Herkes kirlilikten bahseder…
Toplumun zihni ve fikri bozulmuşluğundan dem vurulur.
Piramidin en altından en üstünde doğru bir şikâyet furyası…
Yolsuzluk…Usulsüzlük… Adaletsizlik.
Liyakatlilerin vazifeye getirilmediği …
Kartvizitlerle iş gördürüldüğünü vs vs…
Kısaca herkes yozlaşmadan ve adaletsizlikten şikâyetçi.
Ama şu sual sorulmuyor: “Sen olsan ne yaparsın? Sen ne kadar adaletlisin? Sen mevcut halinle ne kadar liyakate önem veriyorsun?”
Bundan neden şikâyetçi olunuyor ki, onlar da bu toplumun içinden çıktı.
Tarihten bir misal…
Bir cemiyette şahsiyet eğitimi nasıl oluyor, güzel bir örnek.
Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettiğinde hapishaneleri tahliye ettirmişti. Padişaha demişler ki; “Efendim, hapishanede üç tane filozof vardı. Görüşmek ister misiniz?”. Fatih “olur” demiş “Gelsinler görüşeyim”…
Üç filozof getirilmiş huzura. Padişah sormuş; “Sizi neden hapsettiler?”. Filozoflar cevap vermişler; “Biz, İmparator Konstantin’e devletin yıkılacağı yönünde fikir beyanında bulunduk onun için hapsedildik”. Bunun üzerine Fatih Sultan Mehmed “Öyleyse bizim devletimiz hakkında ne dersiniz. Bu husustaki kanaatinizi bilmek isterim” demiş. Üç filozof sultanın bu sorusuna cevap bulmak üzere ülkeyi gezmeye çıkmışlar.
İlk uğradıkları mekân çarşı olmuş. Filozofların birisi dükkanın birisinden bir alış veriş yapmış.
Daha sonra ikinci filozof aynı dükkândan alış veriş yapmaya teşebbüs etmişken dükkân sahibi demiş ki, “Efendim, yanımdaki dükkân sahibi siftah yapmadı. Alış verişi ondan yapmanızı arzu ederim”..
Daha sonra üç filozof bir mahkemeye uğramışlar. Davacı “Ben bir at satın aldım. Fakat atı aldıktan sonra fark ettim ki, at daha önce zehirlenmiş. Aldıktan hemen sonra öldü. Satıcıdan davacıyım. Atın tazminatını istiyorum” demiş. Hakim “Niye bu şikayetini alış veriş yaptıktan hemen sonra değil de birkaç gün sonra mahkemeye intikal ettirdin?” diye sormuş. Şikâyetçi de demiş ki “Efendim, ben şikâyetimi iletmek üzere geldim. Ancak siz yoktunuz” deyince, hâkim “haklısın” demiş “o gün babam vefat etmişti. Gelememiştim. Senin atının tazminatını ben üstleniyorum”.
Filozoflar bir mahkemeye daha uğramışlar. Burada davacı satın almış olduğu bir arazide bulduğu definenin kendisine ait olmadığını söylüyor ve diyor ki “bu araziyi satan kişi, bilseydi definenin burada gömülü olduğunu araziyi satmazdı. Dolayısıyla bu define arazinin eski sahibine aittir”.
Satıcı da diyor ki, “Ben bilseydim definenin arazimde gömülü olduğunu ebette satmazdım. Ama artık satmış bulunuyorum. Bu define araziyi alanın hakkıdır”.
Dolayısıyla araziyi satan da alan da defineyi almak istemeyince hâkim araştırmış. Her iki tarafın birisinin oğlu diğerinin de kızı olduğunu tespit etmiş. Ve kararını şöyle vermiş; “Tarafların birisinin kızıyla diğerinin oğlu evlendirilsin. Bu define de onlara çeyiz olarak verilsin”.
Bu üç olaya şahit olan filozoflar padişaha gelerek kanaatlerini bildirmişler. Demişler ki, “Sultanım sizin devletinizde hak ve adalet yerini bulduğu müddetçe yıkılmaz.”
İşte kişinin şahsında güzellik olursa bu topluma da sirayet eder.
(Hikaye Kaynağı: İnsan-Hayat/2015)