Dostlar bazen mutlu olup olmadığımı soruyorlar. Bende “Türkiye nasılsa, bende öyleyim” diyorum.
O zaman dönüp bir Türkiye’ye bakmamız gerekiyor. Vatansever ve kahraman atalarımız, bizler bu ülkede kimseye muhtaç olmadan özgür yaşayalım diye hayatlarından vazgeçmişler. Öyle ki Çanakkale’de 3 dakika içinde öleceğini, daha doğrusu Şehadet şerbetini içerek en büyük makama yükseleceğini bilerek atalarımız cepheye koşmakta bir an bile tereddüt etmediler. Aralarında 3 liseye ait öğrencilerde vardı. O sene 3 lisemiz mezun verememişti maalesef. Çünkü mezun olacak öğrenciler o sene Çanakkale Savaşlarında Şehit olmuşlardı. 253 bin şehit verdik Çanakkale’de ama yine de teslim olmadık ve emperyalistleri ülkelerine geri gönderdik. İngilizler vardı karşımızda Çanakkale’de, "Dünyada topraklarında güneş batmayan ülkenin ordusuydu, yenilmezdi ama Gazi Mustafa Kemal komutasında Türk Askeri’nin karşısında yenilmişti. Tüm dünya biliyor ki Çanakkale Savunmasında Osmanlı Ordu Komutanı olarak atanan Alman Generale kalsaydı, savaşı kazanmamız mümkün değildi. Çünkü Alman General savaşın kazanılacağına inanmıyordu. Mustafa Kemal orada olmasaydı gerçekten kazanmak mümkün değildi. “Bu kadar kalabalık düşmanla savaşılmaz” diyerek cepheyi terk eden askerleri “Ben size savaşmanızı emretmiyorum, ölmenizi emrediyorum. Siz ölene kadar arkadan yetişecek askerlerimiz cepheyi koruyacaktır” diyerek askerleri tekrar cepheye gönderen oydu çünkü.
Çanakkale’de kazandık ama aradan birkaç yıl geçince müttefikimiz Almanlar yenildiği için bizde yenik sayıldık maalesef. Hal böyle olunca Osmanlı Coğrafyası’ndaki zenginliklere gözünü dikmiş olan Emperyalistler hemen Sevr’i dayattılar Osmanlı’ya. Osmanlı Paşaları Sevr anlaşmasını imzaladı ancak mecliste onaylanmadı. Onaylanmadı çünkü Mareşal Gazi Mustafa Kemal komutasındaki Türk Ordusu düşmanı Anadolu’dan kovmuştu. Çanakkale’de Türk Askerinden şamarı yiyen İngilizler bu sefer Anadolu’nun işgali için kendi askerini gönderemedi. Yunan askerlerini bir takım vaatlerle kandırarak Anadolu’yu işgale gönderdiler. 15 Mayıs 1919’da Yunan Ordusu İzmir’e ayak bastı ve denize döktüğümüz 9 Eylül 1922 tarihine kadar emperyalizmin uşağı sarhoş yunan askerlerinin özellikle Ege Bölgesi’nde yapmadıkları zulüm kalmadı.
Geçmişini bilmeyenin geleceği de olmaz derler. 100 yıl önceki işgal sırasında yaşananları öğrenmek için yazarlarımız İbrahim Kiraz ile Sabahattin Burhan’ın 4 ciltlik 'Demirci Mehmet Efe' ve 3 ciltlik 'Yörük Ali Efe' kitaplarının mutlaka okunması gerektiğini düşünüyorum.
Demem o ki bizlerin özgür ve bağımsız yaşayabilmesi için Kurtuluş Savaşı’nda da binlerce askerimiz hayatından vazgeçti. Hele yazarımız Sabahattin Burhan’ın kaleminden “Milli Mücadelenin Tek Kız Efesi, Çiftlikli Çete Kübra Efe” var ki, özellikle genç kızlarımızın okumasında fayda olduğunu düşünüyorum. 27 Mayıs 1919’da Yunan askeri Aydın’a ayak basınca 16 yaşında nişanlı bir genç kız olan Çiftlikli Kübra babasının mavzerini alıp kimseye haber vermeden Köşk Cephesi’nde Çete Ayşe’yi bulur ve onunla birlikte Yörük Ali Efe Komutasında Yunanlılarla vuruşmaya başlar. Çiftlikli Çete Kübra Efe savaş sonrasında şunları söyler; "İşgale uğrayacağımız hiç aklımıza gelmiyordu, ama bir anda işgale uğradık. Gelecekte insanlarımızda sakın (İşgale uğramayız) diye düşünmesinler, bir anda işgale uğrayabilirler. İşte o zaman genç kızlarımız bir elleriyle oya örerken,bir elleriyle de silah tutmalıdır” der.
