Türkiye'de jeotermal faaliyetler ile diğer faaliyetlerin bölgesel bazda çevresel, sosyal ve sosyoekonomik kümülatif etkilerinin değerlendirilmesi, jeotermal kaynakların sürdürülebilir kullanımına dair stratejik planlarının geliştirilmesine destek olunması, mevzuat süreçlerinin etkinleştirilmesi, çevresel ve sosyal politikaların geliştirilmesi ve uygulanmasına yardımcı olunması amaçlı, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı işbirliğiyle ortak proje gerçekleştirildi. Bu proje taslak raporu Temmuz 2020’de yayınlandı.
Proje Türkiye’de jeotermal aktivitelerin en yaygın ve yöre halkının çevresel konularda en hassas olduğu Aydın, Denizli ve Manisa’da gerçekleştirildi. Bu bölgeler ülke ekonomisi açısından hem su kaynakları hem de tarım için son derece önemli olan Büyük Menderes ve Gediz Nehir Havzalarında bulunmaktadır. Bu iki havzada hem düşük hem de yüksek sıcaklıklara sahip birçok jeotermal kaynak yer almaktadır. Düşük sıcaklıklı kaynaklar turizm, konut ısıtması ve sera ısıtmasında, yüksek sıcaklıklı kaynaklar ise enerji üretimi amacı ile kullanılmaktadır. Büyük Menderes ve Gediz Nehir Havzalarında 55 adet JES bulunmakta olup, bu tesislerin günümüzde toplam kurulu gücü yaklaşık 1.531 MWe’dir. Taslak rapora göre her iki havzada kurulu olan JES’lerin sebep olduğu çevresel problemler şu şekildedir;
•HAVA KALİTESİ; Bölgede JES’lerden salınan SO2, PM ve NO2 gazlarının seviyeleri hava kalitesi açısından ihmal edilebilir düzeylerde görülsede, CO2, H2S, CH4, NH3, N2, H2 vb.yoğuşmayan gazlar (NCG) hava kalitesi üzerinde olumsuz etkiler yaratabilirler.
•KOKU; Tesisilerin olduğu bölgelerde H2S gazından kaynaklı çürük yumurta kokusu tespit edilmiştir. Bölgede H2S emisyon değerleri DSÖ’nün koku rahatsızlığının oluşmaması için önerdiği 7 μg/m3 değerin üstünde ölçülmüştür.
•İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ; JES’lerden atmosfere bırakılan yoğuşmayan gaz emisyonlarları direkt olarak atmosfere salındığı için, iklim değişikliğini arttıracaktır. Ayrıca, JES’lere ait üretim kuyularından buhar çıkışları olmaktadır. Su buharının mikro-klimaya etkisi olmaktadır. Ölçümlerde JES’lerin bulunduğu alanlarda buharlaşma değerlerinin daha yüksek olduğu görülmektedir.
•YERÜSTÜ/YERALTI SUYU KALİTESİ; Su kaynakları açısından, Büyük Menderes Havzasında risk olmayan bir bölge yok denecek kadar azdır ve su kütleleri yoğun olarak yüksek-orta risk derecelendirmesine sahiptir. Gediz Nehir Havzasında memba bölgesi dışında neredeyse tüm nehir ve çaylar noktasal ve yayılı kirleticilerin baskısı altındadır. Jeotermal akışkan, yüksek sıcaklık, düşük pH ve ağır metal içeriği ile karakterize edilmektedir. Jeotermal akışkan bölgede yüksek bor (B) içeriğine sahiptir. Bazı jeotermal sahalarda hem yerüstü, hem yeraltı sularında yüksek B konsantrasyonu saptanmıştır. Bu kesimlerde toprakta da B konsantrasyonu artmıştır. Sebep ise tesislerin yeraltından çekilen tüm jeotermal akışkanı re-enjekte etmemeleri, alıcı ortama deşarj etmeleridir.
•TOPRAK KALİTESİ; Jeotermal akışkanlar tarımsal üretim için zararlı olabilecek maddeler içermektedir. Jeotermal akışkanın kontrolsüz olarak yüzeysel su kaynaklarına deşarjı durumunda yerüstü ve yeraltı sularında kirlenmelerle, bu su kaynaklarının sulama amaçlı kullanılması durumunda ise toprak kalitesini olumsuz etkileyecek kirlenmelerle karşılaşılması mümkündür. Bu uygulamaların halk sağlığı için tehlike oluşturmasının yanında, bölgenin öne çıkan tarımsal ürünlerinin üretimini de olumsuz etkileyebilmekte ve toprak kalitesinin bozulmasına neden olabilmektedir. Toprağın doğal yapısına havaya salınan CO2, NO2, SO2 gibi gazların havadaki su buharı ile birleşerek asit damlacıklarına dönüşmesi, asit damlacıklarınınsa yağışlarla yeryüzüne inmesi sonucu asit yağmurları oluşturması da zarar vermektedir. Hava kalitesini bozan gaz kirleticileri, yağış yoluyla yerüstü suyu ve toprakta yaş ya da kuru çökelmeler oluşturarak yetiştirilen bitkilerde ve toprakta kirletici bir etkinin oluşmasına da neden olabilmektedir. Kirleticiler ile yüklü yağmurlar ayrıca hem su kaynaklarında hem de toprakta olumsuz pH değişiklikleri meydana getirebilir. Topraktaki pH değişikliği ise, bazı bileşenlerin serbest hale geçmesine ve toprağın doğal yapısının bozulmasına, kalitesinin düşmesine neden olabilir. Eğer akışkan nehir ya da akarsuya deşarj edilirse kirlenme doğrudan oluşur. Öte yandan kirlenme dolaylı olarak yeraltı suyunun ya da yerüstü sularının kirlenmesi şeklinde de olabilir.
