Daha düne kadar (1980’li yıllar) dünyada kendi kendine yeten 7 ülkeden biriyken şimdi 133 ülkeden 125 çeşit sebze meyve ithal eder bir konuma geldik. Aslında dünyada kendi kendine yeten 7 ülkeden öne çıkan sadece Türkiye idi. Diğer 6 ülkenin hangileri olduğunu doğru dürüst bilen yok çünkü. Bu gün geldiğimiz noktada ise maalesef kendi kendine yeten ülkeden ithal eden ülke konumuna geldik.
İçinde bulunduğumuz 133 ülkeden sebze meyve ithal eden noktadan önce kendi kendine yeten,sonra da bu 133 ülkeye ihraç edebilen ülke konumuna gelmemiz aslında çok zor değil. Sadece Yerli ve Milli tarım politikaları uygulanması ve yöneticilerimizin gerçekten yerli ve milli üretimi desteklemesi gerekiyor. Her şeyden önce yöneticilerimiz ülkemizin kendi kendine yeterli hale gelmesini gerçekten istiyorlar mı? Bu önemli.
Önemli çünkü tarımsal üretimimizi gerçekten ihtiyaçlarımızı karşılayıp ihracatta yapabilecek hale getirmenin ilk şartı ABD başta olmak üzere yabancı ülkelerle 1848 Marshall Yardımı dahil, 1956-1957 ve sonrasında imzalanan tarımsal anlaşmaların tamamının yerli ve milli menfaatlerimiz doğrultusunda yeniden gözden geçirilmesi, menfaatimize uymayan anlaşmaların askıya alınması ve tarımsal üretimimizin ve ticaretimizin yabancıların kontrolünden çıkarılmasıdır. Usta Araştırmacı Yazar Sinan Meydan’ın 5 Haziran 2017 tarihinde Sözcü Gazetesi’nde yayınlanan “Tarım İhaneti” başlıklı yazısı tarım alanında ABD ile yapılan anlaşmaları ve yapılan anlaşmaların kimlere hizmet ettiğini belgeleriyle özetlemektedir.
Sinan Meydan’ın söz konusu yazısı;”Türkiye-Amerika Tarım Anlaşmaları,(Kendi öz ürünümüz zeytinyağının sabun yapımında kullanılmasını bir kararname ile yasaklayarak onun yerine Amerika’dan satın alınan domuz karışımı don yağının kullanılması mecburiyetini getiren DP Hükümeti Amerika’ya Pazar olma uğruna Türk Zeytinyağı üreticilerini de açlığa ve yoksulluğa mahkum ediyordu. Haydar Tunçkanat-İkili Anlaşmaların İç Yüzü-Ankara-1969 S.70)” diye başlıyordu.
“Bir zamanlar Anadolu Tahıl Ambarıydı,Anadolu’nun bereketli toprakları çalışan üreten köylüye karşı çok cömertti. Türkler bu topraklarda uzun bir süre kimseye muhtaç olmadan kendi kendini geçindirdi…
Atatürk (Üreten Köylü Milletin Efendisidir) ilkesiyle önce bir tarım devrimi yaptı. Köy Kanunu çıkarıldı. Tarım Bakanlığı kuruldu. Aşar vergisi kaldırıldı…
Tohum Islah İstasyonları, Tarım Kredi Kooperatifleri, Toprak Mahsulleri Ofisi, Devlet Üretme Çiftlikleri, Örnek Köyler Kuruldu... 1928'de tütün üretiminin yüzde 70’i, fındık üretiminin yüzde 52'si ihracata ayrıldı. Türkiye Almanya’ya arpa, İtalya’ya arpa ve yulaf, Almanya,Belçika, İtalya,İsviçre’ye de buğday ihraç etti...
1947’de Truman Doktrini,1948’de Marshall Yardımı sadece sanayiyi değil tarımı da vurdu. Türkiye 1950-1953 arasında iyi hava şartları, tarım arazilerinin genişletilmesi, Kore Savaşı vs etkenlerle dünyanın sayılı tahıl ambarı ülkelerinden biri oldu. Esaret Anlaşmaları- Atatürk sonrasında 1939-1969 arasında ABD ile Türkiye arasında 55 ikili anlaşma imzalandı. Bu 55 anlaşmadan bazıları tarım ile ilgiliydi. Atatürk’ten sonra Türkiye’yi yeniden bağımlı hale getiren bu esaret anlaşmaları hep halkın gözünden kaçırılırdı. Tarım Ürünleri Anlaşması (12 Kasım 1956) ABD bu anlaşma ile kendi ihtiyaç fazlası buğday,arpa,mısır,dondurulmuş et, konserve sığır eti,don yağı,soya yağı gibi tarımsal ve hayvansal ürünleri taşıma ücreti ile birlikte 46.3 milyon dolara Türkiye’ye verecekti. (Resmi Gazete No.10228,1959), Bu Anlaşmaya göre;
1- Türkiye’ye satılan ABD’nin tarım ürünleri, ABD’nin aynı mallarının alıcısı olan pazarlara ve ABD’nin düşman tanıdığı ülkelere satılmayacak,ve yalnız Türkiye’nin iç tüketimi için kullanılacaktı,
2- Türkiye’nin yetiştirdiği ve anlaşmada adı geçen veya benzeri mahsullerin, Türkiye’den yapılacak ihracatı, ABD tarafından kontrol edilecekti.
