8 Kasım 2019 Cuma akşamı idi. Nazilli Belediyesi Tiyatro Salonu’nda Nazilli Türk Ocağı’nın organize etmiş olduğu bir konferans vardı. Saat 19.30’da başlayan ve Türkiye'nin teknolojideki gelişmişliğini konu alan “Sanayi 4.0 ve Yakın Gelecek” isimli konferansı Gazi Üniversitesi Bilgisayar ve Öğretim Teknolojisi Eğitimi’nden Prof.Dr. Selçuk Özdemir verdi. Takriben bir buçuk saat süren konferansta Özdemir Hoca, ülkemizin teknolojide gerekli olan gelişmeyi sağlayamadığını, ancak Ar-Ge çalışmalarının devam etiğini, ümitsiz olmadıklarını. Türkiye’de yıllardır ilk kez bir eğitimcinin Milli Eğitim Bakanlığı yaptığını, bunun da ülkemiz açısından ümit verici olduğunu, Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’tan beklentilerin yüksek olduğunu, gelecekte insan iş gücünün teknolojik gelişmelerle yer değiştireceğini, günümüz mesleklerinin teknolojinin baskısı altında olduğunu anlattı. Konferans sonunda soru cevap bölümüne geçildiğinde Özdemir Hoca’ya önce bir tespitimi aktardım,peşinden bir soru sordum. Dedim ki; "Hocam dünya alem biliyor ki Türkiye olarak Köy Enstitülerini kapatmamış olsaydık,bu gün ABD’nin yerinde Türkiye olacaktı”. Özdemir Hoca; "Çok doğru, Köy Enstitülerini kapatmasaydık, ABD Başkanı Trump bugün Türkiye Pasaportu almak için koşturuyor olacaktı" dedi. Peşinden; "Hocam 1949 yılında ABD ile imzalanan Fullbright Eğitim anlaşması hala yürürlükte mi?” diye sordum. Özdemir Hoca; "Evet yürürlükte.” Diye cevapladı. "Peki o zaman biz bu eğitim sorunlarını nasıl çözeceğiz hocam?” dedim. “Hocam bir o değil ki, ama ümitsiz değiliz.” Dedi. Konuyu buraya getirmemin amacı 1.5 saat süren konferansında Özdemir Hoca, eğitim de sanki Köy Enstitüleri dönemine benzer gelişmeler olabileceği algısını yaratmıştı bende. Şunu da söylemişti Özdemir Hoca konferansında; “Klasik öğretmenlik dönemi bitti, öğretmenlerimiz de öğrencileriyle birlikte araştırmak zorunda”.
Neticede eğitimin kalkınmanın temeli olduğunun bilincinde olarak her şeyin çok ta kötü olmadığını, eğitim alanında da güzel gelişmeler olduğunu, daha doğrusu öğretmenlik alanında da kendisini aşmış, geleceğin öğretmenlerini tanımış olmaktan oldukça mutlu olduğumu belirtmeden geçemeyeceğim. Yer Kuyucak İlçesi Azizabat İlkokulu, 17 ilkokul, 10 adet de Anasınıfı öğrencisi olan küçük bir okul. Birkaç kez ziyaret etme fırsatını bulduğum Azizabat İlkokulu’na her gidişimde burada görev yapan öğretmenlerimizden birini merdivende matkapla duvara delik açarken, yada ellerinde çekiç duvara çivi çakarken gördüm. Oysa bu arkadaşlarımız marangoz, yada elektrikçi değil, ikisi de öğretmen. Toplam 27 öğrencisi olan bu okulun tamamında Montessori Eğitimi uygulanıyor. Ben eğitimci ya da öğretmen değilim ancak Montessori Eğitimi deyince anlayabildiğim “Yaparak ve yaşayarak öğrenme” olarak algıladım. Küçük bir okul olmasına rağmen bu okula ayakkabı ile giremezsiniz. Ayakkabılarınıza galoş geçireceksiniz, yada ayakkabılarınızı çıkarıp terlik giyeceksiniz.
