Konuşsam faydası yok, sussam gönül razı değil. Biliyorum burada yazdıklarımızla dış politikada yapılan hatalar düzelmeyecek ancak ben yine de hatalı politikaları okurlarımın huzuruna getirmeye devam edeceğim. Bu arada son haftalarda arkadaşlar Suriye konusu gündemden düşmüş görünüyor.
Arkadaşlar bilindiği gibi 80'li yılların sonu, 90'lı yılların başı biz dünyalılar yaptığımız nükleer denemeler, egzoz gazları ve koltukaltı spreyler başta olmak üzere bir sürü gereksiz çevre kirlilikleriyle atmosferin 7 tabakasından biri olan Ozon tabakasını delmiştik. Güneşin dünyaya ulaşan zararlı ışınlarını önleyen bu tabakanın delinmesi içinde yaşadığımız dünyanın daha çabuk ısınmasına neden oluyor. Her ne kadar Ozon tabakasındaki deliğin kapanmakta olduğu söylense de halen Kuzey Kutbunda her yıl 2 Kıbrıs Adası büyüklüğünde buzul eriyerek denizlere karışmaya devam ediyor.
Atmosferin Ozon tabakasındaki bu delik nedeniyle bilim insanları önümüzdeki 50 yıl içinde dünyada insanlar için yaşanabilecek alanların azalacağını, dünyanın bazı bölgelerinin çölleşeceğini, bazı bölgelerini ise su basacağını söylüyorlar. Mesela bizim yaşadığımız bölgenin çölleşeceği söyleniyor.
Bu arada dünyadaki bütün kutsal inanışlar insanlığın dünyaya Mezopotamya'dan, yani Dicle-Fırat Havzasından yayıldığına inanırlar. Kendilerini dünyanın efendisi ve üstün ırk olarak gören İsrailoğulları ise insanlığın dünyada yine aynı bölgede, Mezopotamya'da son bulacağına inandıkları için kendilerine yeni yerleşim yeri olarak Dicle-Fırat Havzasını seçtiler. Bu nedenle 90'lı yılların başından bu yana İsrail’li hamile kadınlar Türkiye’ye gelerek doğumlarını Urfa, Diyarbakır, Adana bölge hastanelerinde gerçekleştirip, sonra İsrail’e geri dönerler. Haliyle ülkemizde doğan bebekler çifte pasaportlu olup, her iki ülkenin vatandaşı konumundadırlar. Nitekim son yıllarda İsrailoğulları’nın doğu ve güneydoğu bölgemizde almış oldukları toprak sanırım İsrail yüz ölçümünden fazladır.
Uzun yıllardır Amerika Birleşik Devletlerini yöneten Tarikatçı Hristiyan Yahudi dostu Evanjelistler ise önümüzdeki süreçte Yahudiler ile Müslümanlar arasında yapılacak bir savaşta (Ki bu savaşa Armagedon Savaşı yada Büyük Savaş diyorlar) Yahudilerin galip gelmesi durumunda Hz.İsa’nın tekrar yeryüzüne ineceğine,ve sonunda ilahi adaletin tecelli edeceğine ve cennete gideceklerine inanırlar, bu nedenle kendilerini Yahudilere yardımcı olmak zorunda hissederler, daha doğrusu Yahudilere yardımcı olmayı dini bir emir olarak telakki ederler. Yaklaşık son 20 yılda Müslümanlara karşı ortaya çıkan Haçlı-Siyon İttifakının arkasında bu inanışlar yatmaktadır. Bu arada Yahudilerle savaşacak Müslüman Ülkenin Türkiye olduğuna inanılır.
80'li yılların sonunda Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla batı kendisine yeni düşman olarak Müslümanları daha doğrusu İslam Dünyasını seçmişti. ABD’deki 11 Eylül saldırıları ile başlayan Haçlı Savaşları halen devam ediyor, ancak İslam Dünyası henüz bunun farkında değil. Oysa Baba Bush 1991’de Irak’a saldırırken söylemişti; "Haçlı Savaşları başlattım" demişti.
