İstanbul Sözleşmesi’nde, AK Parti ve MHP’nin tarihi sorumluluğu büyüktür.
***
Son yüzyıllık tarihteki bazı sosyal ve siyasi gelişmeler dikkat çekicidir.
Bunlar, Müslüman Türk Milleti’nin direnç noktalarını ölçmeye matuftur.
Şartlar gereği ne kadar mukavemet gösterildi, malum.
Bazı olayalar sıradan gibi görünür; ama, değildir.
Her şeyi FETÖ ile irtibatlandırmak istemem…
-Bu tür örgütlerin nasıl manivela gibi kullanıldığını bilenler bilir-
Ancak, 2011 İstanbul Sözleşmesi adıyla imzalanması sıradan bir hadise olmaz…
Olamaz…
***
31 Temmuz 1932 yılında Belçika’da 28 milletin güzellerinin katıldığı bu yarışmada jüri, "Türkiye Güzeli" Keriman Halis'i “Dünya Güzeli Seçmesi” ile başlayan bir olaylar silsilesi, İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanması ile aile boyutuna sirayet etmesinin somutlaşmış hali olabilir mi?
Mübalağa etmiyoruz.
Bu Sözleşme, oryantalizmin sosyal ve kültürel sahadaki zaferidir.
***
Muhteşem Ayasofya’nın açılışını İstanbul Sözleşmesi’ne feda etmeyelim…
Artık bu zülden kurtulmalıyız…
Görev AK Parti ve MHP’ye düşmektedir.
Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile sayın Devlet Bahçeli’nin tavrı meselenin akıbetini belirleyecektir.
Anlayabildiğimiz kadarıyla hem sayın Cumhurbaşkanı hem de sayın Bahçeli sözleşmeden çekilmenin daha doğru olacağına inanıyor.
Bizim endişemiz, bazı çıkar odaklarının, belirli gurupların Muğla’daki cinayeti bahane ederek İstanbul Sözleşmesi’ni dayatmalarının, iktidar üzerinde ne kadar etkili olacağı…
Bizi düşündüren husus burasıdır…
***
Polonya kadar da mı olmayalım?
Polonya, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış sürecini resmen başlatıyor...
Adı bile insanı yaralayan İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış gerekçesini Polonya Adalet Bakanı Zbigniew Ziobro şu şekilde şöyle açıkladı:
“İstanbul Sözleşmesi, kabullenemeyeceğimiz sakıncalı ideolojik dayatmalar içeriyor. Meselâ bunlardan biri, “toplumsal cinsiyet” düşüncesi. Buna göre cinsiyet doğuştan değil, herkesin sosyo-kültürel kararına göre belirleniyor. Bu ideolojik varsayıma dayanan sözleşmeye göre, sözleşmeyi imzalayan devletler genç nesillere, bu “değer ve düşünceleri” öğretmek için eğitim sistemini değiştirmek zorunda. Önemli olanın sosyo-kültürel tercihlerimize göre belirlediğimiz cinsiyet olduğunu söylüyor. Bunu yanlış buluyoruz ve reddediyoruz.”
Üzüldüğümüz nokta şu:
Müslüman ülkede hiçbir devlet adamının Polonya Adalet Bakanı kadar İstanbul Sözleşmesi’ni açıktan, son derece tutarlı, güçlü bir şekilde reddetme tavrını sergileyememesidir.
Hepsinin ağzında…
Ama…
Fakat…
Şimdi olmaz…
Bak, cinayetler arttı…
Gibi ipe su sermeler, tedirgin edici…
Bunları gördükçe ümidim kırılıyor.
Muhafazakâr devlet yetkilileri LGBT salvolarına teslim bayrağını çekiyor görüntüsü veriyor.
***
Yusuf Kaplan, Yeni Şafak’ta köşesinde bu endişeleri şöyle ifade ediyor:
“Kadın cinayetini kimse savunamaz! Bu sözleşmenin asıl meselesi de kadına yönelik şiddet, cinayet değil.
Kadın cinayeti maskedir, işin kılıfıdır!
Oysa burada asıl amaç, eşcinsel ilişkilerin yasal hâle getirilmesi, yasayla dayatılması ve ailenin çökertilmesidir!
