"Biz gerçek ihlâs ve samimiyet örneğini peygamberlerin davetlerini toplumlarına açtıkları ilk ve temel başlangıç teblîgâtı olan kelime-i tevhîdde görüyoruz. Çünkü kelime-i tevhîde kelime-i ihlâs denir."
Arapçada “saf ve hâlis olmak¸ her türlü şâibe ve karışıklıktan kurtulmak” anlamına gelen ihlâs¸ “h-l-s” kökünden türemiştir. “Hâlis” kelimesi ise anlam bakımından “sâfî” kelimesi gibidir. Hâlis denildiği zaman¸ sadece¸ içindeki yabancı unsurlardan temizlenen; “sâfî” denildiğinde ise¸ hem içindeki yabancı unsurlardan temizlenen ve hem de içinde aslâ yabancı unsuru barındırmayan şey akla gelir. Dinî bir terim olarak ihlâs¸ iman ve ibadet gibi dinî görevleri yerine getirirken¸ insanların övme ve beğenmesini¸ yerme ve kınamasını düşünmeksizin sırf Allah için yapmak demektir. İslâm'da bu şekilde hareket edenlere “muhlis” denilir. Nitekim bir âyette: “Doğrusu o bizim samimi (muhlis) kullarımızdandır.” buyrulur.
Her konuda olduğu gibi iman konusunda da Hz. Peygamber (s.a.v.) sahâbîlerini eğitmiştir. Çünkü imanda samimiyet olmadan Allah katında ibadetlerin bir değeri yoktur. Sahâbîden Ebû Vâkıdü'l-Leysî Hâris b. Mâlik anlatıyor: “Bir gün Hz. Peygamber (s.a.v.) ile birlikte Huneyn'e giderken¸ yolda Zât-ı Envât denilen büyük bir sedir ağacına rastladık. Müşrikler¸ her yıl onun yanına varırlar¸ silahlarını dallarına asarlar¸ yanında kurban keserler ve bir gün itikâfa girerlerdi. Bizler de¸ “Yâ Rasûlallah! Zât-ı Envât gibi¸ bize de bir Zât-ı Envât tayin etseniz¸ olmaz mı?” deyince¸ Rasûlullah (s.a.v.): “Allahu Ekber! Varlığım kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; siz de Hz. Mûsâ'ya kavminin dedikleri gibi bir söz söylediniz! Onlar:
‘Ey Mûsâ! Onların kendilerine ait ilahları (putları) olduğu gibi sen de bize ait bir ilah yapsana” dediler. Mûsâ da: ‘Şüphesiz siz câhillik eden bir kavimsiniz.' demişti.' Rasûlullah sözlerine devamla¸ “İşte sizler de sizden öncekilerin gittikleri yolu karış karış¸ adım adım izleyeceksiniz. Onlar¸ bir kertenkele deliğine girseler¸ sizler de onların peşine takılacaksınız.” buyurmuştu. Bu rivâyette geçen “zât-ı envât” kendisine kudsiyet atfedilen bir ağaçtı. Müslümanların bu isteğine karşılık Rasûlullah'ın tavrı¸ onları eğitmek suretiyle itikatlarını düzeltmek olmuştur.
**
Samimiyet-ihlas, yani içtenlik, kişinin içi-dışı bir olmasıdır. Yani göründüğü gibi olması, olduğu gibi de görünmesidir. Yani kişinin sözünde, özünde, işinde, tüm davranışlarında, halis, muhlisane, yürekten bütün güzellikleri yaşamak suretiyle göstermesi ve ona işte örnek insan, yaşantı böyle olur denmesidir. Yani, iyi niyet, iyi söz ve iyi davranışın adı samimiyettir.
Dünyada huzur, ahirette ebedi mutluluk ancak kişilerin doğru ve dürüstlüğü, sadakati fiilen yaşamaları, her türlü iyiliği, güzelliği yaşantıları ile sergilemeleri ile mümkündür. Aksi halde dünyada huzur, ahirette mutluluk yoktur. Toplumsal huzur, emniyet, itimat ve asayiş fertlerin içtenliğine bağlıdır.
