Ben, Anadolu bozkırında bir ahlat ağacı. Bu günleri yaşamak ne kadar acı. Neymiş efendim dikenlerim varmış, gelene gidene batarmış. Batarsa batsın, o da bana tanrının bir tacı. Şikâyetçi de olmadım hiçbir zaman. Bir dileğim de olmadı ki soysuzlardan… Kendimi bildim bileli burada yaşarım ben. Mersini, kekiği, koyunu, keçisi, sarı sıcağı, çakırdikeni… Dallarıma yuva yapar, serçesi, saksağanı, çalıkuşu, üveyiği… Gölgemde oturur Çoban Mustafa’sı, Yörük kızı Yeter’i. Çocukların salıncak kurduğu da oldu dallarıma. Ahladım olduğunda taşladılar, meyvemi düşürmek için, sırıkla çırparken de dallarımı kırdılar. “O yokluk günlerinde kuşa, kurda, insana besin oldum” diye sevinirdim ben. Hiç yüksünmeden…
Dere Ağzı’na, Çam Dibi’ne, Karapınar’a, Yazırlı’ya yerleşti Türkmen obaları… Ektiler, diktiler toprağı. İmece günlerinde, bağbozumunda şölen düzenlediler. Allı pullu, ebemkuşağı giysileriyle horon teptiler. Efeler, dağların özgür insanları, kır çiçeği işlemeli fesi, cepkeni, körüklü çizmesiyle, diz vurdular toprağa, yay gibi gerilmiş elleriyle düşmana korku saldılar. Oluk oluk kanın aktığı, çoluk çocuğun çığlığının dağlarda yankılandığı günleri de gördüm. Yalınayak Anadolu anaları, kucağında bebesi, çarıklı, kalpaklı yiğitlerine, gece gündüz, mermi, yiyecek, giyecek taşıdıkları günleri de bilirim ben. Bir yaz günüydü, hava sıcak mı sıcak, altında rüzgârdan hızlı bir al at, elde yalın kılıç, Mehmetçikler düşmanı koştururken görecektiniz… Eğer görseydiniz, bu topraklara secde ederdiniz.
Yine bir bahar günüydü. Hayıtlar, zakkumlar çiçek açmış, kırlar yemyeşil otlar diz boyu. Papatyalar, iğnelikler, çiğdemler, tüylü çanlar, ebegümeçleri Yörük kızı gibi tüm renkleriyle kokularını sürünmüşler. Her yer halı, kilim sanki. Yörük beyinin evi…Yörükte olan beyde olmaz demişler ya… İşte böylesi bir günde Çötel Yörükleri dağın eteğine, kıl çadırlarını kurdular. Ben de bir sevindim ki sormayın. Pişen sütün, tulum peynirinin kokusu, hayvanların meleşmeleri, çocukların gülüşleri, bir şenlendi ki kırları…
Çanakkale, Kurtuluş Savaşı derken erkek kalmadı çadırda. Cennet ninenin başında kaldı tüm işler. Menderes Nehri’nin kuzeyini Yunanlılar işgal etti. Güneyi İtalyanlara verilmiş. Kim kimin malını kime veriyorsa. Yaz günüydü, yerli Rumların yol göstermesiyle, Yunan askerleri geldi. Önlerine ne çıkarsa canlı vuruyorlardı. Dalımda bir kumru tünüyordu. Ona da ateş ettiler, vurulmadı ama ödü koptu zavallı kuşun.
Kırdaki koyunu, keçiyi de vurdular. Cennet nine çıldırdı. Askerlerin yüzüne tükürdü, yakalarından asıldı. Tüfeğin dipçiğiyle vurdular başına, yığılırken yere, başından kanlar akıyordu. Anasının yanına koşan daha çocuk yaşındaki Yeter’e saldırdılar. Çığlık çığlığa koşarken tüfekle vurdular. Kanlı Kaya kaldı üstünde vurulduğu kayanın adı.
Geçenlerde çanak yalayıcılar geldi yanıma. Önce etrafımda dolaştılar. “ Olmaz böyle, her yeri dikenli!” dediler. Ellerinde motorlu bir testere vardı, çalıştırdılar. Yeri göğü inletiyor cavurun zırıltısı. Dallarımı kestiler. Dallarım yere düşerken dikenlerim oralarına buralarına batmış. Avaz avaz bağırdılar. Dedim ki kendi kendime: “Kırmızı mumlu mektupla mı çağırdılar sizi?” Eski özgür günlerim canlandı gözlerimde. Kuşlara yuva olup yuvadan yavruların boynunu uzattığı günler. Koca ağızlı yavrucaklar bir gün çok bağırmışlardı da anneleri geç kalınca ahladımdan bir tane atmıştım yuvalarına, nasıl da sevinmişlerdi, “cıyak cıyak!”. Soysuzlar kesilen dallarımı dereye attılar. Sonra da kesilen üç dalımı yardılar. Kakma aşı yapacaklarmış, bir dalıma Bursa armudu kalemi yerleştirdiler, diğerine Ankara armudu. Özenle tuttukları iki armut kalemi daha vardı ellerinde. Yurt dışından gelmiş AB mayhoşu. İki ayaklı ayılar pek severmiş bunu. Onu da yerleştirip bir güzel sardılar. Onlara sorarsan ehlileştiriyormuşlarmış… Ağacın da ağzını bozacak bunlar, “ Be hey edepsiz! Çanak yalayıcı, kimliksiz kişiliksiz insanlar. Kelin ilacı olsa önce kendi başına sürer. Sen ki şehit kanlarıyla sulanmış toprağını satıyorsun utanmadan. Beni ehlileştirmek sana mı kaldı?” Soysuzları anladık da soylulara ne oldu ki? Yurtseverler Silvri’de tutsak edilirken onuru olan insanlar onlara sahip çıkmaz mı? Ölü toprağı mı döküldü üstünüze? Toplumsal belleklerini yitirdiler sanki. Ya da dönen dolapların ayrımına varamadılar. Bu güzel Yurdumuz inim inim inlerken sahip çıkmayacağız da ne zaman sesimizi çıkaracağız. Biz biliriz dostumuzu da, düşmanımızı da… Baltanın sapı bizden olmasa! Nah dokunurlar kılımıza… Soyumuzu, dilimizi, kültürümüzü yozlaştırmaya kalktı onun bunun çocuğu… Ben Anadolu bozkırında bir çöğür ağacı, içimi acıtıyor soysuzun ilacı. Yıldıracaklarını sanıyorlarsa aldanıyorlar, Anadolu var olalı beri burada yaşayan bu anıt ağacı…