkın taleplerine kulak verilmelidir.
Her tür kömüre dayalı yeni santral projelerine mutlak toplum yararı yoksa izin verilmemelidir. Mevcut ve yatırımı süren kömür yakıtlı santrallerin, jeotermal santrallerin, zararlı atık yakan santralların çevreyi kirletmelerine son verilmelidir.
Filtre, baca gazı arıtma, atık su arıtma, atık kül-cüruf-alçı taşı depolama alanı vb. yatırımları çok ivedilikle yapmadıkları, etkin ve verimli hizmet verir hale getirmedikleri, salımlarını devamlı duyurmadıkları sürece, söz konusu santralların çalışmalarına izin verilmemelidir.
Enerji politikalarında ciddi ve radikal bir değişikliğe gidilmeli, elektrik üretiminde fosil yakıtların payı düşürülmeli; yenilenebilir enerji kaynaklarının payını ciddi oranda artırmaya yönelik politikalar, kamusal planlama anlayışı ile toplum çıkarlarını gözeterek ivedilikle uygulanmalıdır. Bundan böyle enerji üretim tesislerinin kamusal bir planlama anlayışı içinde, esas olarak rüzgâr, güneş vb. yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı ve toplum çıkarlarını gözetir biçimde kurulması sağlanmalıdır.
Enerji sektörünü özel tekellerin kar egemenliğinden çıkarıp kamusal bir düzleme aktarma, toplum çıkarlarını gözeten, kamusal planlama esaslı, yenilenebilir kaynaklara dayalı, düşük karbon salımlı bir ekonomiye yönelme ve enerjiyi azami ölçüde verimli kullanarak enerjide demokratik bir denetimi/programı gerçekleştirme ihtiyacı vardır.