Hayatta hep yüz yüze olduğumuz halde, bir türlü idrakine varamadığımız bir gerçek vardır. Ölüm ve ötesi...
Şöyle geriye doğru dönüp baktığımızda görüyoruz ki, zengin-fakir, genç-yaşlı, iyi-kötü, zalim-mazlum nice insanlar bu dünyadan gelip geçtiler. Bir çoğunun yerinden yurdundan eser bile kalmadı. Her geçen gün bir sevdiğimiz bizi bırakıp gidiyor.
Biz de bir gün sevdiklerimizi bırakıp gitmek için, her an gelmesi muhtemel ecelimizi bekliyoruz. Şurası bir gerçektir ki, bugüne kadar ölümden yakasını kurtaran hiçbir insan yoktur. Her geçen gün yıpranan bedene, ağaran saça dur demek mümkün değildir. İstesek de istemesek de doğumla geldiğimiz dünyadan ölümle çıkıp gideceğiz. Öyle ise şu soruyu kendimize sormalıyız. “Bu dünyada niçin varız?” Bu sorunun cevabını yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle bildiriyor: “O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.”
İmanın altı esasından biri de ahirete inanmaktır. Ahiret yurdu, bu dünyada yaptıklarımızın karşılığını bulacağımız, halimize göre mükafat ya da azap göreceğimiz yerdir. Öyle ki; artık dünyaya geri dönüş yok, herkes bu dünyadaki amelinin karşılığını eksiksiz görecektir. Kimseye haksızlık da yapılmayacaktır. Yüce Allah bu hakikati şöyle dile getirmiştir: “Her kim zerre
ağırlığınca bir hayır işlerse onun mükafatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca kötülük işlerse onun cezasını görecektir.”
Hesap gününde hiçbir şeye itiraz etme hakkımız olmayacaktır. Zira karşımıza çıkan kendi işlediklerimizden başkası değildir.
Yüce rabbimiz bu konuda şöyle buyuruyor: “Her insanın amelini boynuna yükledik. Kıyamet günü kendisine açılmış olarak karşılaşacağı bir kitap çıkaracağız. Oku kitabını, bu gün hesap sorucu olarak sana nefsin yeter” denilecektir.
O günün manzarasını yine Cenab-ı Hakk’ın kelamından dinleyelim: “Kişinin kardeşinden, anasından, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacağı gün kulakları sağır edercesine şiddetli ses geldiği vakit, işte o gün herkesin kendini meşgul edecek bir işi vardır. O gün bir takım yüzler vardır ki, toz toprak içindedirler. Onları bir siyahlık bürür. İşte onlar kafirlerdir, günaha dalanlardır.”
Dünya pazarında hiçbir şey karşılıksız verilmezken, ebedi alemde vaad edilen nimetler çalışmadan, hazırlanmadan kazanılır mı? Madem ki ölüm var, ahiret var, hesap var, mizan var, sırat var, cennet var, cehennem var, öyle ise hazır olalım. Hesaba çekilmeden önce kendimizi hesaba çekelim.
Kendimizi hesaba çekmemizi hatırlatan bir hadisi şerifle yazımızı bitirelim. Sevgili peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyuruyor:
“Ahirette insan şu beş şeyden sorguya çekilmedikçe Allah’ın huzurundan ayrılamaz; ömrünü nerede tükettiğinden, gençliğini ne şekilde yıprattığından, malını (servetini) nereden kazanıp nerelere harcadığından ve bildikleriyle amel edip etmediğinden” sorulacak. Hiç kimseye zerre kadar haksızlık yapılmayacak. Herkes hak ettiğini bulacaktır. Kafirler ebedi cehennemde kalırken, iman ehli ebedi cennet nimetlerine kavuşacaktır.”