İlke Erener ve Pervin Göksu Aslan adını taşıyan bu öğretmenler yaptıkları ile öylesine kendilerinden söz ettirdiler ki geçen hafta Kuyucak İlçe Milli Eğitim Müdürü Mehmet Karadağ, İlçe Milli Eğitim Şube Müdürü Ebubekir Bulut’u da alıp Azizabat ilkokulunu ziyaret ederek, Ana Sınıfı Öğretmeni Pervin Göksu Aslan ile İlke Erener’in adeta eğitimde devrim sayılabilecek Montesari uygulamasını gözleriyle gördü ve sınıflarında öğretmenlerinden dinledi yapılanları. Azizabat İlkokulu Ana Sınıfı’nın Aydın İlinin en başarılı sınıfı olduğunu söyleyen Karadağ, okulda Montessari Eğitimi uygulayan her iki öğretmeni ödüllendireceğini söyledi. Bu okulda uygulanan eğitimin bir bölümünü önceki haberimizde yazdığımız için burada daha fazla ayrıntıya girmenin gereksiz olduğunu düşünüyorum.
Şu kadarını söyleyeyim bu öğretmen arkadaşlarla tanışınca aklıma direkt olarak Prof.Dr. Selçuk Özdemir hocamızın Nazilli Türk Ocağı Konferansında söylemiş olduğu; "Klasik öğretmenlik dönemi bitti, artık öğretmenlerimiz de öğrenci ile birlikte kendisini geliştirmek zorunda.” sözü geldi. Sanırım Özdemir hocamızın sözünü ettiği Azizabat İlkokulu öğretmenleri olmalı dedim.
Bu arada arkadaşlar yaşı ilerlemiş olan arkadaşlar hatırlayacaklardır. Eskiden, eskiden derken henüz 40-50 yıl önce Kuyucak gibi küçük ilçelerde yada köylerde bu günkü gibi gösterişli yaşam şartları oluşmadığı için bir kişi demiyorum 3-4 kişilik bir aile, aile boyu bir kuruş geliri olmadan 6 ay-1 sene yaşamını devam ettirebilirdi. Toplumu ayakta tutan Türk Milleti’nin kendine has özellikleri vardı. İnsanlar bu günkü gibi aşırı bencil değildi. Biz demesini biliyorduk. Evet anarşi vardı, ülkenin her tarafı, her sokağı, her mahallesi paylaşılmıştı. Günde ortalama 20 gencimiz çatışmalarda yada suikast sonucu hayatını kaybediyordu. O şartlarda bile Türk Halkı 3 kişi bir simidi paylaşıp yemesini biliyordu.12 Eylül 1980 İhtilali sonrası Rahmetli Turgut Özal içine yarı kapanık ülkemizi dünyaya açarak, yüksek enflasyon, devalüasyon politikaları ve ekonomik krizlerle halkımızı bencilleştirdiler. Şimdi artık herkes; “Önce Ben, gerisi ne yaparsa yapsın.” Diyor. Ve bu durum üretimden uzaklaşan, günümüz ekonomik şartlarında uğruna her daim kellemizi vermekten çekinmeyeceğimiz Kutsal Türk Devleti’mizin de yeterince sosyal yapıya kavuşturulmamış olması nedeniyle insanlarımızın geleceğe olan umutlarının bitmesine sebep oluyor.
Hepinizin bildiği gibi arkadaşlar umudun bittiği yerde hayat biter. Özellikle son dönemde aile boyu intihar vakalarının arttığı bir gerçek. Biz millet olarak eski hasletlerimizi yeniden kazanmak zorundayız. Her şeyi devletten beklemenin çok doğru olduğunu söyleyemeyiz. Zaten devletimizi yönetenlerin de Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye nasihatinde söylediği; “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” sözünü unuttukları bir dönemi yaşıyoruz. İnsanlar aile boyu siyanürle intihar ediyor arkadaşlar. Sadece bu kadarla kalsa iyi yılda ortalama 3000 milyonerimiz yurt dışına kaçıyor. Düşünüyorum da Çanakkale Savaşında Şehit olan Dedelerimiz de bu günkü insanlarımız gibi “Önce para,sonra savaş” deselerdi halimiz ne olurdu,düşünemiyorum bile. Demem o ki arkadaşlar, komşuluk arkadaşlık ilişkilerimizi yeterince gözden geçiriyor muyuz? Mahallemizde, komşumuzun bu soğuk kış günlerinde sobası yanıyor mu? Mutfakta tenceresi kaynıyor mu? Lütfen biraz daha duyarlı olalım arkadaşlar. Kısmet olursa bir daha ki yazımızda toplumumuzu ayakta tutmaya çalışan yakınlarda tanıdığım birkaç mekanizmayı sizlere tanıtmaya çalışacağım.
Selam ve Saygılarımla...