Farklı ülkelerin ve farklı kültürlerin kesişme noktası.
8 bin 500 yıllık tarihinde dünyanın en ünlü şair ve yazarlarına ilham kaynağı olan şehir.
Fethi, peygamber tarafından müjdelenecek kadar kutsal,
Fatih’i, ‘Türk’ olacak kadar kadim şehir İstanbul.
*
Onca şair ve yazarın anlattıklarının yanında benim anlatacaklarım ‘hiç’ olsa da geçtiğimiz hafta Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteklediği, Kültür Sanat Muhabirleri Derneği’nin organize ettiği programa katılmak için İstanbul’a gittik.
*
Önce biraz geriye dönelim.
Yoğun, yorucu ancak çok keyifli geçen bir haftanın sonunda, eve gidip dinlenmek istediğim sırada Ankara’dan gelen telefon hesaplarımı bozdu.
17 yıl önce felç geçiren ve yatağa bağımlı yaşayan babaannem Zeliha Ulucan’ın son nefesini verdiği haber verildi.
17 yıldır yalnızca nefes aldığını bilmeme, aslında 17 yıldır her an öleceğini beklememe rağmen gözümden akan yaşa engel olamadım.
Anladım ki, hiçbir ölüm insanı hazırlıklı yakalamıyor.
Ölümle birlikte sadece bir insan ayrılmıyor aramızdan.
Onunla birlikte biriken hatıralar da yok olup gidiyor zamanla.
*
İzmir’e gidip annemi ve babamı aldıktan sonra babaanneme son görevimizi yapmak için Eskişehir’e, doğduğum topraklara gittik.
İlk konuşmamı duyan, ilk yürüyüşümü gören ve haddinden fazla şımarık bir çocuk olarak büyüten babaannem başımın ardında bıraktığı iz ile bende yaşamaya devam edecek.
Bu vesile ile arayan soran tüm dostlara ayrı ayrı teşekkür ederim.
***
Çarşamba akşamı Eskişehir’den dönüp, Perşembe sabahı Aydın Büyükşehir Gazeteciler Cemiyeti Başkan Yardımcısı Mehmet Akgül ve Ümit Özmen ile birlikte İstanbul’a doğru yola çıktık.
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından desteklenen, Kültür ve Sanat Muhabirleri Derneği tarafından organize edilen “Medya Kültür Sanat ve Turizm Buluşmaları” etkinliğinin Üsküdar’daki kısmı üç gün sürdü.
Geze geze üç günde değil, üç ayda bitmeyecek kadar büyük ve tarihi birikime sahip İstanbul’da yapılan program nokta atışlarıyla planlandığı için büyük bir keyif aldım.
*
Otele yerleştikten hemen sonra Üsküdar’da efsanelere konu olan, eşsiz manzarası ile insanı aşka inandıran Kız Kulesi’nin karşısında çaylarımızı yudumladık.
“..bakma sen, kızkulesi’nin aldırmaz tavırlarına.. her ne kadar ilgilenmiyormuş gibi dursa da, aslında onun da gönlü yok değildir galata’da..” diyerek Galata Kulesi ile Kız Kulesi’nin aşkını hatırlattık birbirimize.
*
İlk gün akşamı yenilen yemekte Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Özgül Özkan Yavuz video konferans yöntemi ile bize eşlik etti.
Sayın Bakan, Kültür ve Turizm Bakanlığı olarak koronavirüs nedeniyle ara verdikleri kültür sanat etkinliklerine 1 Temmuz itibariyle pek çok açık hava mekanında kurdukları sahneler ile başladıklarını belirterek, “Bir kamyonun arkasını tiyatro sahnesi haline getirdik, Ankara’dan uğurladık. 50 gün boyunca Doğu ve Güney Doğu bölgemizde 57 ilçeye gidecekler. Hiç tiyatro salonu olmayan ilçelerde ve kasabalarda çocuklarımızla buluşuyorlar. Pandemi nedeniyle evlerinden çıkamayan çocuklarımıza bakanlık olarak böyle bir hediye gönderdik” diyerek çok hoşuma giden projenin detaylarını bizimle paylaştı.
*
Zengin ve yakışıklı bir aristokrat olarak oturduğum yerden bir köşede yazılar yazan bendeniz, belki Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın etkinliklere katılamayacağım ama sanat adına her projeyi gönülden desteklemeye devam edeceğim.
*
Bir gün mutlaka tekrar gideceğim İstanbul’a.
Kız Kulesi’nin karşısında çay içeceğim.
Galata ile imkansız aşklarına bir kez daha şahitlik edeceğim.
Ve onlar imrenerek bakacak Karaköy sahilinde bir kadının gözlerinin içine bakarak aşkımı ilan edişime. ‘CAM’ KIRIKLARI
“İçerime cam kırığı serpmişler, her nefeste ciğerime batıyor” diyor Ali Asker.
*
“Hasretin canımda, cam kırıkları,
Yüreğim kan revan düşlerim hüsran.
Dilimde ömrümün son çığlıkları,
Her gece uykusuz her gece isyan” diyor Müslüm Gürses.
