Önce Epifiz Bezimiz.
Ruhun Koltuğu’da diyorlar Epifiz Bezine. Hani bazı kurum ve kuruluşlarda girişte yeni tip koronavirüs (Covid-19) hastalığının müjdecisi olan yüksek ateşinizin olup olmadığını ölçmek için alnınıza ateş ölçer aleti dayıyorlar ya, işte alnınıza dayanan o aletin namlusunun tam karşısında beynimizin arka tarafında bezelye büyüklüğünde bir organ Epifiz Bezi. Ve ateş ölçer aletini alnımıza dayayıp tetiğe bastıkları anda belki ateşimiz ölçülüyor ama aynı zamanda Ruhun Koltuğu’da denilen ve Üçüncü Göz olarak ta bilinen ve çam kozalağına benzeyen Epifiz Bezimizin çalışması sekteye uğruyor. Epifiz bezimizin ritmi bozulursa nemi oluyor?
Epifiz bezi “Hayalet Molekül” rumuzlu DMT olarak bilinen bir kimyasal salgılamaktadır. DMT’nin uyku sırasında, ruhsal ve gizemli deneyimler sırasında ve ölüm sırasında salgılandığına inanılır. Mideye girdiğinde diğer tüm uyuşturucu ilaçların ötesinde en güçlü halüsinojenik etkiye sahip bir kimyasal bileşene sahiptir. Bize tüm manevi deneyimleri verdiği düşünülen molekül tesadüfe bakın ki; epifiz bezinde bulunmaktadır.
Fransız filozof René Descartes (1596-1650) epifiz bezini yazılarında vurgulamıştır. Epifiz bezini "ruhun koltuğu" olarak ve ruhun işlevlerini doğrudan uyguladığı vücut kısmı olarak dile getirmiştir. Kendisi bir matematikçi ve felsefeci olarak bu konuya farklı bir yoldan yaklaşmış. Bezin nasıl çalıştığına değil, bulunduğu konum ve şekil itibariyle ne işi üstlenmiş olabileceğine dair fikir yürütmüş. Bu bezin beyinde, iki lobun arasındaki en merkezi yerde bulunması ve beyindeki çoğu bölümün aksine tek parça olmasından yola çıkmış. Böylece bu bezin beyin tarafından algılananların tümünün birleştiği ve bize tek bir fikir hâlinde sunulduğu yer olmak için en doğru parça olduğunu düşünmüş; burayı ‘ruhun esas koltuğu’ ve ‘zihnin bedenle birleştiği yer’ olarak tanımlamış.
Bunun için diyoruz ki; "Alnınızdan vurulmayın!" Ateşinizi ölçmeye çalışanların da görevlerini yerine getirdiklerini unutmadan size bir tabanca gibi uzatılan tetikli termometreyi "kibarca" bileklerinize tutmalarını rica edin. Kabul etmiyorlarsa da orayı terk edin. Manzarası güzel bir yerde 2 saat oturmak için hayatınızı, ruhunuzu riske atmayın. Ruhunuza sahip çıkın.
Bu arada bir zaman hepinizin mutlaka ilgisini çekmiş olabilecek birkaç örnek vereceğim size. Amerikan Doları'nda yer alan her şeyi gören göz... Vatikan'ın orta yerinde yer alan kozalak heykeli. Masonların locasında bulunan kocaman çam kozalağı figürü. Papa'nın âsâsında yer alan kozalak figürü. Nazi simgesindeki kartalın vücut kısmının çam kozalağından yapılması. İluminati'deki tek göz. Tarih boyunca tüm ibadethanelerin yüksek bölgelere yapılması (Böylelikle epifiz bezinin daha çok çalıştığı ve ruhanî boyuta geçmenin kolay olduğu düşüncesi). Neticede nereye gidersek gidelim alnımızdan ateş ölçmelerine izin vermeyeceğiz. Mümkünse bileğimizden ölçsünler ateşimizi. Konu çok önemli çünkü.
Aslında ülkemizin konuşulacak daha değişik problemleri var. Mesela bizim gibi 500'den fazla aktif fay hattı olan ve ülkesinin her hangi bir yerinde her an 7 üzerinde deprem beklenen kaç tane ülke vardır dünyada? Hal böyle iken yönetenlerin kendi halkının güvenliği için bir an önce kentsel dönüşüm yoluyla yada başka yöntemlerle ülke çapında depreme dayanıksız binaları depreme dayanıklı hale getirmeleri gerekirken zaten son gücünü harcayan ülke kaynaklarını dünyada daha fazla sükse yapmak için “Kanal İstanbul” gibi ülke insanlarının yarıdan fazlasının karşı çıktığı insan aklının ve mantığının almadığı, üstelik bittiğinde ne gibi tehlikelere açık olduğu tespit edilememiş bir projeye aktarmalarını anlamak mümkün değil.
