Çoğu çok şubeli marketlerde satılan bizleri beslediğini sandığımız gıdalarla zaten yavaş yavaş zehirlenerek ölüyoruz, toplu intihara gerek yoktu ama en yukarıdan en alta kadar halkımız maalesef ölmek için çok acele ediyor.
İçinde yaşadığımız Akdeniz ikliminden midir nedir bilinmez bizler yani Anadolu’da yaşayan Türk Halkı sıcakkanlı insanlarız. Her karşılaşmamızda mutlaka samimiyetimizi göstermemiz gerekiyor. Bunun için de mutlaka tokalaşmamız lazım. Tokalaşmadan olmaz. Ama göstermiş olduğumuz bu samimiyetin dünya nüfusunu 500 milyona çekmeye çalışan takriben 13 Yahudi aileden oluşan Dünya Elitlerinin dünya nüfus planlaması projelerine hizmet ettiğinin farkında değiliz. Sorsan Yahudi’ye düşman. Ama tokalaşman onların nüfus planlamasına hizmet ediyor.
Tokalaşma değil aslında asıl tehlike. Virüs en çok tokalaşma yani fiziksel temasla bulaşabiliyor. Asıl tehlike tokalaştıktan sonra elimizi yüzümüze götürüp ağzımızı,gözümüzü,burnumuzu kaşımamız. Ve kişioğlu otomatik olarak farkına varmadan günde 60 yada 90 defa elini yüzüne götürüp kaşınıyor. Kontrolsüz bir hareket bu. İşte o zaman elinizi yüzünüze götürdüğünüz anda Covid-19’a enfekte oluyorsunuz. “Ben gencim, güçlüyüm, Corona’ya yakalansam da atlatırım" diye düşünmeyin, nice Corona’dan iyileşip evine yollanan hasta 3-5 gün yada bir hafta 10 gün sonra organ yetmezliğinden hayatını kaybediyor ve bu ölümler Corona ile alakalı sayılmıyor.
Sonra Covid-19 coronavirüs salgın hastalığı konusunda halkımıza örnek olması gereken kişiler yeterince doğru örnek olamıyorlar. Birisi çıkıyor “Maske takın, sosyal mesafeyi koruyun” diyor ama bu güne kadar kendisini hiç maske ile görmedik.
Bugün 5 Temmuz 2020 Pazar akşam 19.00 televizyon haberlerinde izliyorum, TBMM’de Çoklu Baro Sistemi ile ilgili tartışmalar var. Maşallah Milletvekillerimizin içinde sosyal mesafeye uyan yok gibi… Hal böyle olunca halkımız asker uğurlamalarında ve düğünlerde halay çekmeye devam ediyor. Oysa Sağlık Bakanımız Sayın Fahrettin Koca uyarıyor, ”Düğünlerde pisti gelin ile damada bırakın" diyor ama.. Maalesef dinleyen yok ve millet olarak hep birlikte kendimizi uçurumdan atmaya devam ediyoruz.
Netice de çok sayıda şubesi bulunan marketlerden almış olduğumuz gıda maddelerinin neredeyse yüzde 80’i GDO’lu yani genetiği değiştirilmiş gıdalar. Bir yerlerde okumuştum, yüce Allah doğumunda insan vücudunu 140 yıl yaşayacak şekilde yaratıyormuş. Hz. Nuh buna en güzel örnektir. Yanlışsam Din Görevlisi Hocalarım beni düzeltsinler. Hz. Nuh halkının arasında 950 yıl yaşadıktan sonra kendisine peygamberlik görevi veriliyor. Yani kadim tarihlerde teee Nuh’u Nebi zamanında insanlar çok daha uzun yaşıyorlarmış. Nitekim bizde de medeniyetten uzak, yaylalarda yaşayan ve doğal gıdalarla beslenen insanlarımız da genelde 100 yaşını geçerler. Onlara genelde “Eski Toprak" deriz. Demek istediğim para kasasının içinde yaşayıp ta açlık sınırının altında maaşlarla yaşamaya çalışan halkımız da haliyle para olmayınca her şeyin sağlıklısını değil her şeyin ucuzunu bulup yemeye çalışıyor. Peki özellikle çoklu şubesi olan bu marketlerde bulunan bu gıda maddeleri ne kadar sağlıklı? Maalesef piyasadaki gıda maddelerinin yüzde 80’i GDO’lu. Aziz dostlar doğumundan ölümüne kadar insan vücudu aslında ömür boyu doğal gıdalarla beslendiği zaman çeşitli hastalık yada kanamalı yaralanma durumlarında kendi kendini tedavi edebilen mükemmel bir makinedir. Gel gelelim genetiği değiştirilmiş besinler vücuda girdiği zaman o mükemmel makinenin savunma mekanizmaları iflas ediyor ve vücudumuz kendisini savunamaz duruma geliyor. Peki sonra nemi oluyor? Alzheimer, Parkınson, Şeker, Kanser, Kalp ve daha adını duymadığımız bir sürü hastalık toplumumuzda katlanarak çoğalıyor.
