Cumhuriyet’in temel felsefesi, muasır medeniyet seviyesine ulaşmaktır. Ancak, İsmet İnönü Cumhurbaşkanı olmasıyla bu düşünce berhava oldu. Yerini, Greko-Romen kültürüne dayalı bir sistem aldı.
Yeni yönetimle birlikte Atatürk’ün yakın çevresi yönetimden el çektirildi. Muasırlaşmanın saç ayağı mesabesindeki Türkçülük, Muasırlaşma (Çağdaşlaşma) ve İslamlaşma modelinin üç önemli ayağından biri olan Muasırlaşma fikrinden vazgeçilerek kayıtsız şartsız “ Batılılaşma” politikası ikame edildi (Prof. Dr. Feyzullah Eroğlu, Türk Yönetim Tarihi ve Düşüncesi, Beta Yayınları, İstanbul, 2018, shf.:361). Şair ve düşünce adamı Atilla İlhan’ın “Muasırlaşmayı, Batılılaşmaya dönüştüren sonrakilerdir. Hiç olmazsa Müdafaa-i Hukuk doktrinini ulusalcı işleminden soyanlar, (…) Batılılaşmayı Ankara’ya götürüp Cumhuriyetin resmi tutumu yapanlar onlardır. Atatürk’ün ideolojisini şaşılacak biçimde yozlaştırmışlardır (Nakleden: Eroğlu, a.g.e. shf.:361).
Batılılaşma çılgınlığında dur durak yok.
Yeni dönem, Batılılaşmayı savunup icra ederken nasıl teslimiyetçi ve geri kalmışlık duygusu saikiyle hareket ettiği, Misuri” zırhlısı vakıasında daha net görülecektir.
1946 yılının 5 Nisan’ında İstanbul’a “Misuri” zırhlısı gelir. İçinde Amerika’da ölen dönemin Türkiye Büyükelçisi Münir Ertegün’nün cenazesi vardır.
Bu zırhlının önemi şurada: İkinci Dünya Savaşı’nda ABD’li komutanın Japonya’yı teslim alma anlaşmasını imzaladığı zırhlıdır. Yani Sembolik anlamı bir hayli fazladır.
Misuri zırhlısı Çanakkale’de resmi olarak karşılanır. İstanbul’da “Welcome” afişiyle selamlaması yapılır. Ziyaretin hatırası için PTT, 3 pulluk bir seri yayınlar. Tekel İdaresi 50 sigaralık özel sigara üretir. Bu zırhlının gelmesiyle birlikte Karaköy-Beşiktaş sahili arasındaki boyasız evler boyanır. Gece kulüplerinde ve barlarda eğlenecek olan ABD’li askerler için kapılara “Welcome” levhaları asılır. Barlar ve eğlence mekânlarına “İngilizce konuşulur” ikaz levhaları konulur. İstanbul genelevleri beyaza boyanarak burada çalıştırılmak mecburiyetinde bırakılan kadınlar askerlere meze yapılırken hastalık bulaştırmasınlar diye özel muayeden geçirilirler. Amerikan Misuri zırhlısını “kutsallaştırmak “için de Dolmabahçe Sarayı’nın yanındaki Bezm-i Âlem Valide Sultan Camii’nin mineralleri arasına “Welcome” mahyası asılır (Eroğlu, a.g.e., shf.:361-362).
Yani, 1938 sonrası Yeni Dönem Devlet ricalinin muasırlaşmadan anladığı bu idi. Artık bundan sonraki aşamada milletin efendisi olan köylüler çarıklarıyla ve kasketleriyle Ankara’ya bile giremiyorlardı. Başkent’te öyle geri kalmış, çarıklı, otuz yerinden yamalı köylü Mehmet Efendi’ye yer yoktu.
Muasırlaşmadan Batılılaşmaya dönüşen/dönüştürülen zihniyet, Darwin’in nazariyesini bizatihi milletin ensesinde tatbik ediyordu. Güçsüz, zayıf köylü Mehmet Efendi; mehmet efendi olarak köyünce kalacak, güçlü Zadegan Beyzadeler Ankara’da Batılılaşma’nın zaferini balolarda, değiş tokuşlu danslı mekanlarda; değerler yoksunu yerlerde kutlayacaktı.
Pekiyi, günümüzde Batılılaşma sona erdi mi?
Hayır.
Sadece suret değiştirdi.
Artık, Türk insanı fark ettirilmeden Batılılaşıyor.
Batılılaştığının farkında bile değil…
Şimdiki anlayış şu: AB kıstasları ölçüsünde Batılılaşma…
Bizim muasır medeniyet tasavvurumuzdaki diyalektik fikriyatımızın temelinde yatan husus; geçmiş ve gelecek dengesini kurarak mazi-hal-istikbal sentezini; özden taviz vermeden inşa etmektir. Gelecek inşası olarak ifadeye çalışılan muasır medeniyet, esas itibariyle yeni şartta değerlerle birlikte ayakta kalabilmektir.
Değerlerimizden tecrit edilerek Batılılaşma cereyanını hayatımızın merkezine almak, gelecek ufkumuza ket vuracaktır. Muasırlaşmanın temeli, milli ve yerli olmaktan geçer. Ne islamcılık, ne batıcılık ve ne de avrasyacılık, bizim değerlimizdir. Sadece, işbirliği olabilir; olmalıdır da. Kendi sistemimiz varken ve bunu asrımıza intibak ettirmek dururken; batıcılık vs gibi “ithal” ideolojileri yelkenlerimize almanın bize faydası olmayacaktır.
Olmadığı da vakıadır.