‘’ Dikkat edin yabancı çocuklara, otellerde beş-altı yaşındaki Avrupalı çocuk alır yemeğini, hapır hupur üstüne döke döke yer. Bizim on yaşındaki Türk çocuğun yemeğini babası alır, anası yedirir, teyzesi de ağzını siler. Çocuk otuz beş yaşına gelir, hala ana, baba, teyze çocuğun peşinde yemek yedireceğiz diye koştururlar. Bu nasıl bir korumacılık, kollamacılıktır. Kendi hayatını yaşamayan insanlar çocuklarının hayatını yaşar. Süpermen Türk olsaydı pelerinini kesin annesi bağlardı. Bir de uçarken arkasından bağırırdı: – Varınca çaldır oğlum. Bırak uçsun artık! Süpermen O.’’  (Ahmet Şerif İZGÖREN) * Gençlik yıllarımda Didim-Altınkum başta olmak üzere, birçok  bölgede turizm sektöründe çalıştım.  Şu an her ne kadar filolog (dil bilimcisi) olsam da, İngilizceyi İngilizlerden Altınkum sokaklarında öğrendim.  Turizm zor meslektir, şirin ve samimi olacaksın,  Çıkarcı olmadığını karşı tarafa ispatlayacaksın.  Misafirperverliğin bizim öz kültürümüz olduğunu karşındaki Avrupalı’ya samimiyetle anlatacaksın.  Misafirperver olacağım diye de, sahil kenarlarındaki jokerler gibi hünkar soytarısı olmayacaksın.  Dedim ya turizm zor meslektir…  Karşındaki İngiliz, karşındaki Alman…  Karşındaki Mercedes, BMW, Jaguar, Massey Ferguson…   *   1995- 1999 yıllarıydı,   O zamanlar Altınkum’a gelir durumu yüksek yabancı turistler gelirdi.  Çat kapı gelirler çalıştığımız restorana, bir şeyler yer içer, dost olurduk onlarla.  Birkaç gün sonra O veya Onların, İngiltere’de Jaguar araba fabrikasının mühendislerinden olduğunu öğrenirdik.   Daha sonra Altınkum’daki oteller, kendilerini yenileyemediklerinden, bölgeye kaliteli yabancı turistlere yönelik büyük yatırımlar yapılmadığından, maalesef tur şirketleri, özellikle İngiliz, İskoç ve Galler’li olup düşük gelirli turistleri ucuz fiyata Altınkum’ a getirmeye başladı.   *  Adalara koylara giden günlük tekne turları Didim tatilcilerinin vazgeçilmezidir.  Yerli ve yabancı turistlerin bir arada olduğu bu turlar çok eğlenceli geçer.  Tekneler iki katlıdır. Genelde yabancı turistler güneşi tercih ettiklerinden üst kata çıkar, Türk aileleri de alt katta kalırlar.  Bir gün yalnız çıktığım bir tekne turunda,  iki aileyi gözlemlemiştim.  Birinci aile İngiliz…  John, yukarıda bir şeyler içip eşiyle müzik dinlerken,  9 yaşındaki oğulları Matthew, denizin ortasında demir atan ve yaklaşık bir saat burada kalacak olan teknenin birinci katından balıklama denize dalıyor, çıkıyor tekrar dalıyor.   İkinci aile Türk…   Türk ailenin oğlu 11 yaşındaki Hasancan (muhtemelen baba dedesinin adı, ama adına annesinin isteği üzerine birazcık modernlik katılmış)  Anne, baba, anneanne ve teyzesiyle tekne turuna gelmiş Hasancan.  Hasancan,  daha önce derin yerde denize girmemiş.  Hasancan’a tekne personeli tarafından can yeleği takması önerilir.   İstemez Hasancan.  Korkar derin deryadan…  Anne ‘’Hadi oğlum girsene’’ der. Anneanne de ‘’Can simidini de tak öyle gir oğlum’’ der.  