Peki hastalandık, doktora gidince hemen iyileşiyor muyuz? Evet kısa vadede iyileşiyor gibi görünüyoruz ama kullandığımız hammaddesi petrol türevlerinden oluşan ilaçlarla uzun vadede kanser hastalığına davetiye çıkarıyoruz. Çünkü 100 yıldır ilaç fabrikaları ile ilaç hammaddesini elinde bulunduran İsrailoğulları kendilerinden olmayana ilaç üretimi yaptırmadıkları gibi,ilaç hammaddesini de İsrail’de bulunan bir fabrikadan petrol türevlerinden kullanıyorlar. Petrol türevlerinden hammadde ile yapılan ilaçlar da maalesef hepimizi kanser hastası yapıyor. Çünkü kullandığımız ilaçlar da kanserojen.
Peki ne yapmamız gerekiyor. 100 yıl önce dünyada tüm ilaçların hammaddesi kenevirden yapılıyormuş. Yani kanserojen değilmiş. Ama İsrailoğulları ilaç piyasasını ellerine geçirdikten sonra dünyada kenevir üretimini yasaklatmışlar. ABD ile birlikte. Yazık ki Dünya Elitleri ilaç piyasasını ellerine geçirdikten sonra ilaçları da dünya nüfusunu 500 milyona çekmek için nüfus planlaması için kullanmaya başlamışlar. Mesela ilaçların çoğunluğu kısırlaştırıcı özelliğe sahiptir.
Geçtiğimiz günlerde cesur yazarlardan Nedim Çakmak sosyal medya sayfasında paylaşmıştı Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan 18 ilimizde kenevir ekimini serbest bırakmış. Keşke tüm illerimizde de kenevir ekimi serbest olabilse. Şunu söylüyordu Sayın Çakmak; "Türkiye’nin kurtuluşu kenevirden geçer.” Diyordu.
Kendi kimyacılarımızla, kendi eczacılarımızla kendi ilaç sanayimizi geliştirmek ve 81 milyon halkımızı İsrailoğulları’nın ilaç pazarı olmaktan kurtarmak zorundayız. Tabii sadece ilaç pazarımız yeterli değil, ülkemiz tez zamanda ata tohumları ile tarımda da yerli üretime geçmek ve tarımda ithalat çılgınlığından vazgeçmek zorundadır.
Geçenlerde Karapınar Mahallemizde bir üreticimiz anlatıyordu. “Çocukluğumuzda tarlaya mısır ektiğimizde, mısır koçanına arıdan elimizi süremezdik, şimdi ise mısır tarlasına arılar bile gelmiyor,arılar bile zehirlenmekten korkuyor,mısıra gelmiyor.” Demişti. Oysa biz o mısırları pazarda görüp alıyoruz afiyetle yiyoruz,aynı mısırları hayvanlarımıza yediriyoruz,onların da GDO’lu mısırla zehirlenmelerine ve akabinde o hayvanların etinden sütünden peynirinden yiyerek kendimizi de zehirliyoruz. İşin kötü tarafı üreticimiz bu durumu kabullenmiş görünüyor. İtiraz eden arada birkaç kişi sadece. Ama insan sağlığı paradan daha değerli olmalıydı.
Selam ve Saygılarımla...