Siz gerçek bir yılbaşı gecesi hikayesi anlatacağım. Bu hikayeden düşünerek dersler çıkarmanızı temenni ediyorum.
Evde her zamankinden farklı bir heyecan vardı. Bu heyecanın sebebini biliyor fakat bu heyecanın içinde yer almak istemiyordu. Ne kadar kaçsa da bu anlam veremediği heyecan her yerde karşısına çıkıyordu. Sokaklarda, caddelerde her yerde bu anlam veremediği heyecanın izlerini görüyordu.
Bayram değil seyran değil neyi kutluyorlar diye düşünmeden edemiyordu. Bayram için bu kutlamayı yapanlar vardı ama onlar da bizden değildi. Bizim bayramımız Ramazan ve Kurban, bu kutlamalar da neyin nesi diye uzun uzun düşündü.
Ne yapsam da bu tantanadan uzak dursam diye düşünmeye başladı. Dışarı çıksa orası evin içinden daha fenaydı. Daha çok insan daha çok gürültü demekti. “En iyisi evde kalmak” diye söylendi.
Bir köşeye çekilip evdeki telaşı, heyecanı izlemeye başladı. Her zamankinden daha özel ve daha güzel bir sofra hazırlanıyordu. Böylesine güzel sofraları bir Ramazan ayında iftarlarda, bir de yılbaşı gecelerinde görebiliyordu. İftarları anlayabiliyordu ama yılbaşı sofrası anlamsız geliyordu. Böyle kendi kendine düşünürken “yuh ya bari hindi yapmasaydınız” diye atılıverdi.
Koyun kesenlere 'vahşi' denilirken, hindi kesenlere 'elit' deniliyor. Kurban edilen hayvanlar için 'katliam' diyenler bu hindilere niye aynı gözle bakmıyorlar, bunlar da canlı değil mi?" diye kendi kendine söylenirken ışıl ışıl yanan çam ağacını görüp "al işte bu da başka bir katliam" diye söylendi.
“Neyse ben şöyle cam kenarına çekilip biraz dışarıyı izleyeyim de azcık kafam dağılsın” diye düşünüp cam kenarındaki koltuğa oturdu. Camdan dışarıya baktığında cama asılı “Hoşgeldin Yeni Yıl” yazısını gördü. Ramazan ayında bu cama “Hoşgeldin Ya Şehr-i Ramazan” yazmazsam adam değilim” diye söylendi.
Evin içinde kendini atacak yer arıyordu. En iyisi çocukların odasına gideyim, o masumlarla oynayayım diyerek çocukların odasına gitti. “Oleeeey abim geldi, abi abi bize yılbaşı için ne hediye aldın” diye üzerine atlayan kırmızı kıyafetli, beyaz sakallı bir çocukla karşılaştı. "Al işte çocuklara da bulaştırmışlar yılbaşı saçmalığını" diyerek sinirlendi. Zaten nereye gitse bu noel baba denilen uydurma kahramanı görüyordu. Bari evde görmeseydi.
Kendisine noel babasız, noelsiz bir bölge bulmalıydı. Çünkü Noel Baba denilen sahte kahramana sinir oluyordu. "Uçan geyikler, bacadan eve girmeler, karşılıksız bütün çocuklara hediye vermeler. Hep yalan dolan. Çam katliamında da payı var üstelik. Böyle kahraman mı olur? Hem yalancı, hem de doğa düşmanı." diye uzun uzun söylendi.
Küçükken kendisi de kardeşleri gibiydi ama neyse ki rahmetli dedesiyle yaptığı sohbetlerle yılbaşının aslında nasıl yorumlanması gerektiğini öğrenmişti. Yılbaşı onun için sayılı ömründen giden bir yıldan başka bir şey değildi. Sene başında takvimdeki yapraklar yüzlerceydi, oysa şimdi takvimde tek bir yaprak kalmıştı. Benim ömür yaprağım da kaç yaprak kaldı acaba diye düşünmeden edemedi.
Geçen yıl başında saçında gördüğü beyaz saçlara her geçen gün yenileri eklenmişti. Bu yeni yılda da değişen bir şey olmayacak, saçlarına aklar düşmeye devam edecekti. Daha 30'lu yaşlardaydı ama saçına aklar düşmeye başlamıştı. Ama o bu ak saçlardan şikayetçi değildi. Çünkü bu ak saçlar kendisine bir ahiret yolcusu olduğunu unutturmuyor, nefsiyle ak saçları sayesinde savaşıyordu.
Bari interneti açayım da orada gezineyim dedi. Sanal hayattaki kutlamalar daha fenaydı. Bu kutlamalara karşı çıkanlar da yok değildi. "7 hristiyan bir danaya ortak olmadıkça çam ağacı süslemem." şeklinde bir söz gözüne illişti. Ne saçma bir söz, "7 hristiyan bir danaya ortak olsa bile çam ağacı süslemem" deyip interneti kapattı.
Kardeşleriyle oynamaya koyuldu. Ne de olsa onlar çocuktu. Onlar için bunların hepsi bir oyundu. "Dünya hayatı da bir oyundu. Öyleyse bunların hepsi bir oyundu..." gibi felsefik düşüncelere daldı. "Neyse ben kardeşlerime doğru olanı anlatırım, bugünlük keyiflerini bozmayayım" diye düşündü.
Gece boyu sohbetler, oyunlar, çerezler, meyveler, şarkılar, türküler eksik olmadı. Her gün erkenden uyuyan ahali uyku nedir bilmez bir vaziyetteydi. Herkes cin gibiydi, kimsenin uyumaya niyeti yoktu. Oysa Ramazan gecelerinde iki satır Kur’an okusalar hemen uykuları gelirdi. “Hepsi şeytandan! Şeytan kimi ne zaman uyutacağını çok iyi bilir” diye söylendi.
O sırada gözü televizyona ilişti. Röportajda herkese yeni yıldan beklentileri soruluyordu. “Yeni yıldan ne beklicem, ben ne beklersem Allah’tan beklerim” diye somurttu. Neyse dur bakim ne cevap vermişler diye de merak etti. Herkes para, mal, mülk , araba, çoluk,çocuk diliyordu. "E iyi güzel dilekler de bunların hepsi dünyevi istekler, biri de çıksın ahreti için bir şey istesin" diye söylendi.
Böyle kendi kendine söylenirken 10-9-8-7 şeklinde geriye doğru saymaların başladığını fark etti. Ömrümüz sıfırdan başlamasaydı da kaç yaşında öleceksek o yaşta başlasaydı, işte biz de ömrümüzü böyle geriye doğru sayardık”. O zaman ömrümüzden giden bir yıla böylesine sevinebilir miydik diye söylendi.
O sırada geri sayma işlemi devam ediyordu. “4-3-2-1-sıfıırrr oleeeey” şeklinde sevinmeler, birbirini tebrik etmeler, hoplayıp zıplamalar….
Hepsi anlamsız geliyordu. Bir saniye öncesi ve bir saniye sonrası değişen neydi de böylesine mutlu olmuşlardı. Yeni yıl gerçekten yeni umutlar mıydı? Bunca sevincin, heyecanın, hazırlığın sebebi sadece umutlar mıydı?
Umut etmek için yeni bir yıl mı beklenmeliydi?
Umut etmek Allah’a güvenmek değil miydi?