Türkiye 12 Kasım 1956 tarihli bu anlaşmaya ek olarak 25 Ocak 1957 tarihli başka bir tarım anlaşmasıyla ABD’den şu tarım ürünlerini satın alacaktı. Buğday, arpa, mısır, konserve ve sığır eti, peynir, süt tozu, pamuk tohumu, soya fasulyesi yağı. Bu ürünler taşıma ücreti ile birlikte Türkiye’ye 19.40 milyon dolara verilecekti...”
Velhasıl ABD ile 20 Ocak 1958 de, 24 Şubat 1963’te imzalanan ikili tarım anlaşmaları da benzer anlaşmalardı. Ve bu anlaşmalar sonucunda ülkemiz sanayi de ve eğitimde olduğu gibi tarımda da ABD’nin etkisi altına girmiş, daha doğrusu benzer konularda ABD’ye bağımlı hale getirilmişti.
Bu konuları gündeme getirmediği için muhalefete sitem ediyoruz ama, aslında muhalefetin de yapabileceği çok fazla bir şey yok. Nedeni ise bir çok ülkede olduğu gibi ABD’nin ülkemizde yapılan seçimlere bir şekilde müdahil olması. Nasıl müdahil olduğuna gelince bundan 34 yıl önce ülkemizden bir gazeteciyle yaptığı röportajın sonunda ABD Büyükelçisi’nin şu sözleri sanırım bizlere ışık olacaktır.
Önceki yazılarımda da belirtmiştim. Şunu söylemişti ABD Büyükelçisi;” Bizim Türkiye’de toplumu yönlendirmek için kullanmış olduğumuz insan sayısı televizyon ve gazetelerin dışında 3 bin ile 15 bin arasında değişir…Ve bu insanlar benim gibi sarı saçlı mavi gözlü değil, senin gibi kara kaşlı,kara gözlüdür.”
Yukarıdaki ifadelerden 1986 yılında ABD’nin Türkiye’de seçimlere müdahil olmak, istediğini seçtirmek için 15.000 kişiyi parayla satın aldığını, bu insanların bizim gibi göründüğünü,ve içimizdeki bu Truva atlarının ABD’nin istediği adayları seçtirmek için çalıştıklarını, ABD’nin ülkemizdeki seçimlerdeki etkisinin sadece bu 15 bin kişilik Truva atı ile sınırlı olmadığını, televizyon ve gazetecilerden de kendisine çalışan basın mensupları bulunduğunu ve bunların sayısını vermediğini görüyoruz. 1986 yılında 15 bin kişi ülkemizde ABD adına toplum mühendisliği yapıyor,peki 34 yıl sonra bu gün bu insanların sayısını bilen var mı? Bence kim ABD çıkarlarını koruyan sözler ediyorsa bilin ki o içimizdeki Truva Atı'dır. Bu Truva Atları her türlü siyasi yapının içinde, her aşamadaki makamda,yada devletin her hangi bir aşamasında yada halkın içinde bulunabilirler. Önceki yazılarımda da belirttiğim gibi bu ülkeyi gerçekten sevenler,karşılıksız sevenler tarihte olmadığı kadar uyanık ve akıllı olmak zorunda.Başka türlü vatanımıza sahip çıkabilmemiz çok zor. Bir de çok okuyup araştırmamız lazım.
1991 yılından hatırladığım halen basının önemli köşe yazarlarından birisi için Soros Vakfı’ndan 25.000 dolar maaş aldığı yazılıp çizilmişti. Sanırım önce ceza yasaları üzerinde çalışmamız, işlenen suçlara caydırıcı cezalar vermemiz gerekiyor. İhanete öyle bir ceza verilmeli ki kimse ihanet etmeye cesaret edemesin.
Selam ve Saygılarımla.