Kübra Efe aslında doğru der. Atalarımızda da genç kızlarımız çok iyi silah kullanır, erleri savaşa gittiği zaman yurtlarını genç kızlarımız ve kadınlarımız korurlardı.
Şimdi düşünüyorum da uğradığımız son işgalin üzerinden 100 yıl geçmiş. Peki geçen 100 yılda emperyalist ülkeler yurdumuzu ele geçirme hedeflerinden vaz mı geçtiler? Pek vazgeçmişe benzemiyorlar. Öyle ki stratejik ortak gözüyle görmeye çalıştığımız ABD, Atalarımızın bizlerin özgür ve bağımsız yaşamamız için hayatlarından vazgeçerek bizlere emanet bıraktıkları her santimi şehit kanları ile sulanmış kutsal vatan topraklarımızı elimizden alabilmek için 40 yıl önce PKK adında bir şer örgütü kurdu ve bu güne kadar desteklediği gibi, desteklemeye de devam ediyor. Peki bu şer örgütünü sadece ABD mi destekledi bugüne kadar, maalesef Uygar Batı’nın ve içinde bulunduğumuz NATO’nun hemen tüm üyeleri de bu örgüte hayat vermek için seferber oldular geçen 40 yılda. Amaç Türk Devleti’nin güçlenmesini ve Türk Halkı’nın refaha kavuşmasını önlemekti.
Neticede 1984’ten bugüne PKK Terör Örgütü binlerce askerimizi, polisimizi, öğretmenimizi, devlet memurumuzu ve vatandaşımızı katletti, aynı zamanda devletin cebinden belki de 500 milyar dolar harcanmasına, dolaylı yoldan baktığımız zamanda ülkemizin trilyonlarca dolar kaybetmesine sebep oldu. Haliyle yöneticilerinin kafalarından hala haçlı düşüncesini atamamış olan emperyalistler hedeflerine büyük ölçüde ulaştılar.
Son yıllarda ülkemizde yaşananlar, halkımızın yeterince duyarlı olmayışı, bende Atalarımızın bizlerin özgür yaşamamız için hayatlarından vazgeçerek bizlere emanet bıraktıkları bu kutsal vatan topraklarını, bizler de torunlarımıza aynı özgürlük içinde bırakabilecek miyiz? Anlamın da bir soru işareti oluşturdu. Özellikle ülkemizde yaşayan Türkler’de “Bize bir şey olmaz” rahatlığı var ve bu rahatlık kabul edilemez boyutlarda. Bizler Atalarımızı Vatansever olarak hatırlıyoruz. Ama torunlarımız bizleri nasıl hatırlayacak? “Vatansever Atalarımız” mı diyecekler, yoksa bizleri “Vatan Haini” olarak suçlayacaklar mı? Allah korusun bizde de 100 yıl öncekine benzer bir işgal olursa Atalarımız gibi bizlerde vatan için hayatlarımızdan vazgeçebilir miyiz?
Önceki yazılarımızda özellikle “Yol Hikayeleri 124’te” “Bu rahatlık başımıza işler açabilir,okulları açamayız” demiştim. Dediğim gibi oldu, okulların açılışı 21 Eylül 2020 tarihine ertelendi. Ben yine de aynı şeyleri söylemeye devam ediyorum. 21 Eylül de şüpheli bir tarih bence, açılsa da artık eskisi gibi olmayacak. Belki sadece 8'inci ve 12'nci sınıflar yüz yüze eğitime kavuşabilecek. Covid-19 Yeni Koronavirüs Salgın Hastalığı ve kanser, normal grip, trafik kazası ve iş kazası gibi değişik ortamlarda da hayatını kaybedenler olduğu için daha doğrusu bu konularda çok fazla bilgi kirliliği olduğu için halkımız maalesef tedbirler konusunu çokta ciddiye almıyor.
Bir gerçek var ki. İleri teknoloji dünyada maalesef iyi niyetli insanların elinde değil. Bu nedenle insanlık artık 2019 yazı gibi korkusuz günlere daha yıllarca belki de hiç dönemeyecek bundan sonra. İnşallah yanılıyorumdur ama Kuzey Kutbunda her yıl 2 Kıbrıs Adası büyüklüğünde buzulun eritip denizlere karıştığı gerçeği göz önüne alınınca maalesef gelecek günlerin huzur getireceğini düşünemiyorum. Üstelik bilim insanları da 2035 yılında dünyadaki tüm buzulların eriyeceğini söylüyorken.
Selam ve Saygılarımla. İMZA : KÖŞE YAZISI