Doğu Akdeniz’de sürdürdüğümüz petrol konusundaki hak mücadelesine gelince orada söz konusu olan petrol sadece 3,5 trilyon metreküp doğalgazın olmadığı konusunda bir takım bilgiler dolaşıyor ortada. Ancak Doğu Akdeniz’deki sadece doğalgaz rezervinin bile 1 trilyon dolar olduğu belirtilirken, buradaki asıl zenginliğin doğalgazdan 30 kat değerli Gaz Hidrat Yatakları olduğu belirtiliyor. Denizdeki gaz hidratın karadaki kaya gazının aynısı olduğu belirtilirken, denizden gaz hidrat çıkartma teknolojisinin sadece Japonya, ABD ve Rusya’da bulunduğunun bilinmesinde fayda var.
Son günlerin siyasi tartışması “Kanal İstanbul” projesine gelince, Trakya’nın ekolojik dengesini değiştirebilecek böyle bir proje gerçekleştiğinde bizden fazla ABD’ye katkısı olabileceği yönünde kafamda soru işaretleri var. Bilindiği gibi ABD Montrö Anlaşmasından pek memnun değil, zira boğazlardan Karadeniz’e istediği gibi savaş gemilerini geçiremiyor. Geçirdiği gemiler ise 15 günden fazla kalamıyor Karadeniz’de. Oysa Kanal İstanbul yapılırsa oradan istediği gibi savaş gemilerini geçirip Karadeniz’i aklınca NATO Gölü haline getirebilir. NATO’nun Türkiye’ye kadar dost olduğunu Barış Pınarı Harekatı’na başladığımızda görmüştük. Bu arada hemen hemen tüm NATO Ülkelerinin ABD,Rusya ve İsrail ile birlikte her santimi Şehit kanları ile sulanmış Kutsal Vatan topraklarımızı bölmeye çalışan PKK’ya 40 yıldır yardım ettiklerini de unutmamak gerekiyor. Bence Türkiye Avrupa Birliği hedefinin yanı sıra Türk Birliği hedefine doğru yürümelidir diye düşünüyorum. Zira bu gün İslam Dünyası’nda sürmekte olan kan ve gözyaşı ancak Türklerin dünya hakimiyetinde durdurulabilir.
Bu arada Trakya’daki topraklarımızın altında petrol ve doğalgaz yataklarının olduğu, yap işlet devret modeliyle Kanal İstanbul Projesini gerçekleştirecek firmanın Trakya’nın hakimi olabileceği, Trakya’nın Asya ile bağlantısının kesilebileceği gibi bir takım soru işaretleri var. Netice itibariyle ülkemizde çalışan ve emekliler yani milyonlarca insan açlık sınırında yaşamaya çalışırken 50 milyar dolar gibi bir paranın bu projeye yatırılması çokta mantıklı gelmiyor açıkçası.
Geçtiğimiz günlerde ABD Temsilciler Meclisinde kabul edilen dünyanın en büyük yalanı Ermeni Tasarısına gelince. Kimse ABD’ye katletmiş olduğu 70 milyon Kızılderili’nin hesabını sormuyor. Bu arada bizde karşılık olarak sadece İncirlik Üssü’nü değil, ülkemizde kurulu bulunan diğer 39 ABD Üssü ile Malatya’da ki Kürecik Üssü’nü de bir an önce kapatmamız gerekiyor. Gerçi bu üsleri kapatmak için çok geç kaldık aslında. Bizim tereddüt ettiğimiz dönemde ABD Kuzey Irak ve Suriye’de bir sürü üs kurdu zaten.
Bu arada arkadaşlar, 25 yıl işletsin diye biricik tank palet fabrikamızı verdiğimiz Katar Emiri'nin annesinin Kanal İstanbul güzergahında 44 dönüm arazi aldığı iddialarını bir tarafta tutarsak, Ortadoğu’da en çok ABD Üssü’nün Katar’da bulunduğunu, Katar’ın 50.000 ABD askerinin işgali altında olduğunu,haliyle Katar’a verdiğimiz Tank Palet Fabrikasının bir anlamda ABD kontrolünde sayılabileceğini, şayet 2003 yılındaki 1 Mart Irak Tezkeresi kabul edilse idi, tezkerede söz konusu Samsun ve Trabzon Limanlarını ABD’nin kullanımına verecek olduğumuzu, netice itibariyle Emperyalist ABD’nin ülkemizi her yönden kuşatma altına almak için her fırsatı değerlendirdiği gerçeğini göz ardı etmemek gerekiyor.
Selam ve Saygılarımla...