Kanuni Sultan Süleyman Han Belgrad seferine çıkmıştı. Kaleye iki günlük mesafede son defa mola verdiler. Askerler, çevredeki çeşmelerden istifade edip abdest tazelemeye, su ihtiyaçlarını gidermeye çalışıyorlardı. Çeşmelerden birinin yakınında bir manastır vardı. Bu manastırın başrahibi, Osmanlı askerlerinin durumunu öğrenip haçlı ordusunu haberdar etmek için, manastırdaki rahibelerden birkaçını süsleyip, ellerine verdiği testilerle çeşmeye gönderdi.
Rahibelerin geldiğini gören Osmanlı askerleri, hemen çeşmenin başından ayrılıp onlara sırtlarını döndüler ve testilerini doldurup gidinceye kadar dönüp bakmadılar. Rahibeler durumu başrahibe anlatınca, hemen kâğıt kalem istedi ve haçlı ordusu kumandanına şunları yazdı:
"Ey Haçlı Kumandanları! Siz bu orduyla nasıl başa çıkabilirsiniz? Bu insanlar, hiç düşünmeden Allah yolunda, kumandanları emrinde çekinmeden can veriyorlar. İnanıyorlar ki, gidecekleri yer Cennet’tir. Kadına kıza ehemmiyet vermiyorlar. Yanlarına gönderdiğim rahibelere sırtlarını döndüler. Mala- mülke de önem vermiyorlar. Bütün mal ve mülklerini terk ederek cihada çıkıyorlar. Herkese iyi davranıp, kimseye zulmetmiyorlar.
Ey Haçlı Kumandanları!.. Siz onlardaki bu hasletleri ortadan kaldırmadan karşılarına çıkıp savaşmaya kalkışırsanız, elinize binlerce askerinizin canına mâl olacak acı bir tecrübeden başka bir şey geçmez. Buna rağmen Haçlı Kumandanları, kahraman Osmanlı askerinin kılıçlarına yem olmak için âdeta birbirleriyle yarış ederler ve Osmanlı askerine yeni zafer kazandırırlar.“ (Tarih-Düşünce,Mayıs-2003)
Bundan daha açık ve net bir tespit, Müslüman-Türk’ü anlatamaz. Rahip efendinin dediği gibi ne zaman ki, bizim milletimize mahsus hasletlerimizi kaybettik, onları elimizden aldılar; işte o vakit maddi ve mânevî bütün sahalarda gerileyip çöküntü başladı. Ve bu günkü hallere geldik. Bizler hâlâ tavizler vererek, kimliğimizi bir tarafa bırakarak, AB’ye yamanmaya çalışmamız, şerefimizi ayaklar altına almaktan başka nedir ki? AB ile münasebetlerimiz veya AB içerisinde yer almamız gerekli ise-ki gerekli olduğuna inanıyorum- bize ait hususiyetlerimizle dahil olmamız icap etmektedir. AB kimliği oluşturma çabası içinde olan Batı’ın kendine ait değerleri içinde yok olmamak için, mahalliyatı kuvvetlendirerek, global hareket etmek mecburiyetindeyiz. Filhakika, biz ne kadar AB’ye girmek için çırpınırsak çırpınalım; Batı’ya kendimizi sevdirmeye çalışırsak çalışalım; onların gözünde hakikat değişmeyecektir. Tarihçi Hans-Ulrich Ğehler’in şu ifadeleri Batı’nın, dolayısıyla AB’nin bize nasıl baktığını göstermektedir. “Müslüman Osmanlı İmparatorluğu’nun 450 yıl boyunca Hıristiyan Batı’ya karşı yaptığı savaşlar yüzünden bugünkü Türkiye AB’ye giremez.“(Tageszeitung-10 Eylül 2002;nak. Alaattin Diker, Yarın, Ekim-2003,sh.,21)
Yine Alman Parlamentosu CSU parti grubunun 1999 yılı Aralık ayında hazırladığı „Thesenpapier Europa“ raporunda,Türkiye’ye tanınan adaylık hakkı Avrupa’ya karşı işlenen bir vebal ve sorumsuzluk“ olarak nitelemiştir.( Focus Dergisi, 3 Ocak 2000,; a.g.d.,)
Türkiye’ye yön verenler; siyasetçisinden, bürokratına, sivil teşkilatlarından cemiyetimizin bütün ferdine kadar büyük sorumluluklarımızın olduğunu unutmamalıyız. Mesuliyet hissi içinde geleceğe bakmak; ancak, naklettiğim rahibin tespitlerinin aynen cari olabilmesine bağlıdır. Dolayısıyla başımızın dik durması tarihî şuurla mümkündür.