Aslında hepimiz farkındayız. Covid-19 olarak bilinen yeni tip koronavirüs salgın hastalığı hayatımıza girdiğinden bu yana, yüz yıllardır sürdürdüğümüz alışkanlıklarımızı değiştirmek zorunda kaldık. Çünkü işin ucunda ölüm tehlikesi vardı.
Mesela tokalaşmak özellikle Türk toplumunda bir samimiyet ifadesidir. Eskiden toklaşmanın şekillerine takılırdık. Mesela parmaklar bileği de kavrayacak şekilde tokalaşırsanız Ülkücü tokalaşması olurdu, bazıları sadece ellerin parmak uçlarını tutarak tokalaşır, ona da gayri samimi, soğuk bir tokalaşma derdik. Daha doğrusu samimiyetsiz, soğuk insanların parmak uçları ile tokalaştıklarını düşünürdük.
Oysa şimdi Covid-19’dan Korunma Kuralları fiziksel teması,dolayısı ile tokalaşmayı yasaklıyor hepimize. Ancak Hükümetimizin Kontrollü Normal Hayata Dönüş kararlarını neredeyse yüzde 90’ımızın yılbaşından önceki Normal Hayata Dönüş olarak algıladıklarını görmekten oldukça endişeli olduğumu belirtmeliyim. Televizyonların her akşam göstermiş olduğu kural ihlallerini çevremde her an görüyor olmaktan inanın çok üzgünüm. Kimisi “Bu benim 5 yıldır görmediğim dostum” deyip, bırakın tokalaşmayı, direk kucaklaşıyor, kimisi gayet normal bir şekilde tokalaşıyor. Tokalaştıktan sonra ellerini yüzüne götürmeden en az 20 saniye sabunla yıkıyorlarsa diyeceğim yok. Ama hijyen yoksa çok fena. Zira dünyadaki tüm insanlar günde ortalama 60 ila 90 defa kaşınmak için ellerini yüzlerine götürüyorlar. Ve tokalaşma ile alınan virüs elimizi yüzümüze götürmemizle beraber bünyemizde aktif hale geliyor ve ölümcül hastalık başlıyor.
Kişioğlunun bünyesinde kendisini 14 gün gizleyebilme yeteneğine sahip çok sinsi bir virüs yani İnsanlığın düşmanı olduğu için hiç kimse kendisinden “Bende virüs yok” şeklinde emin olamaz. O zaman kendimizde de virüs olabileceğini düşünerek çevremizde sevdiklerimize zarar vermek istemiyorsak, daha doğrusu sevdiklerimizin dolaylı olarak katili olmak istemiyorsak, maske takmak,sosyal mesafeyi korumak, tokalaşmamak, kalabalık oluşturmamak gibi kurallara uymak zorundayız.
Sözde 81 ilde maske takma zorunluluğu geldi. Maske takmayanlara 900 lira ceza var deniyor. Ama henüz çevremde kimse bu konuda ceza yemediği için duyarsızlık ilk günkü gibi devam ediyor. Sanırım devletin bu işi biraz daha sıkı tutması gerekiyor. Ama önce daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi, Covid-19’dan kaybettiğimiz insanlarımızın nasıl vefat ettiklerini ve hangi şehirden kimlerin vefat ettiğini isim isim vermemiz gerekiyor. Gerekiyor ki insanlar belki de başka şehirde bir tanıdıklarını yada yakınlarını kaybettiklerinde işin öneminin farkına varabilsinler. Çünkü gördüğüm kadarıyla halkımız Covid-19’a inanmıyor, her gün televizyonlardan verilen rakamlar da tiyatro imiş gibi algılanıyor. Bugüne kadar Kuyucak’ta Covid-19’a rastlanmadı çok şükür ama bundan sonra rastlanmayacağı anlamına gelmiyor, tedbiri elden bırakırsak Allah korusun ağır bedeller ödeyebiliriz. Tabii buna birde Covid-19’un sıcak havalarda fazla hareketli olmamasına bağlayabiliriz. Ama böyle tedbirsiz devam edersek 2-3 ay sonra yani Eylül-Ekim ayları tam bir kabusa dönüşebilir. Bu arada çevremde tokalaştığını gördüğüm arkadaşlarımı hata yaptıkları yönünde uyarılarımı sürdürüyorum ama sanırım bazıları bana kırılıyorlar uyardığım için. Bu durumda pek hoş olmuyor aslında. Ama kabul edelim ki tüm dünyada yüz binlerce, ülkemizde de en az 5000 kişinin canını almış bir salgın var ortada, samimiyetimizi dirseklerimizi tokuşturarak gösterebiliriz, illa da tokalaşmak gerekmiyor. Bana da zaman zaman işin ciddiyetini unutup elini uzatan dostlarım oluyor, ”Aramıza virüs girdi
Belki bende virüs olabilir,kusura bakmayın” diyorum ve tokalaşmadan selamlaşıyorum. Çünkü işin için de beni yada hepimizi bu güzel dünyadan alıp sonsuzluğa götürecek ölüm tehlikesi var. Ve bu hastalık ülkemde ortalama 20 kişinin canını almaya hala devam ediyor.
