İnsanı insan yapan, onu aslî cevheriyle tanıştıran, varlığının esas gâyesine ulaştıran ve neticede insanlıkta kemâle erdiren sır; îman zemîninde neşv ü nemâ bulan “güzel ahlâk”tır.
İnsanın asıl yücelik, olgunluk, fazîlet ve kıymeti, ahlâkî seviyesi nisbetindedir. Bu cihanda Hak Teâlâ’nın sevip râzı olduğu bir kulu olabilmek, mânen olgunlaşmayı gerekli kılar. Bu olgunlaşmanın yolu da “mânevî terbiye”den geçer.
Kendini bilen Rabbini bilir. Rabbini bilen haddini bilir. Hayatın hangi amaçla yaratıldığını bilen, alemi temaşa eden, alemi anlayan, dünyayı anlayan ve sonuçta insanı anlayan herşeyin Yaratıcısının kim olduğu anlar. Bu sebeple gerçek anlamda düşünen, hakikati anlamaya çalışan insan tevazulu bir hayat sürmenin gayreti içerisinde olur, kibirli olamaz, olmamalıdır. Çünkü kim olduğunun farkında olan Kibre asla kalkışmaz. Kuran-ı Kerim bizlere tevazuyu hayatına aktarmayıp kibirli davranış gösterenlerin sonunu hep felaketle sonuçlandığını hatırlatmaktadır. İlk kibirlenen İblis oldu. Yaratılmış olduğunu ve bir Yaratanının olduğunu unuttu. Allah’ını unutunca O’nun emrini yerine getirmeyi unuttu. Unutunca Rahmetten kovulanlardan oldu. Bu husus bizlere şöyle anlatılmaktadır.
“Andolsun, biz sizi yarattık, sonra size suret (biçim-şekil) verdik, sonra meleklere: "Adem'e secde edin" dedik. Onlar da İblis'in dışında secde ettiler; o, secde edenlerden olmadı. Allah buyurdu: Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir? (İblis): Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi.”
Allah’ın emrine itaatsizlik eden ve tevazu yerine kibri tercih eden iblis, tövbe edip Rabbine geri dönmek yerine kibri onu daha büyük kötülüğe sevk etti, Dünyada ve ahirette hem ziyana uğrayanlardan hem de kendinin vesvesesine uyanları kötülüğe sürükleyenlerden oldu. Yüce Rabbimiz ayetin devamında şöyle buyurmaktadır. “Allah: Öyle ise, "İn oradan!" Orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık! çünkü sen aşağılıklardansın! buyurdu. İblis: Bana, (insanların) tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet ver, dedi. Allah: Haydi, sen mühlet verilenlerdensin, buyurdu. İblis dedi ki: Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım. "Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!" dedi. Allah buyurdu: Haydi, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık! Andolsun ki, onlardan kim sana uyarsa, sizin hepinizi cehenneme dolduracağım!” (Araf, 7/11-18)
Kendini unutmayan Rabbini unutmuyor. Rabbini unutanlar aslında hep kendini unutmuşlardır. Kendini unutanlar dünyanın zevkine aldanmış, malın mülkün hiç bitmeyeceğine kanmış, dünyada fesat çıkarıp, zulüm, haksızlık, nihayetinde ise dünyasını perişan edenler ahiretini de hüsrana uğratmıştır. Unutulmamalıdır ki, Allah kimseye azap edici değildir. Yüce Allah kendisinin unutulmaması için insana akıl verdi, gönül verdi, anlayış verdi, kavrayış verdi. Bunların yanında birde Peygamberler, Kitaplar gönderdi. Hepsi insan için. Hepsi Rabbin unutulmaması için. Hepsi dünya ve ahiret mutluluğunu yakalamak isteyenler için. Ama yoldan çıkan şeytan insanları da kendisi gibi yoldan çıkartmaya çalıştı. Ona uyanlar ve vesveselerine aldananlar, tövbe etmeden, Allah’ı hatırından çıkararak dünyada yaşamak isteyenler hep zarar etti. Kur’an-ı Kerim bu ibretlik hadiseleri özellikle kıssa olarak bizlerin nazarına sunmaktadır.
Birçok ayette geçmiş kavimlerin yapmış oldukları aşırılıklar dile getirilmekte, kendilerine gönderilen Peygamberleri dinlemeyen ve kitaplara uymayıp doğru ve gerçek hidayet yoluna Allah yoluna uymayanların dünyada azaba çarptırıldıkları hatırlatılmakta aynı yanlışa bizlerin düşmemesi istenmektedir.
Hz. Nuh kendi kavmine, Ad Kavmine Hz. Hud, Semud Kavmine Hz Salih, Medyen Kavmine Hz. Şuayb, Nemruta Hz. İbrahim, Firavuna Hz. Musa gönderilmiş, kibirle hareket eden, yanlışlıklar içerisinde olan insanların hepsi Yüce Allah tarafından uyarılmıştır.
Kibir insanı helake sürüklemektedir. Kibrin karşısında ise tevazu gelmektedir. Tevazu Sözlükte "alçak gönüllü olmak" anlamına gelen tevazu, ahlâk kavramı olarak,"kişinin nefsini Hakk'ın huzurunda kulluk mevkine koyması, insanlara karşı kibirli ve gururlu olmaması" demektir. (Dini Kavramlar Sözlüğü)
Allah-u Teala iyilikler içerisinde olmamızı, başta ana-babamız olmak üzere tevazu içerisinde bir davranış sergilememizi istemektedir. Ayette bu husus şöyle ifade edilmektedir.
“Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: “Rabbim!, Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı.”(İsra, 17/24)
**
Resûlullah, hiç kimsenin kendisini arkadaşlarından farklı görmesini sevmezdi. Bir sefer esnâsında, ashâbından koyun kesip pişirmelerini istemişti. Sahâbeden biri:
“-Yâ Resûlallâh, onu ben keseyim.” dedi.
Başka biri:
“-Yâ Resûlallâh, yüzmesi de benim vazîfem olsun.” dedi.
Bir başkası da:
“-Yâ Resûlallâh, pişirmesi de bana âit olsun.” dedi.
Fahr-i Kâinât Efendimiz de:
“-O hâlde odun toplamak da bana âit olsun.” buyurdu.
Sahâbîler:
“-Yâ Resûlallâh! Biz onu da yaparız, Siz’in yorulmanıza gerek yok.” dedilerse de Efendimiz:
“-Sizin, benim işimi de yapabileceğinizi biliyorum. Fakat ben, size göre imtiyazlı bir durumda bulunmaktan hoşlanmam. Çünkü Allâh Teâlâ, kulunun, arkadaşları arasında imtiyazlı durumda olmasını sevmez.” buyurdu. (Kastallânî, el-Mevâhibü’l-Ledünniye, Mısır 1281, I, 385)