Türk Modernleşmesi diye nitelenen Batılılaşma, neden bizde karşılığını bulamamıştır? Zorlamalarla, tepeden inme yöntemlerle niçin hâlâ Modern olamadık? Muasırlaşma ile Modernliği; Tekâmül ile Batılılaşmayı niçin birbirinden ayıramadık? Niçin Muhafazakar Değişim’i hayata geçiremedik? Bunun sebepleri üzerinde durmakta fayda vardır.
Türk aydını, muasırlıktan hep batılılaşmayı anlamıştır. Batı’nın ilim ve fennini değil de, kültürünü, hayat şeklini, dünyaya bakışını, inanç sistemini, batılı gibi düşünüp çağdaş! yaşamayı amaç edinmişlerdir. Türk toplumunun içine düştüğü çıkmazdan, fakirlikten, geri kalmışlıktan kurtularak, muasır medeniyet seviyesine çıkmanın taklit ile mümkün olacağını düşünmüşlerdir. Muasırlaşma maceramızın fikri temellerini atanlar ve bunu Cumhuriyetin ilanıyla haklı olduklarını ispata çalışmışlardır. Ancak, yeni bir devletin ilk işaretlerinin verildiği zamandaki birçok aydın, meseleyi hep başka mecralara çekmişlerdir. Garp medeniyetinin mutlak galip, İslâm medeniyetin mağlup olduğu görüşünü müdafaa etmişlerdir. Bu gibi yazar ve çizerler modernleşmek uğruna meseleyi çığırından çıkararak, Batı’yı taklit değil; bilakis, onu tamamen temessül etmekle tekâmülün olabileceğini savunmuşlardır. Bunlardan en meşhurlarından biri ve İttihat ve Terakki’nin namlı yazarlarından Ahmet Ağaoğlu’dur.
Ahmet Ağaoğlu, kurtuluşun, Garp medeniyetini tamamen özümsemekle imkân dahilinde olduğunu söylemiş ve Türk Ocakları Matbaası tarafından yayımlanan “Üç Medeniyet “adlı eserinde şu görüşlerini dile getirmiştir. Necat ve halâsımız için Avrupa medeniyetini olduğu gibi temessül etmekten başka çare yoktur. Peki medeniyet nedir? Tarz-ı hayattır. Hayatın kâffe-i tecelliyâtı, maddî-manevî bütün şuurudur... Tefekkür ve tecessüs(merak) tarzından başlayarak, telebbüs (giyim)şekline kadar hayatın bütün tecellilerini kucaklar.Aynı medeniyet zümresi aynı kafa ile düşünür, aynı kalp ile hisseder, aynı manevî cihazlarla mücehhezdir... İslâm cemaatleri, biri biri ardından velveleli bir tarzda sükût etmekte ve mahvolmaktadır. İslâmiyet’in son müstahkem kal’ası olan Osmanlılık ta hâl-i perişaniye maruz kaldı... Manevî mağlubiyetimiz de inkâr edilemez. Mağlubiyet nedir? Başkasının şahsiyetini kabul ve iradesine tâbi olmak. Gerek müslümanlar, gerek sarı ırk,elbiselerinden ve evlerinin tefrişatı gibi hayatın maddî tecellilerinden başlayarak, edebiyat, musikî gibi manevî hususatın en munis köşelerine kadar Avrupa modellerini taklit etmektedirler. Hele içtimaî, siyasî, fennî ,terbiyevî müesseselerde Avrupa’nın büsbütün şakirdidirler. İslâm medeniyetine mensup cemaatlerin her gün mahv ve münkarîz (bitip tükenmek) olduklarını görüyoruz. Japonya gibi Avrupalılaşan milletler ise günden güne ilerliyor. Seylâp gibi akıp gelen ve karşısında kendi nev’inden bir mania bulamayan Avrupa medeniyetinin üstünlüğünü kabul etmeyen yok, fakat bir noktada aldananlarımız var: bu üstünlük yalnız Avrupa medeniyetinin yalnız bazı unsurlarına, meselâ ulûm ve funûna münhasır değildir. Her medeniyet zümresi, bölünmez bir bütündür. Parçalanamaz, süzgeçten geçirilemez.Üstün olan onun bütünüdür. Ayrı ayrı falan veya filan kısmı değildir... Medeniyeti, idare-i maslahat usulüne tâbi tutmak isteyerek, kadir ve kahhar (kahreden bir kuvvet) bir kuvveti, pazar mantığı ile idare etmeye kalktık.Yüz seneden beri, çabalayıp müspet bir neticeye vasıl olamayışımızın sebebi hep budur... Yalnız libasımız ve bazı müesseselerimizle değil, kafamız, kalbimiz, tarz-ı telâkkimiz itinbariyle de, Avrupaya uymalıyız... Tarihinde dinini en az iki defa değiştirmeyen hangi millet vardır? Türkler önce şamanî değil miydiler?... Medeniyet sahasında mağlubiyetimiz kat’idir ve galip medeniyeti temsil etmek lüzumu mübremdir. (kaçınılmazdır)( Nak., Meriç,2002:156-158)*
Devam edeceğiz inşaallah
*Meriç, Cemil, Bu Ülke,İletişim Yayınları İstanbul, 2002