Bu sabah yani Ses Gazetesi’nin 29 Ağustos 2020 Cumartesi tarihli sayısında çıkan “Yol Hikayeleri 127- Köy Okullarını Yeniden mi Açsak?” başlıklı yazım nedeniyle okurlarımdan biri tarafından tebrik edildim. Saatlerimizi harcayarak kafa patlatarak yazdığımız yazıların okurlarımız tarafından beğenilmesi de, tenkit edilmesi de bizler için övünç kaynağıdır. Kendisinden izin almadığım için şu an ismini açıklayamayacağım okurum tüm dünyayı yönetmeyi hedefleyen ve kendisini dünyanın efendisi olarak gören İsrailoğulları’nın yani Yahudi’lerin sadece ülkemizde değil dünyanın diğer tüm ülkelerinde okumuş tahsilli nesiller istemediğini, zira okuyan insanların sorguladıklarını ve okuyan insanları yönetmenin zor olduğunu belirterek Emperyalizm yada Yahudiler tarafından yönetilmek istemiyorsak mutlaka okumamız ve sorgulamamız gerektiğini söyledi.
Okurumun söylediklerine katılmamak mümkün değil. Bazı yöneticilerin “Eğitim seviyesi yükseldikçe, iman azalıyor.” Dediği bir ülkede bu sözü kullananların kimlere hizmet ettiği soru işareti. Gerçekten önceki yazılarımda da belirttiğim gibi emperyalizmin saltanatına son verebilmek için hepimiz okumak ve yapılan her işi sorgulamak zorundayız. Çocuklarımızı mutlaka okutmak iyi bir eğitim aldırmak zorundayız. Sadece okulda öğrendikleriyle yetinmemeli özellikle tarihi kitapları okumalarını sağlayarak çocuklarımızın genel kültürde çok iyi seviyelere gelmelerini sağlamalıyız.
Geçtiğimiz 1-2 gün içinde televizyonlarda 15.055 rakamı ile ilgili programlar dolaştı. Kameralar belki 10 kişiye sordular, “15.055” rakamı sizin için ne ifade ediyor?” diye sordular. Ama kimse doğru bir cevap veremedi. En sonunda spiker verdi doğru cevabı “Kurtuluş Savaşı’nda vermiş olduğumuz Şehitlerin sayısı 15.055.” dedi. Sonrasında sorulara doğru cevap veremeyenlerin çoğunun gözleri buğulandı, ağlamaklı oldular. Söz konusu program halk olarak genel kültürde yerlerde süründüğümüzün bir ispatı gibiydi. Okumayan insanların toplumda konuşacak sözleri de olmaz. Gerçi artık eski sohbetler hak getire de. Şimdi herkesin elinde bir akıllı telefon, sohbetler cep telefonları üzerinden yapılıyor.
Eğitimden söz açılınca 1949 yılında ABD ile imzalanan ve 1950 yılında TBMM’den geçerek onaylanan Fullbright Eğitim Anlaşmasından ve bu anlaşma sonucu oluşturulan 8 kişilik Fullbright Eğitim Komisyonu’ndan söz etmemek olmaz. 4'ü Türk vatandaşı, 4'ü ABD vatandaşı 8 kişiden oluşan bu komisyonun başında Türkiye Cumhuriyeti Hükumeti Milli Eğitim Bakanı olsaydı belki biraz mazur görülebilirdi bizim açımızdan. Ancak ortak alınacak kararlarda oyların eşit gelmesi durumunda komisyonun fahri başkanı konumunda olan ABD Büyükelçisi’nin oyu belirleyici oluyor. Yetmedi Fulbright Eğitim Komisyonu’na katılan ABD Vatandaşlarından 2'si Elçilik çalışanı olabiliyor. Yani ABD CIA Ajanlarının bizim eğitim sistemimize girebilmesi için hiç zorlanmalarına gerek yok.
Sevgili yöneticilerimiz Suriye’nin Kuzey Doğu’sunda ülkemiz aleyhine 70.000 PKK/PYD’liyi düzenli ordu silahlı bir güç olarak eğitip donatan ve açıkça düşmanlık yapan ABD ile ilişkilerimizi daha ne kadar sürdürmek istiyorsunuz? Eğer gerçekten yerli ve milli bir eğitim istiyorsak öncelikli olarak 70 yıldır eğitimimizi yönlendiren Fullbright Eğitim Anlaşmasını bir an önce yırtıp atmak zorundayız. Bizim bildiğimiz bu anlaşma, yabancı ülkelerle eğitim üzerine daha başka ne anlaşmalar var bilemiyoruz. Ama benzer başka anlaşmalar olduğu yönünde soru işaretleri var. Bu konuda belgesi bilgisi olan arkadaşlarımız var ise sütunlarımız açıktır.