Bu arada üretimden çıkmış ülke ekonomisinde çalışanlar,emekliler,asgari ücretliler açlık sınırının altında maaş alırken,yine ülkede çalışabilir durumdaki milyonlarca insan işsiz gezerken olması gerekenin ülkenin tüm yerleşim birimlerinde üretime ve istihdama dönük fabrikaların açılması, milyonlarca işsiz gencimizin bu fabrikalarda kendi alın terleriyle kendi ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri bir düzen kurulması gerekmiyor mu.?
Yine ülkemizde milyonlarca insan çalışmadan yorulmadan sadece devlet yardımlarıyla geçinirken,bu insanlarımıza “Balık yedirme” politikasından vazgeçip, "Balık tutmayı öğretme” politikasına dönerek her birine yapabilecekleri birer iş vererek kendi ayakları üzerinde durmalarını sağlamak daha doğru olmaz mı?
Yanı sıra dünyanın en önemli ülkesi olma özelliğinin getirdiği sorumlulukla ileri teknoloji ve savunma sanayinde Rusya yada ABD’ye muhtaç olmaktan kurtulup, kendi ihtiyacımızı kendimizin karşılayabileceği şekilde çalışmamız gerekmiyor mu? Tarım Bakanının söylediği gibi gerçekten paramız çok mu idi de S-400'ler için Rusya’ya 2,5 milyar dolar verdik, geçtiğimiz Nisan ayında aktive edecektik,ancak Temmuz ayına geldik S-400'lerimiz süs biberi gibi hala beklemede. Bilgimiz dışında aktive edildilerse sorumlulardan özür dilerim bu arada.
Geçtik ABD’nin F-35 yeni nesil savaş uçağı projesine katılımcı olduk ama,1'inci dünya savaşında da Sevr’in gizli destekleyicisi olan aynı ABD’nin 40 yıldır ülkemizi bölmeye çalışan PKK’nın yan kuruluşu PYD’ye on binlerce TIR ve 300 uçak dolusu silah ve mühimmatı parasız verirken 1.4 milyar dolar parasını peşin ödediğimiz projeden bizi dışlamasını nasıl değerlendireceğiz. Hani biz büyük devlettik. ABD’nin paramızın üstüne yatmasını normal mi karşılayacağız.? Rusya’ya ödediğimiz 2,5 milyar dolar ile ABD’ye kaptırdığımız 1,4 milyar dolar para beytülmalın parası değil mi? Yani tüyü bitmedik yetimin hakkı yok mu bu 3.9 milyar dolar para da? Nasıl bu kadar rahat davranabiliyoruz.
Hepsini geçtik 100 yıldır Türkleri kontrol etme hevesinden vazgeçmeyen emperyalizmin ve içimizdeki uzantılarının başımıza ördükleri çoraplar her gün çoğalıyor. Hangi birini yazabiliriz ki? Atalarımızın dediği gibi “Su uyur,düşman uyumaz.”. Ama sanırım bizim uyanmamız için önce İstanbul’un 3'e bölünmesi,sonrada ülkemizde 81 adet şehir devleti kurulması gerekiyor ki uyanalım. “Bize bir şey olmaz,” anlayışı tembellik yapmak yada gaflet içinde uyumak için mazeret sayılamaz.
Üzüldüğüm nokta emperyalizmin üzerimizde uyguladıkları bölüp parçalama planları çok normal,asıl olan işin üzücü tarafı bu planlarına içeride taraftar bulabilmeleridir. Geçtiğimiz yıl yapılan yerel yönetim seçimlerinden önce iki önemli devlet adamından biri “Vali ile belediye başkanı aynı kişi olmalı” demişti. Bir başkası “Her ilimizin anayasasını ayrı hazırlıyoruz.” Demiş, yetmedi Almanya ziyaretinden dönen bir grup milletvekilinin sözcüsü de “Almanya’da eyaletleri inceledik.” Demişti.
Bu tür şeyler yöneticilerin gerçek niyetlerini açığa vuruyor. Zaten söylenen bütün yalanların hiç beklenmedik bir zamanda ortaya çıkmak gibi bir özelliği vardır.
Gönül isterdi ki ülkemiz hem ekonomik hem siyasi hem de askeri açıdan çok daha güçlü konumda olsun, bugün harekata başlasak 24 saat sonra tamamını işgal edebileceğimiz, daha dün 22 sene önce karşımızda pusmuş olan Avrupa’nın şımarık çocuğu Yunanistan 18 adamızla 2 kayalığımızı işgal edememiş olsaydı.
Türkler Atalarının hayatlarını vererek kendilerine emanet bıraktığı kutsal vatan topraklarında Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Tam Bağımsızlık” ilkesi doğrultusunda yaşamak istediklerinde Emperyalizmin uşağı Yunanistan başta olmak üzere yedi düvelle yeniden savaşmak zorunda kalacaktır.
Selam ve Saygılarımla.