Mübarek Ramazan-ı Şerif’in teşrifiyle neş’elenen gönül dünyamız, insanı başka âlemlere götürmektedir. Öyle ki, insana münbit bir iklimin olduğunu hissettirmektedir. İnanan için, kendi nefsiyle muhasebe imkânı doğmaktadır. Çevresine daha farklı bakabilmektedir. Daha evvel unuttuğu; muhitinde imkânı olmayanlara el uzatmak için kendini mesul tutmaktadır. Fakirliğin ve zenginliğin ortadan kalktığı, aç ile tokun aynı seviyede olduğu bu mübarek ayda, müminler için nefislerinin arzu ve isteklerine bend olma vardır. An’anevi güzelliklerini yaşatmak için Mabuduna vecd ile yönelmesi ve ruhların çağlayan ırmak misali coşarak koşması had safhadadır. Bu ulvî gayeye vuslatta imsâk ile iftar arasında nefsiyle yapılan cihad-ı ekberden muzaffer komutan edasıyla çıkmanın şükrü vardır. Ezan-ı Muhammedî’nin gün batımının arkasından Yaradan’a yönelmiş minarelerden okunmasıyla; besmeleyle ilk lokmanın heyecanı vardır. Fakirlerin sevindirilmesi vardır. Milletimizin geleceğini emanet edeceğimiz yeni nesli maddî ve manevî cihetle yetiştiren müesseslere yapılan yardımın verilen zekâtın sosyal muvazenedeki rolünü bir kez daha bu vesileyle inananlar herkese göstermiş oluyorlar. Ruşen Eşref Ünaydın, “ Ayların En Hayırlısı” adlı makalesinde bu mübarek ayı şöyle ifade etmektedir: “Bu akşam, ufuktan başını kaldırınca, Müslüman illerini bir daha seyredecektir. Bu, kendisine, geçmiş zamanları andırtmayacak mıdır? O ki çöllerden Hazreti Muhammed’in (s.a.v.) vahiylerini görmüştür. ‘Ciharyâr’ının Rabbanî ilhamına âşık yüzlerini nurlandırmıştı. Endülüs’te ezanlar duymuştu. Elhamra’nın Arabesk oyalı pencerelerinden teravihlerde secdeye kapanan hükümdarlar seyretmişti. Bağdat’la İsfahan’ın, Ganj kıyılarıyla Nil vadisinin ‘ledünni’ coşkunluğunu aydınlatmıştı. Konya’nın çini nakışlı minarelerinden, süslü saraylarına, engin ovalarına yayılan ezan seslerine pırıl pırıl hâleler hazırlamıştı. O ki, ezelî ve münzevî yolu üzerinde böylece Raşidî’lerin Emevî’lerin, Eyyübî’lerin ve Selçukî’lerin nice ikballi Ramazan’larına tanık oldu. Her birine gökten nurlarını, neşelerini yağdırdı idi. Heyhat! Her birinin de nekbetine ( bahtsızlığına), hüzünlü pırıltıları ortak oldu. Yıkılan o saltanatlar üzerinde bir kandil gibi belki de artık sonsuzluğa dek bekçi kalacaktı; eğer Altay Dağları’ndan sızıp kâh Horasan’da, Çin’de, kâh İran’da, Hint’te; nihayet ‘İklim-i Rum’da şaşaalı çağlayanlar gibi taşıp gelen bir ırk, onu gökyüzündeki saltanatına yeniden kavuşturup oturtmasaydı.” Muştular olsun ki, bu mübarek ayı ruh ikliminde coşturabilenlere... Maddî ve manevî dengeyi sağlayabilenlere... Dul, yetim, fakir fukarayı, açını tokunu, kapısına geleni memnun ederek, hayır dualarını alabilenlere Allah(cc) iki cihanda da utandırmasın.