•GÜRÜLTÜ; JES tesislerinde sondaj aşamasında gürültü seviyesinin zaman zaman aştığı, inşaat aşamalarında sınır değerlerin aşıldığı, işletme aşamasında bazı yerleşim alanları için sınır değerlerin aşıldığı görülmüştür.
•GÖRSEL ETKİ VE ARAZİ KULLANIMI; Jeotermal kaynak kullanımı neticesinde ortaya çıkan temel görsel kalite etkilerinden bazıları; buhar salımı, kuyu alanında ve enerji santralinde gece aydınlatması, boru hatları ve iletim hattının görünürlüğüdür.
•FLORA& FAUNA ve BİYOÇEŞİTLİLİK; Jeotermal kaynak kullanım faaliyetlerinin, bölgede flora, fauna ve biyo-çeşitliliğe olumsuz bir etkisinin olması mümkündür.
JES tesisleri, tabiat koruma alanları, milli park, SİT alanları, sulak alanlar vb. korunan alanların içerisinde ve yakın çevresinde yer almaması gerekirken, bölgede bu yasakların pek çok noktada ihlal edildiği görülmektedir.
•ARKEOLOJİK SİT ALANLARI; Proje bölgesinde yer alan bazı JES tesislerine, 5-10 kilometre mesafede arkeolojik sit alanları (Alaşehir, Salihli, Sultanhisar, Sarayköy, Germencik, Kuyucak gibi) bulunmaktadır.
•TARIM; Jeotermal akışkanlarda bitkilerde toksik etki yaratabilecek ve çevresel kirlenmelere sebebiyet verebilecek öncelikle bor, cıva, flor, lityum, arsenik gibi bileşenlerin var olması, jeotermal enerji üretimi ile ilişkili tarımsal üretimde şikâyetlerin çoğalmasına neden olmaktadır. Aydın, Manisa ve Denizli illerinde yetiştirilen ve ülke için ekonomik, sosyal ve stratejik öneme sahip tarım ürünlerindeki toplam ağaç sayısı-üretim alanı-üretim miktarı ve verimlilik parametrelerindeki rakamsal değişimler incelendiğinde bazı düşmeler tespit edilmiştir.
•DEPREMSELLİK; Jeotermal enerji üretimi öncesi ve üretimi sırasında oluşan deprem aktivitesi karşılaştırıldığında hem Büyük Menderes hem de Gediz Grabeninde jeotermal akışkanın üretim ve re-enjekte edilmesi sonucu, ilgili santral ve çevresinde küçük büyüklükte sismik hareketlerin olduğu ortaya konmuştur. Türkiye’deki jeotermal kuyuların önemli bir bölümü gelecekte deprem üretmesi beklenen fay zonlarından üretim yapmaktadır. Bu nedenle, jeotermal sahalar içinde kurulacak tesislerin yer seçiminde, yer bilimsel kriterler göz önünde bulundurulmalı ve bu tesisler diri fay zonlarının yüzey faylanması tehlikesi kuşağı dışında kurulmalıdır.
•ÇÖKME; Çökme, yeraltında, özellikle gözenek basıncında ortaya çıkan değişimler sonucu gözlenebilir. Kontrolsüz üretim sahalarında karşılaşılması olası bir durumdur. Yüzeyde bulunan, konut, yol vb., yapılar bu çökmeden olumsuz biçimde etkilenir. Çökme özellikle tarımsal alanlarda yaygın olarak görülebilmektedir.
•HAVZA VE REZERVUAR DURUMU; Türkiye’deki jeotermal kaynaklarda yüksek CO2 konsantrasyonları saptanmıştır. Son zamanlarda hem Büyük Menderes hem de Gediz Grabeninde kuyularda CO2 değerlerinin zamanla düşmeye başladığı gözlenmiştir. Genel olarak, yılda CO2 düşüşü %12 ile %57 arasında değişmektedir. Bunun sebebinin rezervuarın bütüncül olarak ele alınmaması ve bazı re- enjeksiyon işlemlerinin aynı rezervuara re-enjekte edilmemesi olduğu düşünülmektedir. Hem Büyük Menderes hem de Gediz havzalarında jeotermal potansiyelle yönelik bütüncül bir rezervuar modeli yapılmamıştır. Havza yönetimi planlaması kapsamında bir yerleşimde kurulabilecek maksimum santral sayısı için bir limit oluşturulması gerekmektedir. Daha geniş arazi edinimi gerektiren santral ve işletme ofis alanlarının yer seçimlerinde sosyal etkenler göz önünde bulundurulmalıdır.