Artık, umudum tükendi..! Yeise düşüyorum… Mücadelemin neticesini almaktan ümitvar değilim… Bir milletin hafızası dildir; dedik. Derdimizi kimseye anlatamadık. Devletimizi fiilen işgal edemeyenler… Lisanımızı resmen teslim aldılar.   Bu işgal harekâtını fark ettirmeden yaptılar. Sıkıntı şu ki, milletimizin her ferdi gibi resmi vazife makamındakiler de yabancılaşmayı vaka-i adiyeden kabul etmiş vaziyetteler. Dikkatlerini bile çekmiyor.   2015 yılında yüksek lisans tez savunmamı verirken heyette yer alanlardan bir hocamıza- daha sonra rektör oldu- savunma sonunda kendilerine şu suali yöneltmiştim: “Hocam, Fakülte’nin kapısında yazan cafe ve cafetaria isimlerini değiştirmeyi rektör olduğunuzda düşünüyor musunuz” dediğimde, hoca şaşırmış ve şöyle demişti: “Öyle bir yazı mı varmış? Hiç dikkatimi çekmemişti.”   Çocuklarımıza güzel hizmet sunmak amacıyla faaliyette bulunan Aydın İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Çocuk ve Gençlik Kütüphanesi’nin yanındaki binada da aynı durum mevcut: “Kültür Cafe”. Kimse kızmasın, gücenmesin; ama bu hal, değerlerimize nasıl baktığımızı, yeni nesle hizmet etmek için nasıl da gayri şuuri hareket ettiğimizi göstermesi açısından calibi dikkattir. Biliyorum ki ilgili idare müdürünün de dikkatini çekmemiştir. -Artık Aydın Büyükşehir Belediyesi’nin Menderes Cafe ve Restaurant’ını geçtim.- Bu kelimelerin böyle kullanılması o kadar mühim mi diye sorulabilir. Elbette, çok önemli. Unutturulan Türkçemizle ifade edelim: Büyük ehemmiyete haizdir.  Bir milleti köleleştirmek, sömürgeci kapitalist zihniyete ram etmek istiyorsanız; dilini yozlaştırıp kaybettirin, kâfi.   Yozlaşma zihinlere kazınan yabancılaşmadan başlar. Körpecik taze beyinlere -bilerek veya bilmeyerek- kültürel dumuru şırınga ederseniz bunun ceremesini gelecek nesiller, vebalini de mes’uliyet sahipleri çekecektir. Buna dikkat edilmemesi bir milletin hafızasını yok eder. Hafızasını kaybetmiş fertlerden müteşekkil bir millet ise yönetilmeye, ezilmeye, tahakküm altına alınmaya mahkûmdur.   Cafe ile kültürlü olmayı nasıl becerdik?   Cafeleşmiş zihnimizi iğdiş eden mazideki kültür tekamülüne! temas etmekte fayda umuyorum.   Fransızca bir kelime olan kültür, lisanımızda irfan yerine kullanılsa da tam olarak karşıladığı söylenemez. Zira irfan; bilmek ve anlamak mânâlarında olmakla birlikte, eğitim ve öğretimle elde edilemeyen gerçeği, sezerek idrak etme gücü; bilme anlayışına karşılık gelmektedir. Dini gerçek ve sırları biliş demektir. Kültürün esas anlamı, bakmak, ihtimam göstermek, çiftçilik yapmak, ekin yetiştirmek olmasına rağmen, bizdeki karşılığı tamamen harsın yerini almıştır. Kimse hars kelimesinden (erbabı müstesna) bir şey anlamaz; fakat kültür kelimesinden kast edilen anlam, hemen açığa çıkmaktadır.   Kültür bir milleti mukadderatını tayin eder. İrfandan mahrum bırakılmış; sığ ve kısır kültür siyaseti bir milletin mukadderatını nasıl tayin edecek? Bu mukadderat, ancak “sahih geleneğin” tamamlayıcısı olan kültür(hars) ile mümkündür. Mamafih hars; kopuk tarihin değil, topyekün bir mazinin bileşkesidir.   Maddî sahada ileri “uygarlığın” imkânlarından faydalanmayı sadece kültür ithali şekliyle anlarsak -ki şu ana kadar yapılan da budur- müstemleke bir ülkenin fertleri olarak hayatımızı idame ettirmek mecburiyetinde kalırız. Çanakkale Mahşeri gibi romanların yazarı değerli fikir adamı merhum Mehmed Niyazi bey ithal kültürün sıkıntılarını şöyle ifade etmiştir: “Batı, kültürünü kendi kaynaklarından oluşturduğu için, medeniyet unsurlarıyla çok iyi uyum sağlamaktadır. Biz de kültürümüzü kendi kaynaklarımızdan besleyebilseydik, dışarıdan alacağımız medeniyet unsurlarını daha iyi değerlendirir, yerli yerine oturtmakta güçlük çekmezdik” (Beyan Dergisi, Ağustos-95, sh.5).        Mukadderatı elinde tutanların zaferi, kültürümüzü kurtarmakla kabildir. Kültürümüz nerede? Bin yıllık tarihimizin meydana getirdiği kültür, vicdanımızda barınıyor; o şuurumuzda şuurumuzun altında ve bütün hücrelerimizde görülür. Onu dile getirmek, onu harekete geçirmek, onu hayata kavuşturmamız lazım geliyor.  Kültürü hayata katmak, milletle bütünleştirmek; anlayış ve algılayışın kendi değerlerimizde hemhal olmasıyla mümkündür.  O vakit, açılan kütüphanelerin -haydi müsamaha ile ifade edelim- kafe ile tamamlanması, çay ile sohbeti hemhal edecek irfanî derinliği olan iştigal sahasına dönüştürecektir. Millet Kütüphaneleri’nden kasıt da budur. Cafe’yi cafeleştirmeden hakiki manada kahve muhabbetlerinin zeminini hazırlamak kırk yıllık hatırı, kalıcı hale getirecektir.