Böyle bir sözleşmenin adının “İstanbul Sözleşmesi” olarak adlandırılması ise yüzkarası!
Polonya Adalet Bakanı’nı dinlerken, İstanbul adının geçmesinden yüzüm kızardı, bu ülkenin her bir insanının da, yöneticisinin de bu videoyu izlediklerinde yüzlerinin kızaracağından, İstanbul’un adının insanı soysuzlaştıracak bir sözleşmenin adı olmasından çılgına döneceklerinden eminim.
Türkiye, böylesine iğrenç bir amaçla hazırlanan, cinsiyetsiz bir dünya inşasının kilometre taşlarını döşeyen yüzkarası bir anlaşmadan derhal çıkmalıdır!”
***
Meselenin Kadına yönelik şiddetin önlenmesi olmadığını, amacın Türk aile yapısını bozmak, cinsiyetsizleştirmeyi aile içine sokarak lezbiyen anlayışı Avrupa’da olduğu gibi aileden bir unsuru haline getirmeyi hedeflediğini belirten sosyolog Prof. Dr. Ergün Yıldırım’ın değerlendirmesi Cumhur İttifak’ının omuzlarına ağır sorumluluk yüklemektedir. Şöyle diyor sayın Yıldırım: “Türkiye’ye ve dünyaya yaşayan bu cinsellik felsefesi, kültürü ve hukuku CEDAW ile başlayıp şu an İstanbul Sözleşmesi ile devam ediyor. İstanbul Sözleşmesi, bu gelmekte olan trans-kültür ve akışkan cinselliğin konseptinde yer alıyor. Elbette metin tek başına tüm kötülüklerin anası değil, ama bu metin Batı kültür taarruzunun bir parçası. Okumamızı böyle yapmalıyız. Bu bağlam ile beraber metin kendi dünyasını bize açar. Nitekim toplumsal cinsiyet eşitliği adı altında MEB yapılan uygulamalarda bunu net bir biçimde gördük. Yine lezbiyen ve “oğlancıların” faaliyetlerinde meşruiyet metni olarak buraya atıf yaparak hareket ediyorlar.
“Kaosa gel” demek bir isyan bayrağıdır. Cinsiyetten ve cinsellikten beslenen bir isyan. Özgürlük ve birey taleplerinden beslenen bir isyan. Cinsel kimlikle ilgili değerlerimize, mahremiyetle ilgili inançlarımıza, aile yapılarımıza, anne ve baba olmanın doğal biçimlerine karşı bir isyan. Erkekle kadını birbirine saldırtan, ebeveynle çocukları birbirine düşman eden, hududullahı çiğneyen bir isyan. Neslin korunmasına ve devamına karşı bir isyan. Bu isyana karşı durmak hududullaha saygısı ve inancı olan her müminin görevidir. Aile ve neslin saadetine inana her insanın mesuliyeti. “
(Kaynak: https://www.yenisafak.com/ yazarlar/ergunyildirim/istanbul-sozlesmesi-cinsiyetci-isyanin-parcasidir-2055804)
***
Artık gözümüzü açmalıyız…
Kuma başımızı gömerek hakikatlerden kaçamayız…
Müslüman Türk Milleti’nin son kalesi ailenin yıkılmasına izin mi vereceğiz?
Ailemizde “oğlancılara” meşruiyet mi kazandıracağız?
LGBT sapkınlığını ailemizin içine mi alacağız?
Batı’dan “özgürleşmiş lezbiyen aile” mi ithal edeceğiz?
Buna karar verecek olan Cumhur İttifak’ının yetkilileridir.
Dolayısıyla AK Parti ve MHP’ye çok iş düşüyor.
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkarak- Ayasofya-i Kebir Camii de olduğu gibi- muhteşem bir geri dönüşe daha imza atalım.
Hatayı telafi edelim.
Yoksa, çok yakın bir gelecekte bunun hesabını millet soracaktır.
Ama, soracak aile kalırsa…
Bu vesile ile bütün okuyucularımın ve Müslüman aleminin geçmiş mübarek Kurban Bayramı’nı tebrik ederim.