Geçtiğimiz haftalarda izlediğim bir haberde köpekten kaçan bir çocuğun araba altında kalarak hayatını kaybettiğini anlatılıyordu.
Geçtiğimiz hafta başında okullarımız 2'nci eğitim ve öğretim dönemi için açıldı. Yine Kuyucak’ta sabah erken hava daha tam aydınlanmadan zira güneş sabah 08.13’te aydınlanıyor. Alaca karanlıkta küçücük yavrularımızı ve onları okula bırakmak için yollara düşen anneleri okul yollarında sokak köpekleri sürülerinden kaçarken görmeye başladık. Bazısı yollarını değiştiriyor köpeklerin saldırısından korunmak, bazıları ise korkularından dolayı. Arada bazıları insanlara saldırıyor köpeklerin ama saldırmasalar bile 7-8 köpeğin bir araya gelmesi ve kendi aralarında hırlaşmaları bile çocuklar ve kadınlar için yeterince ürkütücü oluyor zaten.
Çocukların doğasında köpekleri gördüğü zaman kaçmak var. Köpeklerin doğasında da kaçan birini gördüğü zaman kovalamak var. Hal böyle olunca çocuklarımızı köpeklerden korkmamaları konusunda eğitmek gerekiyor. Tabii bunu söylemek kolay, ama uygulamak zordur. Ve bu eğitim anne babalar için belki de en zor eğitimdir. Ayrıca bu eğitim aynı zamanda çok tehlikeli de olabilir. Zira arada nadir de olsa saldırgan köpekler karşımıza çıkabiliyor sokak aralarında. Allah korusun saldırgan bir köpeğin karşısında küçücük yavrucaklar ne yapabilir ki?.
Ayrıca bu problemin sadece Kuyucak’ın problemi olmadığını, Nazilli dahil çevre ilçelerde ve hatta tüm yurtta benzer sorunların yaşandığı her kesin malumu.
Şahsen bende hayvanları çok severim, ancak şimdi çocuk değilim, hastalık bulaşmaması için özellikle köpekleri uzaktan severim. Hafta içi her sabah çocuklarımızın ve kadınların korkulu rüyası olan köpeklerin itlaf edilmesi değil istediğimiz. Elbet onlar da can taşıyorlar. Ancak devlet-belediye-vatandaş işbirliği ile bu hayvanlara barınaklar yapılabilir. Sonra halkımızın çöpe attığı ekmek vs. yiyecekler kurulacak bir sistem içinde bu hayvanların beslenmesi için kullanılabilir. Hayvanları Koruma Dernekleri bu işin organizasyonunu yapabilirler diye düşünüyorum. Çocuklar hepimizin geleceği. Onların selameti için, Allah korusun herhangi bir çocuğumuzun burnunun kanamaması için çok geç olmadan bu konuda tedbir alınmasının zaruri olduğunu düşünüyorum.
**
Beklenen Aydın-Denizli depremi İçin tedbir alan var mı?
Bilindiği gibi içinde yaşadığımız bölge yüz yıllardan bu güne 1'inci derece deprem kuşağıdır. Batı Anadolu’da özellikle Aydın’da 9 şiddetinde ilk deprem M.Ö. 26 yılında, son deprem ise 20 Eylül 1899 yılında meydana gelmiştir.
Milattan bu yana Batı Anadolu’da yaşanan 9 ve üstü şiddetteki depremleri şu şekilde sıralayabiliriz.
MÖ.17'de 9 şiddetinde Aydın-Manisa, M.S.60'da 9 şiddetinde Denizli-Honaz, M.S.253'de 9 şiddetinde Bergama, 1653 yılında 9 şiddetinde Aydın, 1688 10 şiddetinde İzmir, 1739 9 şiddetinde İzmir, 1851 9 şiddetinde Fethiye-Muğla, 1862 9 şiddetinde Turgutlu-Manisa, 1865 9 şiddetinde Çanakkale-Gelibolu, 1873 9 şiddetinde Aydın-İzmir, 1880 9 şiddetinde Menemen-Emiralem-İzmir, 1889 10 şiddetinde Midilli-Sakız-İzmir, 1895 9 şiddetinde Aydın, 1899 9 şiddetinde Nazilli-Aydın-Denizli.
