“Keskin sirke küpüne zarar verir” de denebilir. Bazen karşılaşırız hayatta nadiren de olsa öfkesinde, inadında aşırı derecede ileri gider bazıları. Hatta bu öfke çoğunlukla Yaradana isyan noktasına kadar gidebilir. Böyleleri için halkımız genellikle “Başının etini yiyecek.” Der. Yani bu söz kestirmeden “Başına dert açacak” demektir. Yani öfkesinde ve inadında aşırı giden kişi kendisine zarar verecek demektir. Burada “Keskin sirke=Öfke”, 'küp'te şahsın maddi ve manevi varlığı olmaktadır.
Şimdi bizim ülkemizde bazı siyasetçiler oylarını sağlam tutmak yada artırmak için yıllardır kin ve nefret söylemleriyle siyaset yapmaktalar. Yani bizim ülkemizde siyasetçiler eliyle durmadan rüzgar ekilmektedir. Türklerin, milliyetçilerin dışlandığı, bir takım ifadelerle ayaklar altına alındığı bu rüzgar ekme siyasetinde geldiğimiz noktada tabanda seçmen arasında kamplaşmalar ziyadesiyle sertleşmiş durumdadır. Böyle durumlarda şöyle denir genelde birinden bahsederken “Vuracak kurşunu yok” derler. Aradaki hukuku anlatmak için.
Birde bizde “İmam osurursa,cemaat s.ç.r” derler. Din görevlisi hocalarımız alınmasınlar burada kast edilen imam idareci konumdaki siyasetçilerdir. Peki bizim başımızdaki İmamlar ne yapıyor? Hiç oturup düşündük mü? Sevmediğimiz, hatta nefret etiğimiz karşı partideki arkadaşımızla aramızda halledemediğimiz hangi, hesap var, siyasetin dışında.
Benim bildiğim şey ülke siyasetinde kişisel çıkarları ülke çıkarlarının önünde tutmak bu ülkeyi de bu milleti de sırtından vurmaktır. Ama siyaset sahnesindekilere bakıyoruz, ülke için çalışan siyasetçileri parmakla saysan olacak. Eskiden atıyorum 40 yıl önce birileri siyasete atılacağı zaman çevresinde bırakın ailesinden birilerini, yedi sülalesini ticaretten men eder öyle atılırdı siyasete. Ola ki “Siyasetten ticari menfaat elde etti demesinler” diye. Bir üslup vardı eskiden siyasette, belden aşağı vurmak ayıptı. Şimdi bakıyoruz; “At çamuru, tutmazsa da izi kalır” siyaseti yapılıyor. “Elhamdülillah Müslümanım” diyen, arkasında binlerce insanla namaz kılan insanlar bir bakıyorsunuz iftirayı siyaset haline getirmiş,durmadan kin ve nefret tohumları ekiyor. Rüzgar ekiyor anlayacağınız. Ne için 3-5 oy daha fazla alabilmek için. Değer mi peki?
Önceki yazdıklarımızda belirttik. Ülke olarak Dünya’nın en tehlikeli, en netameli bölgesinde yurt tutmuşuz kendimize. Öyle bir yurt tutmuşuz ki stratejik açıdan dünyada eşi benzeri yok. Çünkü 3 kıt'ayı birbirine bağlayan başka ülke yok dünyada. Stratejik öneminden geçtik, geleceğin enerji kaynaklarının hemen hepsi bu coğrafyada Bor mu istersiniz, Toryum mu istersiniz.? Keza yerin 5000-6000 metre altında petrol zaten var. Önemli olan yerin 6000 metre altından o petrolü çıkaracak teknolojiyi geliştirmek. Gerçekten yerli ve milli bir politika izleyeceksek Batı Karadeniz’deki doğal gazı ve Doğu Akdeniz’deki doğal gaz,petrol ve gaz hidratı oradan çıkaracak teknolojiyi geliştirmek önemli olan. Bunları yapabiliyorsan yerli ve millisin işte. Yoksa Cumhuriyet’in bütün kazanımlarını dış güçlere pazarlayıp, sonrada dış güçlerden şikayet etmek demek değildir yerli ve milli olmak. Halka sordunuz mu bu özelleştirmeleri yaparken. Halkın rızası var mı?