*
“Cam kırıkları gibidir kalp kırıkları.
Yanar durur kalbimin odaları külleridir kalanı.
Bitti artık aşk kavramı kalmadı anlamı.
İhanetin bedeli ağır çok büyük hasarı” diyor Erhan Doğancıoğlu.
*
“Cam kırığı” denilince aklımıza ilk gelen hep acı.
“Cam kırığı” denilince hissettiğimiz ‘Can’ kırığı.
İstanbul’da bir kadın değiştirdi hissettiğimiz bu duyguları.
Cam kırıkları ile yağlı boya gibi tablolar yapan Mozaik Sanatçısı Meyçem Ezengin’den bahsediyorum.
*
İstanbul ziyaretimizin ikinci gününde Türkiye’nin farklı illerinden gelen gazeteci arkadaşlarımızla Üsküdar’da bulunan Nev Mekan adlı bir atölyeye gittik.
Aynı zamanda kütüphane ve kafeterya olarak hizmet veren Nev Mekan’nın kurucusu Mozaik Sanatçısı Meyçem Ezengin tüm sıcakkanlılığı ile karşıladı bizi.
Önce mekanı gezdik sonra atölyeye çıktık.
1982 yılında Bursa'da doğan, aslen Zonguldak Ereğlili olan Meyçem Ezengin, 2007 yılında Trakya Üniversitesi Şehit Ressam Hasan Rıza Güzel Sanatlar Geleneksel Türk Sanatları bölümünden mezun olmuş. Stajını Ressam Mehmet Hakan Demirok'un atölyesinde yapmış, cam işçiliği, vitray ve mozaik alanında uzmanlığını geliştirmiş.
Camın nasıl kesildiği, nasıl küçük parçalara ayrıldığı ve nasıl birleştirilerek resim yapıldığı konusunda da bizlere küçük bir sunum yaptı.
*
Bu güne kadar 30’dan fazla sergi açtığını, bir çok projede yer aldığını öğrendiğimiz Meyçem hanım sunum yaparken bir yandan da bizlerle sohbet etti.
Özellikle söylediği bir cümle vardı ki, biz gazeteciler ile sanatçıların nasıl da benzediğini fark ettim.
“Cam mozaiği sanatı pahalı bir iş. Bütün camlar Avrupa’dan ithal geliyor. Geçim derdi ve ay sonu faturaların nasıl ödeneceğini düşünmek çok zor. Bütün bu giderleri karşılamak için ticaret yapmanız gerekiyor. Ticaret düşününce de sanat yapmanız zorlaşıyor” dedi Meyçem hanım.
Aynı gazeteciler gibi değil mi?
Kağıdından kalıbına her şey ithal.
Personel gideri başta olmak üzere birçok ofis gideri.
Bütün giderleri karşılayacak parayı kazanmak için çalışacaksınız, aynı zamanda tarafsız ve objektif gazetecilik yapacaksınız.
*
Her zaman söylediğim bir cümleyi bir kez daha yazayım.
“Ekonomik özgürlüğünüz yoksa, özgür değilsinizdir”
Ticaret yapmak zorunda kalan sanatçı ve gazeteciler asla gerçek işlerini yapamıyor, yapamaz da.
*
Sanatın sınırı olmadığını bilen biri olarak Meyçem Ezengin’in hem yaptığı işe, hem de hayata bakışına hayran olduğumu söylemek isterim.
Ve cam kırıklarının sadece ‘acı’ vermediğini öğrettiği için teşekkür ederim. YAŞAYAN İNSAN HAZİNESİ
Kadim milletin kut’lu evlatları tarih boyunca Orta Asya’dan başlayarak Anadolu’nun her köşesinde sanat yapmış.
Aşkı, sevdayı, acıyı ve sevinçlerini dokudukları kilim motiflerine işlemiş, türkülerle taçlandırmış.
Bu topraklarda sadece dokuma değil, çini, telkâri, seramik, mozaik ve müzik aletleri gibi geçmişin izleri ustaların ellerinde, duygularında ve düşlerinde ilmek ilmek yaşamış tarih boyu.
*
Ülkelerin gelenek ve göreneklerindeki zenginliğin göstergesi olarak kabul edilen bu sanatlar UNESCO tarafından da “Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi” ile koruma altına alınmış.
Somut Olmayan Kültürel Miras adı ile korumaya alınan kültürel değerleri de belli unsurlarını yeniden yaratmak ve yorumlamak açısından gerekli bilgi ve beceriye yüksek düzeyde sahip kişilere “Yaşayan İnsan Hazinesi” denilmiş.
Ölmeden önce kıymetlimiz Neşet Ertaş’ın da bu listede olduğunu hatırlatmak isterim.
Şuan da ülkemizde 45 sanatçı/usta bu listede yer alıyor.
Bunlardan biri de, kadim sanatlarımızdan Ebru sanatını yaşatan Hikmet Barutçugil.
*
Yaşayan İnsan Hazinesi ünvanına sahip Hikmet Barutçugil ile de İstanbul da tanışmak, hoş sohbetini dinlemek, yaptığı eserleri kendi elinden görmek ve hikayelerini dinlemek nasip oldu.