Görüldüğü gibi arkadaşlar Batı Anadolu’da yaşanan depremler elbette ki yukarıda saydıklarımla sınırlı değildir. Arada 7-8 ve daha küçük ölçekte muhtelif tarihlerde bir sürü deprem olmuştur. Netice de ülkemiz deprem kuşağında, içinde yaşadığımız bölgede deprem konusunda en tehlikeli bölgelerden birini oluşturmaktadır. Şahsen ben önümüzdeki süreçte oluşabilecek her hangi bir depremde yaralanırsam yada ruhumu teslim edersem bizleri depreme hazırlama konusunda yeterli tedbiri almayan sorumlulara hakkımı helal etmiyorum. Birinci derece deprem kuşağında yaşıyoruz ama bizi yaşatmakla görevli olan devlet görevlileri hiçbir tedbir almıyorsa nasıl helal edeyim hakkımı. Boşuna demiyorlar “Avrupalılar tesadüfen ölüyor, biz tesadüfen yaşıyoruz.” Yolda yürürken her an başımıza saksı düşüp ruhumuzu teslim etme ihtimalimiz var nedense.
Manisa ve Elazığ-Malatya depremlerinin peşinden bilim insanlarımız Kahramanmaraş ve İstanbul’da deprem tehlikesine dikkat çekerken, maalesef Batı Anadolu Depremleri ve buradaki fay hatları kimsenin aklına gelmiyor. Demem o ki Arkadaşlar. Yapılacak iş bellidir, “İnsanı Yaşat ki devlet yaşasın” söylemi doğrultusunda devlet vatandaşlarının oturduğu evleri, apartmanları, ayrıca devlet kurumlarını,okul binalarını da kontrolden geçirir, vatandaşa ek yük getirmeden topladığı vergilerle yada deprem vergileriyle aciliyet durumuna göre tüm yapıları depreme dayanıklı hale getirir. Olması gereken budur. Bu arada kentsel dönüşüm konusunda vatandaşlarımız yeterince bilgilendirilir. Kentsel dönüşüm konusunda halkın yararına yeni uygulamalar yapılabilir. Depreme dayanıklı binalar konusunda Japonya’dan destek alınabilir. Bizim müteahhitlerimiz depreme dayanıklı bina yapma konusunda isteksiz davranırlarsa gerektiğinde Japon Müteahhitler getirilip inşaatlar onlara yaptırılır.
Bunları yazıyorum, zira 1999 depreminde deniz kumundan inşaat yaptığı için 7,5 sene hapis cezası alan müteahhit V.G. ruhsatını aldı şimdi yeniden iş başında inşaatlara başladı. Düşünün bu arkadaşın yaptığı binalarda 1999 depreminde bir sürü insan hayatını kaybetti, ve bu arkadaş sadece 7,5 yıl ceza aldı. İnşaat malzemesinden yaptığınız hırsızlıkla bir sürü insanın ölümüne sebep oluyorsunuz, 7,5 sene yatıp kurtuluyorsunuz. Ülkemiz adeta suç cenneti gibi. Sayın yöneticilerimizden ve kanun koyuculardan istirhamımdır lütfen cezaları biraz daha artırıp caydırıcı hale getirin. Cennet vatanımız ucuz ölümler ülkesi olmasın.
Arkadaşlar hepinizin bildiği gibi ülkemizin en büyük sorunlarından biri yeterli denetimin olmayışı, ikincisi ise işlenen suçlara uygulanan cezaların yeterince caydırıcı olmayışıdır. Bu iki konudaki sıkıntı giderilirse daha disiplinli bir şekilde ülkemizi geliştirebileceğimizi düşünüyorum.
Selam ve Saygılarımla.