İş buraya kadar gelmişken 2015 yılında kaybettiğimiz kendisine Türk Aynşytayn’ı da denilen son 300 yılın en genç seçilen profesörü Rahmetli Prof.Dr. Oktay Sinanoğlu’nun ölmeden önceki şu sözleri yöneticilerimize eğitimde pusula olabilir mi bilemiyorum? “Türkiye’de Atatürk’ün kurmuş olduğu eğitim sisteminde liseyi bitirerek ABD’ye gittim. Gittiğimde ABD’de şunu gördüm. Türkiye’de Atatürk’ün kurduğu eğitim sisteminde lise eğitimi ABD’de üniversite eğitimine eşdeğer idi. Bu sayede dünyanın en genç profesörü seçildim.” Daha ne desin rahmetli. Buradan çıkarılacak hiç ders yok mudur? Ama önce her şeyden önce ABD dahil yabancı ülkelerin eğitim sistemimizdeki etkileri sıfırlayıp, Helenistik kültürü temel alan eğitim sisteminden vazgeçip,Türk Kültürüne dayalı bir eğitim sistemine geçmek zorundayız. Tabii gerçekten yerli ve milli bir eğitim istiyorsak.
Tabii bu arada mahkeme kararlarını uygulayıp halkımıza millet olma bilinci aşılayan “Andımız”ı okullarda yeniden okutmalıyız. Düşünüyorum da 1'inci Dünya Savaşı sıralarında Türkleri yok sayan Osmanlı Devleti’nin son günlerinde Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk Emperyalizmin ayrıştırdığı Türk Milleti’ne ait değişik etnik unsurları bir araya getirip Kurtuluş Savaşı’nı kazanmasaydı bu gün halimiz nice olurdu bilemiyorum. “Elhamdülillah Müslümanım” diyen Samimi Müslümanlara sesleniyorum; “Birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır.” Peygamber Efendimizin Hadis-i Şerifi. Şayet Coğrafyamızdaki İslam Ülke liderleri inançlarını para yada çeşitli değerlere satmamış olsalardı 1,5 milyarlık İslam Coğrafyası’nda 2,5 milyonluk İsrail’in esamesi mi okunurdu? İçinde bulunduğumuz Coğrafya’da özgür ve bağımsız olarak hayatımızı devam ettirmek istiyorsak çocuklarımıza tarihimizi ve milli değerlerimizi katıksız öğretecek Türk Kültürüne kurgulanmış bir eğitim sistemi uygulamak zorundayız. ABD’deki Coni bilemez benim halkımın neler istediğini neler düşlediğini. Ama onlar biliyorlar Türkler özgür ve bağımsız oldukları sürece onların zulümleri tehdit altındadır. Çünkü Türk Kültürü her zaman mazlumun yanındadır. İşte bu nedenle çocuklarımıza kendi kültürümüzü aşılayan Andımız!ın tez zamanda okullarımızda tekrar okutulması gerekir.
Birde şuradan bakmak lazım Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırları içinde yaşayan insanların kendi kültürlerinden, yani Türk kültüründen uzaklaşmasına dünyada en çok kimler sevinir; Bence tüm Haçlıların yanında İsrail ve ABD başta gelir diye düşünüyorum.
Eğitim üzerine bu kadar laf ettikten sonra birde emeklilerle ilgili birkaç söz etmek istiyorum izin verirseniz. Bu gün ülkemizde çeşitli Emekli Dernekleri ve Sendikaları var. Ancak bu dernek ve sendikaların emeklilerin haklarını tam anlamıyla koruyabildiklerini söyleyemeyiz. Maalesef ülkemizde emeklilerimizin çoğunluğu ile çalışanlarımız 2438.00 lira olan açlık sınırının altında maaş almaktadır. Yüce Allah Devletimize Milletimize zeval vermesin inşallah. Kuru ekmek parası da olsa hiç yoktan iyidir. Ancak ömrünün 20-25 yılını çalışarak geçiren ve emekliliği hak eden bu insanların daha çok maaş almaları ve daha iyi yaşama şartlarına sahip olmaları gerektiğine inanıyorum. En azından bunu hak ettiklerine inanıyorum. Ülkenin her tarafına yazlık kışlık saraylar,hiç gereği yokken Kanal İstanbul yapılırken ve ülkenin elit tabakası kahvaltılarda milyonları saçarken emeklilerin ve çalışanların açlık sınırının altında maaş almaları kabul edilemez. Bu nedenle takriben 13 milyon emeklinin bir siyasi parti kurup, haklarını bu partinin şemsiyesi altında aramalarının,hem haklarını almalarına hem de ülke kaynaklarının daha adil bir şekilde paylaşılmasına faydası olacağını düşünüyorum.
Yoksa Milli Eğitim Bakanımızın “Şu öğretmen maaşları olmasa daha çok yatırım yapabiliriz” anlamındaki kabul edilemez sözlerine binaen ülkemizi yönetenler de emeklilerimizin bu ülkenin mazisi olduğunu unutup “Şu emekliler olmasa ülkeyi ne güzel idare ederdik? mi” diyorlar.
Birde sosyal medyada birkaç site var her gün emeklilere müjdeli haberler vererek adeta emeklilerle dalga geçiyorlar. Biri de kalkmış biri dün emeklilerin 2010 yılbaşında alacağı emekli maaşlarını hesaplamış,müjde veriyor. Emekliler hesaplarında parayı görmeden sizin gibi şarlatanlara inanmazlar, boşuna çenenizi yormayın derim. Devletimizin emeklilerin umutlarıyla dalga geçen bu gibi siteleri bir an önce kapatmaları gerektiğini düşünüyorum.
Selam ve Saygılarımla.