*
Tanımayanlar için kısaca bahsetmek isterim.
Hikmet Barutçugil, 1952′de Malatya’da doğdu. 1973′de İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi, Uygulamalı Endüstri Sanatları Yüksek Okulu’nda tekstil eğitimine başladı. Yüksek öğreniminin ilk yılında tanıdığı ve öğrencisi olduğu Prof. Emin Barın’ın teşvikiyle hat sanatına ilgi duydu. Hat sanatı ile ilgili çalışmalarına başladığı sırada ebru sanatını fark eden ve içindeki dinamizmi keşfeden Barutçugil’in bu sanata duyduğu sevgi kısa zamanda tüm benliğini sardı.
1977’de Akademi’den tekstil desinatörü olarak mezun olduktan sonra çalışmalarını Ebru üzerine yoğunlaştırdı. 1978-1981 yılları arasında ihtisas için gittiği Londra’da araştırma ve çalışmalarını aralıksız sürdürdü. Akademik eğitimden aldığı sanat altyapısını gelenekli sanatlarla birleştirerek yepyeni ufuklar açtı. Geleneği geçmişten geldiği gibi yaşatırken, çağdaş yorumları ile ilgi alanını son derece farklı mecralara çekti.
*
Ebruyu sadece bir sanat değil aynı zamanda bir bilim dalı gibi görüp geliştirmeyi hedeflemiş Barutçugil.
Bu sanatı yaşatmak için yaşamanın gereğine inandığından, günlük kullanım araçlarından iç mimaride kullanılan malzemelere kadar birçok ürün geliştirmiş. Daha önce görülmemiş ebru yöntemleri denemiş ve literatüre ‘Barut Ebrusu’ olarak bilinen ebru türünü bulan kişi olarak geçmiş.
*
36 ülkede 119 kişisel ve 122 karma sergi açmış.
195 kurs ve seminer, 126 konferans ve uygulamalı ebru gösterimi ile 6 sanat terapisi gerçekleştirmiş.
Yayınlanan 40 kitabı ile Ebru sanatını yaşatmaya harcamış ömrünü.
Şimdilerde 1830’lu yıllardan kalan tarihi bir konağı Ebru evi haline getirip yaşayan bir müze galeriye dönüştürerek “Ebristan” adını vermiş.
*
İşte biz de bu tarihi konağa misafir olduk.
Bahçede ‘babasının gelini’ tarafından ikram edilen limonata ile serinledik.
Hikmet Barutçugil’den Ebru sanatının tarihçesini dinledik.
120 yıl öncesine ait bir matbaa makinesinin nasıl çalıştığını görerek heyecanlandık.
Birbirinden kıymetli eserlerini yakından gördük.
Tatarların ilk ve son Hanımbikesi Süyembike’nin tablosu önünde eskiden beri beni etkileyen hikayesini dinledik.
*
Hikmet Barutçugil’i dinledikçe gerçekten bir ‘hazine’ olduğunu anladım.
Hediye ettiği kitabı da masamın üzerinden ayırmamaya karar verdim.
TEŞEKKÜR
İstanbul programının hazırlanmasında emeği geçen Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerine, Kültür Sanat Muhabirleri Derneği Başkanı İbrahim Gökdemir’e, bizi misafir eden Üsküdar Belediyesi yetkililerine, İstanbul’a geldiğimi duyunca ‘mutlaka görüşelim’ diyen ve misafir eden sevgili dostum Faruk Yıldız’a, Karaköy sahilinde unutulmaz bir akşam yaşatan güzel insanlar Okan Sarcan ve Cihan Gül’e sonsuz teşekkür ederim.
GÜNÜN FIKRASI
Temel alacaklılardan kaçmak için evin kapısının üzerine "İstanbul'dayım" yazmış ve her kapı çaldığında tavan arasına saklanmaya başlamış.
Temel günlerce bu şekilde alacaklılardan kaçmayı başarmış.
Birkaç hafta sonra yine kapı çalmış.
Temel hemen tavan arasına saklanmış.
Ancak alacaklılar kapıdan ayrılmamış ve bir müddet sonra kapıyı kırıp içeri girmişler.
İçeri giren alacaklılar başlamışlar Temel’in eşyalarını dışarı taşımaya.
Bu durumu tavan arasından seyreden Temel kendi kendine söylenmiş:
“Ahhh ulan şimdi İstanbul'da olmasam size gösterirdim”
GÜNÜN TESPİTİ
“..bal yiyen arısından gocunmaz.. gül koklayan dikeninden çekinmez..” BEN
“..zayıf noktamı bilen kim varsa, istisnasız ordan vurmaya çalışıyor.. onlara inat kilo alıyorum ki zayıf noktam kalmasın..” GÜNÜN SÖZÜ
“..hayata aynı ‘açıdan’ değil, aynı ‘acıdan’ bakmış olanlar anlaşabilir..” KADINLAR ERKEKLER
“..her zengin ve başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır.. çünkü kadın, fakir ve başarısız erkeğin arkasında durmaz..”