Baba yüzme bildiği halde tekne personelinin verdiği can yeleğinden bir tane de kendi  giyer.(biricik oğlu cesaretlensin diye)   O sırada Matthew, cesaretini daha da toparlamış,  teknenin ikinci katından balıklama atlamaya başlamıştır denize.  Baba John ve eşi de Ankara türkülerinin ritmine ayak uydurmaya çalışırlar.  Hasancan’ın babası suda çıldırır. Anne, anneanne ve teyze, gözyaşlarına boğulan evlatlarının feryadı karşısında çaresiz kalmışlardır.   Hasancan ağlamaktan gözleri şişer…   Maalesef başaramaz Hasancan…  *  Özgüven eğitimi, çocuğa verilebilecek en önemli eğitimdir.  Özgüven yetileri gelişmemiş çocuklar, yaşamları boyunca başarılı olamazlar.  Ayrıca eğitim, prensipli ve bilinçli yapılmalıdır.  Ülkemizdeki okullarda  sosyo kültürel ve psiko kültürel ağırlıklı dersler artırılmalıdır.  Özeleştiri yapmak gerekirse,  Güvenen ve güvenilen bir millet değiliz.  Kimsenin kimseye güveni olmadığı gibi, vatandaşın devlete, devletin de vatandaşa karşı bir kopukluğu var.  Bunun bir an önce çözülmesi gerek.   *  Almanya’da bir çocuk doğunca, Alman devleti, biyolojik anne ve babayı kontrol altına alıyor.  Çocuğun Alman kimliği taşıdığını ve bu çocuğun bakımından yetişmesine, okumasından çalışmasına kadar devlet olarak gerektiğinde ben müdahil olacağım diyor.   Hatta ve hatta, ileride çocuğun hangi mesleği yapacağını, siz değil ben karar veririm diyor.  Öğrenci küçük yaşta, danışman öğretmenler denetiminde şirketlerde staj yapıyor, kafalarındaki meslek grubunu belirliyor ve yönlendiriliyor.  Öğrenciler cep harçlıklarını çalışarak, kendileri çıkarıyorlar.   Özellikle üniversite öğrencilerinin hemen hemen hepsi çalışıyorlar.  Bizdeki gibi okul bitip iş hayatına geçince sudan çıkmış balık misali, bocalamıyorlar.  Devlet millete, millet devlete sonsuz güveniyor.  Biliyor musunuz Almanya’daki eğitim sisteminde a,b,c,d,e şıkları yok…  Devletin öğretmeni derste ne öğretiyorsa, cevabının, hatta yorumunun  boş kağıda yazılmasını istiyor.  Yaratıcılığı gelişiyor çocukların.  Çocuklara, özgüven yetisi aşılanıyor.  Biliyor musunuz Almanya’da hiçbir öğrenci silgi kullanmıyor.  Örneğin: Yanlış yapılan bir matematik probleminin üzerine tek çizik atılıp yanına doğrusunu tekrar yapılıyor.  Öğrenci tekrar ettiğinde yanlışını da görebiliyor.  Saklamıyor…  Pişmanlık duymuyor…  Bu sistemin ülkemizde işlediğini hayal etsenize…  Devletin  millete, milletin de devlete güvendiği bir sistem.  * Bu güven ortamı bizde de oluşabilir ve herkes devletine güvenirse,  Devlet de vatandaşına örneklerdeki gibi sahip çıkarsa,  Özgüveni gelişmiş cesur, yaratıcı nesiller yetiştirebilirsek,  İşte o gün, dünya bu genç nüfusumuzun gücünü görür,  İşte o gün, biz de her şeyin en iyisini yapabiliriz.   Aksi halde, onların yaptığı son model BMW, Mercedes’leri yine satın alıp,  Maalesef,  ‘Vay be!  Elin gavuru ne yapmış’ demeye devam ederiz.                      Saygılarımla…