Bir Hadis-i Şerif’te Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) “Cennet, anaların ayağı altındadır” buyurmuştur.
Anasının hayır duasını alan evlat ebedi âlemde de mutlu olacaktır. Annesinin hayır duasını alamayan evlat ise ne kadar bedbaht (zararda) tır. Hâlbuki şefkat deryası olan annenin rızasını kazanmak evlat için çok kolaydır.
Anlatırlar ki;
Eşinin hastalığı bir türlü iyileşmeyen bir evlada doktorları;
- “Eşine bir ana ciğeri yedirirsen bu hastalık geçer” demişler.
Adam kendi annesini en yakın bulduğu için, “Annesini kesmiş ve ciğerini çıkartarak eşine götürmeye kalkışmış. Ciğeri yolda eşine götürürken adamın ayağı sürçmüş ve yere yuvarlanmış.
Bu esnada ana ciğerinden bir ses yükselmiş;
- "Vay yavrum. Sana bir şey mi oldu?” diye.
Anne duasının bir evlat için ne kadar önemli olduğunu gösteren aşağıdaki kıssa, yaşadığımız asırda anne baba tanımayan, yeri gelince onları azarlayarak kıran ve hatta onları döven evlatları gördükçe; “Anne ve babasına asi olan bu çocuk da bir gün anne veya baba olmayacak mı? O da bir gün bu yaptıkları evlatlarından bulmayacak mı” diye düşünüyorum. Hâlbuki bu dünya o kadar kısa ki,  bu kısa dünyada insanların birbirlerine kötülük yapması yerine iyilik yapması daha akıl kârıdır. Bu hele ebeveyn yani anne ve baba olursa.
**
Hakîm Tirmizî hazretleri gençliğinde ilim öğrenmek için, bulunduğu yer olan Tirmiz’den ayrılıp başka bir yere gitmek için iki arkadaşı ile anlaştılar.
Bu kararı annesine bildirince, annesi çok üzüldü. Oğluna dedi ki:
- Yavrum! Ben zayıf, biçare, yakını ve senden başka yardımcısı olmayan bir kimseyim. Üstelik hastayım. Benim bütün hizmetlerimi sen yapıyorsun. Beni yalnız, çaresiz kime bırakıp gidiyorsun?
Annesinin bu sözü ona çok te’sir etti. Bir taraftan ilim öğrenme arzusu, diğer taraftan ana hakkı kendini zor durumda bıraktı. Sonunda ana hakkının önemini düşünerek, ilim tahsiline gitmekten vazgeçti. Durumu arkadaşlarına bildirerek, onlarla beraber gelemeyeceğini söyledi.
Arkadaşları şehirden ayrılıp ilim tahsiline gittiler. Onlardan ayrı düşüp ilim tahsilinden mahrum kalmasına çok üzülüyordu. Aradan epey zaman geçmesine rağmen, ilim öğrenme arzusunu içinden bir türlü atamadı. Yalnız kaldığı zamanlarda bir kenara çekilir, uzun uzun bu üzüntü sebebiyle ağlardı. Bu halini gören annesi:
- Allahü Teala inşallah seni bu arzuna kavuşturur, diye dua ederdi.
Bir gün mezarlıkta oturmuş ağlıyor, hem de kendi kendine:
“- Benim halim ne olacak, arkadaşlarım ilim tahsil etmeye gittiler, gerekli ilmi öğrenecekler. Ben ise, burada cahil kaldım. Benim halim ne olacak? diyordu. Bu halde iken aniden yanma nur yüzlü, tatlı sözlü bir ihtiyar çıkageldi.”
- Yavrum! Sen derdini anlatırsan sana yardımcı olabilirim, niçin böyle ağlıyorsun? dedi.
Hakîm Tirmizî hazretleri, başından geçenleri uzun uzun o zata anlattı. Sonunda:
- İşte ağlamamın sebebi budur, dedi. O zat:
- Kısa zamanda, o iki arkadaşının ilminden daha fazla bir ilme sahip olman için, her gün gelip, sana ders vermemi ister misin? dedi.
Hakîm Tirmizî hazretleri sevinç içinde:
- Tabiî isterim, cevabım verdi.
Bu hadiseden sonra, bu nur yüzlü zat her gün gelip kendisine ders verdi. Ders verme işi üç yıl devam etti.
Üç yıl sonra bu zatın Hazreti Hızır olduğunu anladı. Bunun üzerine buyurdu ki:
- Bu büyük ni’mete annemin rızasını almam ve onun duasına mazhar olmam bereketiyle kavuştum.
Bundan sonra da her Pazartesi gecesi Hazreti Hızır gelir, manevî hallerinin noksanlıklarını tamamlardı.