Kuşadası gibi marka bir şehirde 5 yıldan fazla İlçe Müftüsü olarak görev yapmayı bana lütfeden Cenab-ı Allah’a hamd ediyorum. Çok güzel bir beş yıldan sonra şimdi İstanbul’un güzel bir ilçesi olan Çekmeköy’de göreve devam ediyorum.
Bu beş yılda kazandığımız dostluklarımız, muhabbetlerimiz hala devam ediyor. Zaman zaman ben arıyorum. Bazen de dostlar bizleri unutmuyor. İşte önemli olan, görev esnasında değil de, ayrıldıktan sonra da bu muhabbetin devam etmesidir. Bu görev esnasında, görevimde samimi olmaya, güler yüzlü olarak ve tatlı dille insanlara hitap etmeye özen gösterdim.
Cuma vaazlarında gördüğüm eksiklikleri, dini hassasiyetlerimizi, Diyanet İşleri Başkanlığı olarak toplumu din konusunda aydınlatma görevimizi yerine getirirken hassasiyetlere de dikkat etmeye çalıştım.
Müftülük makam odasındaki pencereden, Kaleiçi Camiinin bahçesinde kılınan cenaze namazlarına katılan insanların birbirlerine karşı samimi davranışlarına şahit oldum. Bazen bir namaz vakti namaz kıldırmışsam o gün de bir cenaze varsa kim olduğuna bakmadan cenaze namazı kıldırarak, cenaze başında kısa sohbetler yaparak görevimi yerine getirmeye çalıştım.
Cenaze namazlarında annesini, babasını, evladını, dedesini, ninesini ahirete yolculuk için uğurlamaya, son vazifesini yapmak, cenaze namazına katılmak için gelen eş, dost, akraba ve dostların bir kısmının cenaze namazına katıldığını, bir kısmının da cemaatten uzak durarak uzaktan yapılan ibadeti izlediğini gördüm.
Bazen kulağa küpe nasihatler verdim. İnce ince insanlarının duygularına dokunmaya çalıştım.
Mesela: “Muhterem Cemaatimiz, başımız sağ olsun. Bir kardeşimizin son vazifesini ifa etmek için zahmet edip geldiniz. Biz biraz önce ikindi namazını kıldık. Allah kabul etsin. Ancak bu namaza iştirak edemeyen kardeşlerimiz var. İnşaallah bir dahaki vakitte veya başka bir cenazede vakit namazını birlikte kılmayı Allah nasip etsin.” Şeklinde namaza davet ettim.
İşte bunlardan bir genç var ki, onun hikayesi beni çok etkiledi.
Bir akşam yatsı namazından sonra, Müftülük yakınında bulunan öğretmeni civarındaki bir çay ocağında muhabbet ediyorduk. Çay kahve bahane, önemli olan muhabbet derken, bir genç, Kaleiçi Camii İmam Hatibi Halil İbrahim Bice hocamıza, “Hocam ben ödemeyi yaptım, bir emriniz var mı?” dedi. Hocamız da teşekkür etti. Genç delikanlı ayrılınca, çay paralarını ödeyen bu genci tanımak istedim.
Hocamız şöyle bir iç çekerek bu genci anlattı bana:
“Hocam, bu gencin bir ay öncesi annesi vefat etti. Cenaze namazını ben kıldırdım. Cenaze namazı kılınırken yüksek sesle, hıçkırıkla ağlayan ve bu hali cenaze taşınırken de devam ediyordu. Kabristanlıkta defin bitip, taziye için yanına gittiğimde, başın sağ olsun, kendini helak ettin. Bak şimdi bu ağlamanın annene faydası yok. O şimdi senden dua bekler, bir Fatiha bekler” dedim.
Genç ağlaması devam ederek, “Hocam, ben de onun için ağlıyorum” dedi. “Herkes annemin arkasından Fatiha okuyup dua ederken, ben annemin ruhuna bir Fatiha okuyamadım hocam. Çünkü babam beni elimden tutup ne bir camiye ne de bir hocaya götürdü, dedi.
İşte o genç, bize çayları ısmarlayan genç hocam dedi.
Ben ona “üzülme, ben sana Fatiha okumasını öğretirim” dedim.
Daha sonra abdesti, namazı, duaları öğrettim hocam, dedi.
Evet, kıymetli dostlar,
Günümüzde, hiç camiye gitmedim, hiç kimsenin önünde eğilmedim diyerek, namazsızlığı, ibadetsizliği bir maharet gibi sunan bir nesil yetişiyor.
Çok yakında İzmir depremini yaşadık. Enkaz altında kalan onlarca insanı büyük bir özveri ile kurtarmak için gayret gösteren yardım ekiplerinden Allah razı olsun.
Ancak öncelikle Rabbimize hamd ediyorum.
İzmir depreminde, tonlarca enkazın altında 91 saat Ayda bebeği yaşatan Rabbimiz, Sen ne büyüksün, sen ne yücesin.
Yaşatan da öldüren de sadece ve sadece Sensin.
ALLAHÜ EKBER, ALLAHÜ EKBER…
(Allah en büyüktür, En büyük olan Allah’tır.)
Ya Rabbi, depremde ölenlere rahmet ve yaralılara şifalar ihsan eyle. Bizleri de her türlü kötülük ve felaketlerden muhafaza eyle…
Ayda bebek, 91 saat boyunca tonlarca enkazın altında kaldıktan sonra, onu koruyan ve kollayan Allah’ın en büyük olduğunu “ALLAHÜ EKBER, ALLAHÜ EKBER” diyerek kendi acizliğini ve Rabbin büyüklüğünü ifade edenlere karşı, “El kadar bebeğin başında tekbir getiren kurtarma ekibini Allah’a havale eden” bir neslin mesajlarını okuyunca gelecek adına üzüldüm.
Oysa Allahü Ekber, neydi? Allah en büyüktür, demekti. Günde beş defa minarelerden Allah’ın en büyük olduğunu, Allah’tan başka tapılacak olmadığını, Peygamberimizin onun elçisi olduğunu, haydi namaza, haydi kurtuluşa diyerek, Müslümanları ibadete çağıran kutsal bir mesaj.
İbadetten uzak, dini değerlere yabancı, Kur’an’ı ölülerin ardından okunan bir kitap haline getirdiğimiz, hayatın kaynağı haline getiremediğim için, sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet getirilip ismi konan bir nesil, İslam’a ve dini değerlere uzak yetişiyor. Bunlardan sorumluyuz.
Bu nesle İslam’ın güzelliklerini, hoş görüsünü, ibadetin manevi hazzını anlatmalı ve yaşatmalıyız.
Bu duygu ve düşüncelerle, Fatiha okumasını bilmeyen gence, ona namaz kılmasını, dua okumasını ve annesinin ardından bir Fatiha okumasını öğreten hocamıza selam olsun. Allahü Ekber’i hayat düsturu edinmeyi ve yüreklere Allah sevgisinin nasip olmasını temenni ediyorum.
Cuma’nın bereketi ve selamı hepinizin üzerine olsun.