Yapılması gereken tarımda ithalat politikasından vazgeçip yerli üretime ağırlık vermektir. Yakın tarihlere kadar dünyada kendi kendine yeten yedi ülkeden biri olan ve bir tarım ülkesi olan Türkiye'nin ithalata dayalı tarım politikası kabul edilemez. Bir de Yunanistan ile savaştan söz ediyorsunuz. Yarın Yunanistan ile savaşa tutuştuğunuzda bu gün size parasıyla gıda maddesi satan ülkeler aynı şartlarda aynı fiyatla satmaya devam edecekler mi? Allah korusun her hangi bir savaş durumunda halkımızın açlık çekmemesi için iktidarlar tarım politikalarını yerli üretimi teşvik edecek şekilde yeniden düzenlemelidir. Yoksa sorarlar “Siz hangi ülkenin tarım bakanısınız?” diye.
Ülkemiz gerçekten iyi yönetiliyor olsa ne işimiz var böyle satırlar karalamakta. İşini düzgün yapanı, adaletli davrananı, israftan kaçınanı tebrik ederiz hatta. Ama nerede o günler. Birileri suyun başına geçmiş, uyguladıkları adalet toplum vicdanını kanatmakta. İkamet etmekte olduğum Batı Anadolu’nun küçük bir ilçesi olan Kuyucak’ta bile işyerimden evime giderken hemen her gün çöpten geçimini temin etmeye çalışan insanları bizzat gözlerimle görüyorum. Ama ülkenin bir bölümünde özellikle idari kesimde de israf almış başını gidiyor. Bir tarafta milyonlarca insan açlık sınırının altında aldığı kuru ekmek parası maaşlarla geçimini temin etmeye çalışıyor. Bir tarafta milyonlarca işsiz olmayan geliriyle ailesinin yada yakınlarının desteğiyle hayatta kalmaya çalışıyor. Bazıları yaşadığı şartları onuruna yediremiyor, aile boyu hayatından vazgeçiyor. Sanırım her şeyden önce adil bir paylaşım gerekiyor. Yoksa bu şekilde daha fazla gitmez.
Satırlarımı noktalamadan Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye Nasihati’ni günümüz yöneticilerine hatırlatmakta yarar görüyorum. Şeyh Edebali Osman Gazi’ye Der ki; “ Ey Oğul. Artık Bey sensin. Bundan sonra öfke bana, uysallık sana, gücenme bize gönül alma sana, suçlamak bize katlanmak sana, Acizlik bize hoş görmek sana, Anlaşmazlıklar bize adalet sana, Haksızlık bize bağışlamak sana. Ey Oğul sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açmaz. Şunu da unutma insanı yaşat ki devlet yaşasın. Ey Oğul işin ağır işin çetin gücün kula bağlı, Allah yardımcın olsun. Güçlüsün, kuvvetlisin, akıllısın kelamlısın. Ama bunları nerede nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarında savrulur gidersin. Öfken nefsin bir olup aklını yener. Daima sabırlı sebatlı ve iradene sahip olmalısın. Dünya senin gözlerinin gördüğü gibi değildir. Bütün bilinmeyenler, fethedilmeyenler, görünmeyenler ancak sen faziletli ve ahlaklı olursan gün ışığına çıkacaktır. Ey Oğul Ananı atanı say. Bereket büyüklerle beraberdir. İnancını kaybedersen yeşilken çöllere dönersin. Açık sözlü ol. Her sözü üstüne alma. Gördüğünü görme, bildiğini bilme. Sevildiğin yere sık gidip gelme. Ey Oğul üç kişiye acı, cahiller arasındaki alime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken itibarını kaybedene. Ey Oğul. Unutma ki yüksekte yer tutanlar aşağıdakiler kadar emniyette değildir. Haklıysan mücadeleden korkma.”
Şeyh Edebali’nin bu nasihati sadece Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi’ye değil yüz yıllar boyunca sonraki padişahlara da rehber ve ışık olmuştur. Gönül ister ki Osmanlı Torunu olmakla övünen sevgili yöneticilerimiz de Şeyh Edebali’nin yüz yıllarca yöneticilere rehber olan bu nasihatını kendilerine rehber edinip halkımızın varlık içinde mutlu birlik ve beraberlikle yaşamasına katkıda bulunsunlar.
Selam ve Saygılarımla.