Dinimiz İslamiyetin özü ihlas ve samimiyettir. Yüce Allah bu hususta Hz. Kur’an’da bakın ne buyuruyor:
- “Küfür ehli, mutlaka inkarının küfrünün cezasını acı bir şekilde tadacak, hiç kimsenin yaptığı kötülük asla yanına kalmayacak, hiçbir iyilik de zayii edilmeyecek, herkes işlediğinin karşılığını mutlaka görecektir. Çekeceğiniz ceza yapmakta olduğunuz günahların, suçların cezasıdır. Bu azaptan ancak ulu Allah’ın halis, muhlis, temiz, sözünde ve özünde tüm davranışlarında samimi olanlar, inançlarını amelleri ile isbat edenler kurtulacaklardır. Bunlar nimetleri sayılamayacak kadar çok olan naim, cennetine gireceklerdir.” (Saffat suresi, 38-39. ayetler)
Ve yine ulu Allah Hud suresinde; R.SAV.in şahsında bütün insanlığa şöyle emrediyor:
- “Ey Muhammed SAV. Emrolunduğu gibi dosdoğru ol. Özüne, sözüne sadık yaşa. Aşırı gitmeyin, çünkü o sizin yaptıklarınızı çok iyi görüyor ve biliyor.” (Hud, 111-112)
- Ey inanan, iman edenler. Yüce Allah’tan korkun ve daima doğru olun, doğrularla beraber olun. (Tevbe, 119)
- Allah’ın halis, samimi kulları şunlardır ki; onlar, iman edip “rabbim Allah” dedikten sonra doğruluktan asla ayrılmazlar. Onlar için ne bir korku ve ne de bir üzüntü yoktur. Bu asil müminler için sayılamayacak kadar nimetlerle dolu olan ve adına nimetler cenneti denen naaim cennetine girecekler ve bu nimetlere ebedi ölümsüz olarak sahip olacaklardır. (Ankaf suresi, 13-14. ayetler)
R.SAV. hazretleri de, mübarek sözlerinde; Kur’an’da öyle bir ayet var ki, o da; “Emrolunduğu gibi doğru (yaşa) ol. İşte bu ayet beni kocattı” buyurarak; doğruluğun, içtenliğin, samimiyetin ne kadar zor bir iş olduğunu bildirmiştir. Başka bir sözlerinde ise; “Kainatın temeli huzur, huzurun temeli adalet, onun özü doğruluk-dürüstlük yani samimiyettir. İnsanların ibadetlerine değil, ilişkilerdeki muamelelerindeki doğruluğuna, samimiyetine bakınız” buyurmuşlardır. Bu hadisi şerifi müezzinlerin şahı, cennet delikanlılarının efendisi Bilali Habeşi Hazretleri bildirmiştir.
İhlas ve samimiyet, doğruluk, dürüstlük, içi-dışı bir, pak olmak anlamına gelen samimiyetle ilgili Hz. Allah’ın ve sevgili peygamberimizin buyruklarını işittiniz.
Şimdi bu duruma göre, bir müslüman ferdi, ailevi ve toplumsal ilişkilerinde, ibadetlerinde, alışverişnde, çalışma hayatında, işveren ve iş görenler olarak içtenlikle, yürekten doğruluğu, dürüstlüğü yaşantımıza yansıtmak mecburiyetinde olduğumuzu hiçbir zaman unutmamalıyız. Her an Hz. Allah'ımızın bizi bildiği, gördüğü ve daima bizimle beraber olduğunu hiç unutmamalı ve ona göre davranmalıyız.
İşte o zaman bu dünya cennet, insanlar da cennet ehli olurlar. Aksi halde bizlere bu dünya da ahiret de cehennem olacaktır. Zaten bunun böyle olduğunuz herkes biliyor ve görüyor. Allah hiçbir millete bela ve musibet göndermez. Ancak insanlar kendi elleri ile yaptıklarının cezasını çekerler.
Ne diyor şair; Kula bela gelmez hak yazmayınca, Allah bela yazmaz kul azmayınca. Hak kulundan intikamın yine kul ile alır. Bilmeyen ilmüledunni bunu kul yaptı sanır. Ne diyor koca Ziya Paşa, Kişinin ayinesi iştir. Lafa bakılmaz, görünür, aklın eseri rütmesinde yani ille de yaşantısı esastır. Yüz kere doğru söylesen sözü yaşamadığın müddetce sözünle özün bir değildir demektir. Yüz tane boş söz bir hayırlı işin yerini tutmaz. Samimi iş ve eylem şarttır.