Dünyadakiler Durmadan Mezardakilerin Pişman Olduğu Şeylerin Peşinde Koşuyorlar. Benim akranlarım 12 Eylül 1980 İhtilalini iyi hatırlayacaklardır. Ülkemiz, şehirlerimiz, mahallelerimiz, sokaklarımız bölünmüştü. Diyelim ki Ülkücüsünüz,ölüm tehlikesini göze almadan komünistlerin hakim olduğu sokağa, mahalleye, solcu iseniz Ülkücülerin hakim olduğu mahalleye ölüm tehlikesini göze almadan giremezdiniz. Ve bir Batı Örgütlenmesi olan Gladyo’nun tetiklediği çatışmalarda günde ortalama 20 Türk Genci hayatını kaybediyordu. Gerçi bu günde ortalama 20 kişi hayatını kaybediyor ülkemizde. O günler de de Polis Camiası da, öğretmen Camiası da sağcı ve solcu örgütlenmeler ile bölünmüştü. Devletin karakollarına düştüğünüzde solcuysanız sağcı polislerden, sağcıysanız solcu polislerden çekmediğiniz kalmazdı. O dönem mahkeme kayıtları karakollardaki işkence iddialarıyla doludur. Netice de ABD’nin güdümündeki Orgeneral Kenan Evren başkanlığındaki askeri komuta heyeti 12 Eylül 1980 askeri darbesini gerçekleştirdi. Ve ülkedeki kaos bir anda kesildi. Çünkü iddialara göre ihtilal heyeti ülkemizde darbe şartlarının tam oluşması, daha fazla gencimizin ölmesi için bir yıl fazladan beklemişti.
12 Eylül 1980 sabahı ABD Ankara Büyükelçisi Ankara’dan Washington’a teleks çekiyor ve “Bizim Çocuklar işi becerdi” diyor. Sözünü ettiği bizim çocuklar elbette Kenan Evren ve Şürekası. Bugün o günleri hatırlayanların hemen hemen tamamı Kenan Evren ve arkadaşlarını pek hayırla yad etmezler. Çünkü o dönem çok haksızlık yapılmış, çok gencimiz haksız bir şekilde idam edilmiştir.
Bunları niye anlattım, mahkemelerde hakimlerin arkasında “Adalet Mülkün Temelidir” diye yazar. Ve muktedirlerin elindeki güç vicdani ölçüler içinde yani kamu vicdanına uygun kullanılırsa “Adalet” yerine gelir. Ancak güç vicdanları sızlatacak şekilde kullanılırsa da “Zulüm” olur. Ve Yüce Yaradan ne zulümden, nede zalimden razı olur. Yapılan kamuoyu araştırmalarında görüyoruz zaten hatalı uygulamalar sonucu ülkemizde yargıya güven oldukça azalmışken, ülkemizde savunmayı temsil eden avukatların bağlı bulundukları Baroları bölmek pekte hayırlı olmaz diye düşünüyorum. Endişem barolar bölünürse halkın yargıya güveni tamamen kaybolur ve o zaman herkes kendi hakkını kendisi aramaya başlar. Zaten 1980'li yıllarda Rahmetli Özal, Avrupa Birliğini hedef göstererek cezaları kuşa çevirmiş, hatta o dönem ceza yasasında karşılığı olmayan kapkaç suçları türemişti. O gün bu gündür hiç kimse ülkemize cezaların caydırıcı olduğunu iddia edemez. Cezalar caydırıcı olmadığı için maalesef ülkemiz suç cenneti haline gelmiş durumda. Ve yine korkarım ki bu gün muktedirlerin baroları bölerek şirazesini bozmaya çalıştıkları adalet terazisi bir gün kendilerine de lazım olabilir.
2000 yıl geriye doğru gittiğimizde Türk Milleti’nin yağısı Çinlilerdi. Çinlilerde o dönemde içimizdeki beylerin bir kısmını parayla altınla yada konçuy dedikleri prenseslerle kandırır birliğimizi bozmaya çalışırlardı. Bu gün aynı Böl ve Yönet taktiğini tüm dünyada ama özellikle bize karşı İsrailoğulları kullanıyor. Muktedirlerin icraatlarında biraz daha dikkatli olmalarının ülkemiz ve huzurumuz açısından daha yararlı olacağını düşünüyorum. Cennet vatanımızı gerçek bir cennete dönüştürmek elimizde diye düşünüyorum. Bence muktedirlerin enerjilerini demokrasilerin olmazsa olmazı muhalefeti ve basını susturmak yerine 81 vilayeti üretim merkezine dönüştürerek, halkımızın refah seviyesini yükseltmek için harcamalarının daha hayırlı olacağını düşünüyorum.
Selam ve Saygılarımla...