Zaman içerisinde insanların ilim-bilgi, fen ve teknolojik alanda sağladıkları gelişmeler, sosyal hayat üzerinde de değişimler getirdi. Hak ve hürriyetler uğruna kralların istibdadına başkaldıran milletler oldu. Zaman içerisinde yarı meşrutiyet, tam meşrutiyet, cumhuriyet ve en son demokrasi idareleri ortaya çıktı. Bu modern çağda bile krallıkla yönetilen ülkeler vardır. Suudi Arabistan, Yemen krallıkları gibi... Hala kralın direktifleri ile yönetilen yerler mevcuttur.
İnsanlığın bugünkü geldiği yer çok önemlidir. Özgürlükler para ile değil, canla, kanla satın alınırlar. Canını vermeyen milletlerin nesillerinin yaşama hakkı yoktur. Vatan toprağının tariflerinden birisi de, kanla sulanan canların uğruna feda edildiği toprak parçası olarak anlatılır.Vatan toprağı odur ki, uğruna binlerce can feda olsun denilir. İstiklal harbini, Çanakkale’yi düşünelim. Sadece Çanakkale’de, Gelibolu Yarımadası’nda tahminen 50 km2 çapında bir toprak parçasında 253 bin Türk 450 bin Anzak. Fransız, İngiliz kuvvetlerinin zayiatı 700-750 bin can feda olmuş. Bir vatanın nasıl vatan olduğunu anlatan en güzel bir örnek ve göstergedir.
Maalesef vatanlar böylesine can pahasına alınıyor. Sonradan bilhassa eski zamanlarda zalim krallar ve imparatorlar, bu vatan uğruna canlarını verenlerin evlatları aynı vatanda kendi yöneticileri tarafından düşmanın yapmadığı zulümleri halkına yaptıkları çok görülmüştür.
Yakın tarihte, İran-Irak harbi, Saddam Hüseyin, işte Suriye’de Beşar Esat zulmü ve daha niceleri düşmanların yapamadığı zulmü halkına yapıyor. İşte PKK binlerce cana kıydı. Hak arama asla zulüm aracı olamaz. Toplantı ve gösteri hürriyeti asla yağmaya, kırıp dökmeye, yakıp yok etmeye dönüşemez. O zaman zulme karşı hak arayayım derken, zulme düşmek daha kötü bir iştir.
İşte, eski devirlerde İran’da hüküm süren, İran Şahı Feridun isimli hükümdar, gezerken bir bahçede müstesna güzellikte bir hanım görür. Bir kaç kez o bahçenin yanından geçer ve hanıma aşık olur. (Şeytan onu bu yolla zulme sürükler.) Yarenlerine bu hanımı getirmelerini emreder. Musahipleri (dostları) Ey Şah-ı Alemi bu emriniz can baş üstüne. Fakat evli bir kadındır, eşi vardır. Bir şahın böyle bir hareketi halkın nefretini düşmanların tuzaklarını çoğaltır. Vazgeç bu sevdadan, deseler de şah vazgeçmez ve bu hanımı elde etmek için planlar kurar. Hanımın kocası marangoz ustasıdır. Şahın dalkavuklarından birisi Şaha yaranmak için bir hile söyler. Hanımın kocasına yapamayacağı bir görev verelim. Başaramazsa -ki başaramaz- onu mahkeme edip, idama mahkum edelim, şeklinde çok ağır bir zulmü padişahın aklına koyar. O zaman hanım dul ve nikâhsız kalır. Nikâh yolu açılır, der.
Güzel ve masum hanımın marangoz ustası kocası saraya çağrılır. Zavallıya haberi olmadan tuzak kurulur. Fakat yüce Allah’ın onların kurdukları tuzakları nasıl bozup kendi kazdıkları kuyuya kendilerinin nasıl düşeceklerini hiç akla getirmezler. Sadece kendilerini üstün sanırlar.
Yüce Allah bu gerçeği Enfal suresi 30. ayette şöyle anlatıyor: “Ey habibim Muhammed SAV. Hatırla şu zamanki kafirler seni tutup bağlamaları, yahut öldürmeleri, yahut yurdundan çıkarıp sürmeleri için sana tuzak kuruyorlardı. (Hicret gecesini anlatıyor) Onlar sana nasıl tuzak kuracaklarını hesap ediyorlar. Halbuki Allah tuzakları bozan, kurdukları tuzaklara kendilerini düşürenlerin en hayırlısıdır” buyurdu.
Hz. Muhammed SAV. öldürmek üzere evinin etrafını çeviren müşriklerin aralarından geçti de farkında olmadılar ve Medine’ye hicret etti. Meşhur Sevr mağarasına kadar geldiler. Mağaranın ağzına güvercinler yuva yapmış, yavrulamış. Örümcek ağını örmüştü. Halbuhal ki Hz. Muhammed SAV. Hz. Ebubekir ile mağaranın içinde idiler. Allah onları korudu. Allah zalimleri asla sevmez. İşte işin burasını hesaplamayan İran Şahı saraya çağırdığı güzel hanımın marangoz kocasına yapamayacağı bir iş yükledi. 12 günde 20 adet öd ağacından gayet süslü çeyiz sandığı yapmasını istedi. Şayet bu müddet zarfında bu iş tamam olmazsa sonunu sen düşün dediler.